Başta gece kulüpleri hakkında olmak üzerine çeşitli eylemelerle gündeme gelen feministler, kadınların sorunlarını, feminizmi ve Kıbrıs’ta feminist hareketin durumunu Havadis Gazetesinden Hasan Yıkıcı’ya anlattılar. Kendilerini feminist olarak tanımlayan, Yeni Kıbrıs Partisi’nden Mehveş Beyidoğlu ve Baraka Kültür Merkezi’nden Nazen Şansal feminizmin bir eşitlik talebi ve mücadelesi olduğunu vurgulayarak, bunun toplum tarafından yanlış anlaşıldığını ifade ettiler. Bu yanlış anlamanın temelinde de sistemden kaynaklı ön yargıların olduğunu dile getiren feministler erkeklerin de aslında yine aynı sistem tarafından eziliyor olduğuna dikkat çektiler.
“Medya cinsiyetçi bir dil kullanıyor”
Medyanın genel olarak cinsiyetçi bir karekteri olduğunu vurgulayan Nazen Şansal “Medyada istisnasız her gün her gazetede her televizyonda mutlaka cinsiyetçi bir dil, kadın bedeninin teşhir edilmesi, kadınların aşağılanması, erkek bakış açısı mutlaka vardır. Hiçbir gün olamaz ki medya cinsiyetçi bir dil kullanmasın! O yüzden medyanın durumu içler acısı” şeklinde konuşarak bu durumun değiştirilmesi için de mücadele edilmesi gerktiğini vurguladı. Bir takım medya organlarının demokrat karakterde olduğunu belirterek sadece farkındalıklarının biraz daha gelişmesiyle fazla sıkıntı kalmayacağını söyledi.
“Esas sorunumuz, sorunumuz yokmuş gibi yaşamak”
Mehveş Beyidoğlu ise Kadınların esas probleminin hiçbir sorunları yokmuş gibi yaşayarak aslında içinde yaşamakta oldukları sorunları görmezden gelmeleri, sorunlarından kaçmaları olduğunu söyledi. Esas sorunun kadınların sorunları yokmuş gibi düşündüklerini belirten Beyidoğlu “Bizim esas problemimiz, sorunumuz yokmuş gibi yaşamaktır. Hep bizlerden daha kötü kadınların durumuna bakıp kendimizin içinde bulunduğu durumu meşrulaştırıyoruz. Mesela ‘bizde kuma yoktur, aile içi şiddet yoktur, töre yoktur, namus cinayetleri yoktur’ gibi görüşler vardır. En büyük sorun Kıbrıs’taki insanların böyle bir algıya sahip olmasıdır. Oysa kendimize özgü problemlerimiz vardır” şeklinde konuştu.
Havadis’in feministlerle gerçekleştirdiği mülakat aynen şöyle:
Havadis: Toplumun gelenekselleşmiş algılarından öte, siz feminizmi nasıl tanımlıyorsunuz?
Şansal: Feministlerle ilgili olarak çok söylenen bir şey var; bunlar kısa saçlı, çirkin, erkek düşmanı evde kalmış kişilerdir. Bu feministlere karşı olan ön yargıların başında gelmektedir. Feministler kısa saçlı, evde kalmış, çirkin ve erkek düşmanı değillerdir.
Feminizmin anlamı bizce eşitlik talebidir. Yani bütün insanların cinsiyeti, sınıfı, ırkı, etnik kökeni fark etmeksizin eşit olmasını talep eden bir ideolojidir feminizm.
Tabii çeşitli dönemlerde farklı anlamlarda kullanıldı. Veya bazen de bilerek çarpıtıldı. Bugün toplumda itici bir anlamı var belki ama bunun kırılması, değişmesi lazım artık. Biz feminizmi eşitlik talebi olarak algılıyoruz.
Tabii daha çok cinsiyetler veya cinsel yönelimler olarak düşündüğümüzde bu toplumda daha çok ezilenler kadınlar ve eşcinsellerdir. Dolayısıyla önce kadının ve eşcinsellerin erkeklerle aynı seviyeye gelmesi gibi bir talebi var feminizmin. Bu demek değildir ki biri bir diğerini ezsin. Tam tersi ikisi eşit olsundur. Bu sistemde bütün insanlar, özellikle de emekçiler eziliyor ama kadınlar ve eşcinseller iki defa eziliyor. Hem sistem ve patronlar tarafından eziliyor hem de erkek egemen sistemin erkek bakış açısı tarafından eziliyorlar.
Havadis: Erkek egemen sistem ve ataerkil sistemden ne kast ediyorsunuz?
Şansal: Çocukluğumuzdan başlayarak bunu yanıtlamak anlamlı olacaktır. Hepimizin ailesinde erkek ya da kız çocuğu olmuştur. Çoğu zaman kız çocuğa ve erkek çocuğuna farklı davranılır aile içinde. Kız çocuk evin içinde kalmalı, ailesine yardım etmeli, eteğini örtmeli, ‘hanımefendi’ gibi olmalıdır. Biraz büyüdüğünde gece belli bir saatte eve geri gelmek zorundadır. Eğer bunları yapmazsa ahlaksız, namussuz bir çocuk olur. Halbuki erkek çocuk bu sistemin kültüründe dışarıya aittir. İstediği her yere gidebilir. Gece geç saatlere kadar kalabilir. Hatta belli bir yaştan sonra böyle olması teşvik edilir, aksi halde ‘hanım evladı’ gibi yakıştırmalar yapılır erkek çocuğuna.
Dolayısıyla kız ve erkek çocuklar hayata belli bir yetiştirilme tarzı ile hazırlanıyorlar. Ve kızlar geriden başlamış oluyor. Fiziksel olarak dört duvarın arasına kapalı olduğu gibi düşünceleri de dört duvar arasına kapalı yetişiyor. Halbuki erkekler daha dışa dönük bir dünyada büyüyorlar.
Bunun yanında bunun ekonomik yansımaları da var. Mesela iş hayatına geldiğimizde bugün her ne kadar öyle gözükmese de kadınlar daha zor iş buluyor. Bulduğu zaman da kadınlar daha düşük ücretlere çalıştırılıyorlar. Hatta çoğu zaman kadınlar sadece kadınlara yakıştırılan mesleklerde çalıştırılabiliyorlar. Örneğin öğretmenlik gibi hemşirelik gibi. Öğretmen olsun kız çocukları çünkü öğleden sonrasını evine, yemeğine, ütüsüne ve temizliğine ayırabilsin anlayışı var. Dolayısıyla sistemden kaynaklı bu iki cins arasında eşitsizlikler var ve bu eşitsizliklerin giderilmesi için bir mücadele sistemidir feminizm.
Mehveş Beyidoğlu: Aynı zaman da ben de Nazen’le benzer fikirleri paylaşmaktayım. Ataerkinin bütün sistemine de karşıyız. Militarizme de kapitalizme de bunun gibi erkek egemen bütün yapılara da karşıyız ve onlarla da mücadele etmeliyiz. O yüzden de etkinliklerimizi şimdiye kadar hep bu doğrultuda yürüttü.
Havadis: Neden toplumsal cinsiyet terimini kullanmayı tercih ediyorsunuz? Buradaki toplumsalın anlamı ne?
Beyidoğlu: Belki de neden toplumsal da biyolojik değil dersek daha doğru olur. Biyolojik cinsiyet insanın doğuşuyla birlikte getirdiği özellikleridir. Ama insanın yaşam içindeki tercihleri, yönelimleri hep aynı kalacak diye bir şey yok. Bunlar değişebilir de. Bunu da toplumsal yaşam belirliyor. Bu yüzden toplumsal demek daha doğru olur. Bir de çok fazla rol denilen şeyler vardır. Kadın bunu yapmalı erkek bunu yapmalı. Nazen’in dediği gibi. Bunların hepsi bir şekilde bize toplumsal olarak dayatılan şeyler.
Şansal: Biyolojik olarak kadın ile erkek arasındaki farklılıklardan dolayı doğmuyor bu eşitsizlik. Toplum tarafından dayatılan bir eşitsizliktir bu. O yüzden toplumsal cinsiyet eşitsizliği demek daha doğru olur.
Çok güzel bir laf vardır, “kadın doğulmaz kadın olunur” diye. Bir kişi hangi cinsiyette doğarsa doğsun toplumdur ona kimliğini veren. Cinsel kimliğini de, sınıfsal kimliğini de, kültürel kimliğini de ona veren toplumdur. Bundan dolayı bir dönem feministler sadece bireye vurgu yaparken şimdi bireyin toplumla çok daha doğrudan diyalektik bir ilişki içinde olduğuna yani toplumsal cinsiyet eşitliğine vurgu yapmaktadır.
Havadis: Geleneksel olarak erkek bilincinde feministlerin erkek karşıtı olduğunu söylerler. Siz bunu nasıl karşılıyorsunuz? Nasıl tepkiler koyuyorsunuz?
Beyidoğlu: Bir süre öncesine kadar insanlarla pek tartışmazdım. Fakat bu işe girdikten sonra pek çok insan bana daha farklı davranmaya başladı. Pek çok insanla tartışmaya başladım. Çünkü feministlerin çok kötü bir ismi var. Feminizme yönelik bir kötüleme var. Her şeyden önce çok ‘mızırsın’ gibi bir anlam yükleniyor ve tepki topluyor. Kendimizi ifade etme konusunda zorluk çekiyoruz.
Nazen: Hem toplum genelinde hem de bizlerin içinde bulunduğu yapılarda geleneksel erkek kafası vardır. Mesela sendikada yönetim kurulundaki arkadaşlarım bana abi diye sesleniyor. ‘Tamam abi, bu işi böyle yapalım abi’ gibi ifadelerle diyalog kuruyorlar benle. Bu da tabii bu tarz işlerin erkekler tarafından yapıldığına dair kanıksanmış yargıları bir sonucu. Bunu dile yansıması. Bir kadına abi diye hitap eden insanların kafası o kadınların onlarla omuz omuza mücadele vermesiyle değişebiliyor. Bu bizim erkekleştiğimiz anlamına gelmez. Kendi taleplerimizle mücadeledeki yerimizi almak anlamında olmalıdır.
Biz feministler olarak tabiî ki feminizm talepli, mücadeleyi yürütürken diğer taraftan da diğer alanlardaki mücadelelerde de olmalıyız. Mesela sendikal mücadelelerde, kültürel mücadelelerde ve çevre mücadelelerinde bir arada olmalıyız. Böyle olduğunda da zaten bizim için erkekleri istemiyorlar diyemeyecekler. Bu anlamda biraz da bize görev düşüyor.
Havadis: Marks’ın “işçilerin kurtuluşu kendi eseri olacaktır” diye bir lafı vardır. Bu mealde şöyle söylersek ne kadar doğru bir şey söylemiş oluruz: ‘kadınların kurutuluşu kendi eserleri olacaktır.’
Beyidoğlu: Bence doğru bir şey olur. Çünkü önce bizim kurtulmamız lazım. Yani önce kadınların haklarının farkına varıp da toplumsal rollerin dayatma olduğunun farkına varmamız kendi içimizde örgütlenmemiz lazım. Ve ondan sonra erkeklere anlatmalıyız.
Havadis: Yani erkekleri dışlayarak mı bir mücadeleden bahsediyorsunuz?
Beyidoğlu: Bence önce kadınlar yapmalı, vermeli bu mücadeleyi ve hem hemcinslerini hem de erkekleri ikna etmeye çalışmalılar. Ve belli bir aşamada da erkeklerle birlikte bir mücadele olmalı. Ama ilk aşama böyle olmalı. Tabii ki erkeklere karşı bir mücadeleden söz etmiyorum
Şansal: Ben bu mücadelede ezilenlerin, en çok da kadın ve eşcinsellerin olmasını düşünüyorum. Erkekler de bu sistem tarafından eziliyorlar kuşkusuz. Ama ben onların ezilmişliğini iki veya üçüncü planda tutuyorum. Dolayısıla en çok ezilenlerin ön planda olması, bu mücadelede sürükleyici olması daha doğrudur. Çünkü en çok canı yanan en çok bağırabilir. Diğeri onunla dayanışabilir, acısını paylaşılır.
Ama ayrı bir kadın örgütlenmesi şeklinde olması ötekileştirme noktasına gelmemelidir. Erkekler de feminist olabilir ve bugün Baraka gibi örgütlerin içerisinde feminist erkekler de vardır. 8 Mart’ta pek çok erkeğin yapamayacağını yapıp sokağa çıkıp “dayak erkeklikse bizler erke değiliz” ve “taciz erkeklikse bizler erkek değiliz” şeklinde sloganlar attılar.
Bu mücadeleyi birlikte vereceğiz. Biz kendi rollerimizi sorgulayıp işe yaramayanlardan sıyrılmalıyız. Aynı şekilde erkekler de kendi rollerini sorgulayıp işe yaramayanlardan sıyrılmalıdırlar.
Feministlerin gündemi
Havadis: Peki feministler Kıbrıs gündeminde hangi sorunları ön plana çıkartıyor? Nelerdir feministlerin gündemi?
Beyidoğlu: Bizim esas problemimiz, sorunumuz yokmuş gibi yaşamaktır. Hep bizlerden daha kötü kadınların durumuna bakıp kendimizin içinde bulunduğu durumu meşrulaştırıyoruz. Mesela ‘bizde kuma yoktur, aile içi şiddet yoktur, töre yoktur, namus cinayetleri yoktur’ gibi görüşler vardır. En büyük sorun Kıbrıs’taki insanların böyle bir algıya sahip olmasıdır. Oysa kendimize özgü problemlerimiz vardır.
Genele göre en mağdur kesim seks köleleridir. Çünkü bir bu insanlar insan trafiği yoluyla Kıbrıs’a getiriliyor ve o andan itibaren ellerinden pasaportları, kimlikleri alınıyor. Borca bağlanıyorlar ve bağımlı kılınıyorlar. Tüm bunlar uluslararası hukuka göre köleliktir. Ve sen ne yapacağını bilmediğin bir işe sokulun ve orada çok kötü koşullarda sekse zorlanır. Ve bu insanların sarılacakları hiç bir yer de yok. En mağdur kesimin seks kölesi olduğuna inanıyoruz. Bunun için de geçmişte çeşitli ortak eylemler yaptık zaten.
Bunun dışında ev emekçileri rahatsızlık vermeye başladı. Temizlikçiler. Uzak Doğu’dan çok çok ucuza ve zor şartlarda evlerde çalıştırılan kadınlardan bahsediyorum. Aylığı 600 TL’ye bu insanlar Kıbrıs’a gelirler ve çocuk bakarlar, yemek yaparlar, ev temizlerler ve çok zor koşullarda hiçbir izin de almadan çalıştırılırlar. Tamamiyle ev sahibinin iyi-kötü niyetine bağlı olarak yaşamlarının idame etmeye çalışmaktadırlar.
Şansal: Genel bir sorun olarak işsizlik vardır. Bu işsizlikten de en çok kadınlar mağdur aslında. İşsizlik ve göç kadınları iki açıdan etkiliyor. Bir, kendilerinin işsiz kalması ve göç edememeleri ve işsiz olarak hayatlarını sürdürmeye mecbur kalmaları. İkincisi de, annelik vasfıyla çocuklarının işsiz kalması ve ülkeden göç etmeleri de aslında kadınlar için birer dram.
Aile içi şiddete maruz kalmayı ve taciz ve tecavüz gibi olayları daha çok göçmen kadınların başına gelen bir olaymış gibi düşünüyoruz. Halbuki hepimizin yakın çevresinde duyduğu bildiği öyle olaylar var ki, aslında göçmen ailelerdir deyip duymadığımız ki bu da çok yanlıştır yanı başımızda ve çoğu zaman da Kıbrıslı aileler içinde yaşanmaktadır. Halbuki bizim şu andaki yasalarımızda bile belediyelerin kadın sığınma evi yapma zorunluluğu vardır. Anayasa kadın ve çocukların özel olarak korunması gerektiğini söyler. Kadının koruncağı ve sığınacağı bir yer yokken çıkıp yaşadıklarını anlatması da beklenemez. O yüzden pek çok şey aslında gizli tutuluyor.
Şiddete maruz kalan kadınlar için sığınma evinin hem korunabileceği hem de orada tekrar üretime katılabilecekleri yöntemler geliştirebileceği yerler olabilir. Bunun talebi bence feministlerin gündeminde olmalı. İleride bu konuda yerel yönetimlere ve devlete baskı yapmak zorundayız çünkü bu durum gittikçe artan bir şekilde toplumumuzda yaygınlaşmaktadır.
Havadis: Göçmenlere karşı aksi, dışlayıcı bakılıyor genel olarak. Siz bu konuda nasıl değerlendirmelerde bulunuyorsunuz? Kaldı ki onlar aslında en kötü durumda olanlar.
Şansal: Bence bir şekilde onları da mücadeleye katmamız gerekmektedir. Belki bu güne kadar bu konuda yetersiz girişimlerde bulunuldu. Kıbrıs’ın kuzeyinde Türkiyelilere karşı bir milliyetçilik yapılmaktadır.
Kadın alanında feminist çalışma yapmanın bazı olumluluk ve olumsuzlukları olabilir. Yaşadığımız ortak sıkıntılar üzerinden bazı talepler geliştirip mücadeleye onları da katmamız şarttı.
Türkiyeli göçmenlerle olan ilişkilerimde gözlemlediğim nokta Kıbrıslıların onları ötekileştirdiğidir. Bence yıllardır bu ülkede olan ve solun yaptığı hatalardan doğan bu sonucu artık göçmenler kabul etmiş durumda ve bizim bunu değiştirmemiz lazımdır. Bu anlamda feminizmi bir araç olarak kullanmamız gerekmektedir.
“Seksin para ile satın alınan bir ihtiyaç olmadığını kabul etmemiz lazım.”
Havadis: Gece kulüplerine karşı olduğunuz için eleştiriler de alıyorsunuz. Bunların başında da ‘insan ihtiyacını nasıl gidersin peki’ şeklinde görüşler geliyor. Ve bunun ciddi ciddi arkasında olanlar var. Sizin buna cevabınız ne oluyor?
Şansal: Temelde seksin para ile satın alınan bir ihtiyaç olmadığını kabul etmemiz lazım. İnsan olmanın bir özelliği, sevgiyle, aşkla, karşılıklı hoşlanmayla var olmasıdır. Gece kulüplerinde olan şey tamamen insan dışı bir şekilde insan bedeninin satılması, kiralanmasıdır. Aslında buna niye karşısınız sorusu bile insanın kendi özünde bileceği ama itiraf edemeyeceği bir cevabı barındırır. Orada hem kölelik hem de en ağır koşullarda kendi etini satmak zorunda bırakılan insanlar var. Ve buna itiraz etmeleri şu an imkansız. Bizim şu an onlar için ve belki de ileride de onlarlar birlikte bir karşı duruş koymalıyız.
Biz gece kulüplerine ahlakçı bir zeminden karşı durmuyoruz. Aileler yıkılıyor, yuvalar dağılıyor tarzı bir bakış yanlıştır bizce. Orada mağdur olan kişiler tarafından bir itirazımı var bizim.
Havadis: Peki ülkemizde bir feminist hareketin varlığından söz edebilir miyiz?
Beyidoğlu: Birlik olup da her kesimden kadınlarla bu işi yürütemiyoruz. O aşamada değiliz, olgunluğa ulaşmadı toplum. Dağınık dağınık hareketler birleşmeden bir hareket oluşturamayız. Bence bunun için bir feminist örgütlenmeye ihtiyaç bar. Bugün bir feminist hareket daha başlamadı ülkede.
Şansal: Pek çok kadın örgütü olduğu doğru. Ve partilerin de bir kısmının kadın kolları da var. İsmine kadın örgütü demeyen kültür derneği gibi başka isimlerle var olan örgütler de var. Ki bunun içinde de var kadınlar. Ama bunların hepsi dağınık halde. Bu yapıların hepsi homojen değil. Bir kısmı sadece partilerin içinde ve kadına yönelik hiçbir açılımları yok. Partilerinin erkek adaylarını desteklemek için meclise girmesi için oy toplamaya çalışan, çay partisi gibi organizasyonlar düzenleyen gruplardır. Hiçbir kadınsal somut gündemler yoktur. Dolayısıyla bunları feminizmin dışında tutmak lazım.
Diğer taraftan birkaç senedir feminizmin ismini kullanarak ortaya çıkan örgütler var. Ben bunların bazı açılardan farklı görüşlere sahip olduğunu gözlemlesem de ileride bazı ortak noktalarda birleşebileceklerini düşünüyorum. Ve belki bunların birleşmeleriyle daha farklı bir hareket ortaya çıkabilir. Şu an parça parça ve ciddi bir mücadeleyi sürdürmekten aciz bir feminizm görüyoruz Kıbrıs’ta.
Beyidoğlu: Son zamanlarda bence biraz toparlanma var. Bir zaman öncesine kadar sadece birey olan belli insanlar vardı. Bular feminist derlerdi kendileri için ve bir şeyler yapmaya çalışırlardı. Ama son bir iki yıldan beri daha toplumsal anlamda gruplar olarak feministler ve insan hakları aktivistleri bir araya gelerek dayanışmaya başladılar. Farklılıklar da var ama ortak noktalarımız da var ve bunlar bizim bir araya gelmemizi sağlıyor. Seks köleliğine karşı veya medyadaki cinsiyetçiliğe karşı yapılan eylemler bunlara bir örneğidir.
“Medya’nın durumu içler acısı”
Havadis: Peki medyanın durumu nasıl sizce?
Beyidoğlu: İçler acısı.
Şansal: Medyada istisnasız her gün her gazetede her televizyonda mutlaka cinsiyetçi bir dil, kadın bedeninin teşhir edilmesi, kadınların aşağılanması, erkek bakış açısı mutlaka vardır. Hiçbir gün olamaz ki olmasın! O yüzden medyanın durumu içler acısı. Bunun içinden toplumu en çok etkileyenlerle uğraşmak gerekir. Biz de bu anlamda bir gazetede yayımlanan yazı dizisine dair eleştirilerimizi götürüp eylem yaptık. Bu demek değildir ki sadece o gazetede var. Her gazetede ve her gün var. Bundan sonra sanırım bu eylemlerin çoğalması gerekecek.
Dil ile düşünce arasında karşılıklı bir ilişki var. İnsanlar nasıl düşünürse öyle konuşmaya nasıl konuşursa da öyle düşünmeye başlar. Bugün ülkemizde gazete hemen hemen her eve girer ve bir şeyler insanlar gazeteden bir şeyler öğrenirler. Dil insanların düşünce sistemini etkilediği için medyadaki cinsiyetçi dilin değişmesi gerekmektedir. Medya gerek görsel gerekse de dil ile bir şeyi hem normalleştirir de hem de o şeyin topluma sorgulata bilir de. Sürekli aynı gazeteden aynı şeyi okursanız artık o konuyu normal karşılarsınız. Yani sürekli gece kulüplerine giden birinin normal olduğunu gazetede okursanız bir süre sonra bunun normal olduğunu düşünürsünüz ve garipsemezsiniz. Veya medya sürekli olarak kadınlardan ‘kadınlarımız’ olarak bahsederse kadınların erkeklere ait varlıklar olduğunu ve ‘kadınlarımız’ diyerek onlara iyilik yaptıkları sanrısını içselleştirirsiniz. Dil düşünceyi etkilediği için medyadaki dilin değiştirilmesi gerekiyor.
Beyidoğlu: Medyadaki insanlarla gidip görüşmek ya da çeşitli eylemler yapmak medyaya bir şekilde mesajlar vermek ve onları izleyerek kullandıkları dilden memnun olmayan bir grup olduğunu hissettirmek önemlidir. Belki liste tarzı bir şey hazırlanıp uygun terimler yazılar oraya. Kullanılmayacak kelimeler gibi. Ve tüm medyaya gönderilebilir. Veya her gazetedeki toplumsal cinsiyet duyarlılığı yüksek insanlarla ilişki kurulup yardım istenebilir.
Havadis: Medya’nın bu doğrultuda dönüştürülebileceğine inanıyor musunuz?
Beyidoğlu: Her zaman kötü niyet görmüyorum medyada. Bence yavaş yavaş bir etki yaratabiliriz ama çok uzun vadede.
Şansal: Ben de öyle düşünüyorum. Bazı gazeteleri bunu dışında tutabiliriz. Onlar hem milliyetçi hem ırkçı hem de cinsiyetçi yazılarına devam edecektir. Ama toplumun geneline hitap eden, demokrat gazetecilerin içinde bulunduğu gazetelerin değişebileceğini, hatta bir kısmın bu noktaya yakın olduğunu ama sadece bu yöndeki farkındalıklarının düşük olduğunu düşünüyorum.