Bir seçimin daha sonuna geldik…
Politika yapmayı seçime 3-4 ay kala yapmak olarak algılayanlarla, her seçimde yeni teoriler üretenler ortalıkta gürültü ve görüntü kirliliği ile oylara talipler…
Bütün propaganda aktiviteleri, seçimden bir iki ay önce dev bayraklar ve büyük gürültüler ile ortalıkta olmak birde medya aracılığı birşeyleri anlatır gibi gözükmek… Ne kadar çok afiş, bayrak falan asarsa kendisinin o kadar çok oyu olabileceğini düşünenlerin bu sığlığı oy dilenciliğine kadar varıyor..
Kendileri ile hiçbir ortak düşü, düşüncesi olmayanlardan bile oy dileniyorlar; adına da ana hatırı, baba hatırı, arkadaşlık falan diyerek… Bazıları daha da ‘politikleştiriyor’ oy dilenciliğini. Kendisi ile hiçbir ortak fikrim olmamasına rağmen benim sandığa gitmeyerek falan partiyi desteklediğimi, o yüzden kendilerine yada diğer ‘muhalifler’e oy vermem gerektiği anlatıyor, kimi fazla dozunu kaçırıp hainlik bile basıyor üstüne üstelik…
Politik olarak hiçbir ortak kesişenimin olmadığı, söyledikleri çoğu şeye hüzünlü gözlerle baktıklarıma sırf hain olmamak için acaba oy mu versem yoksa kendimi reddedip aile üyelerimin arasında mı paylaştırsam oyumu?
Sahi komuşu hatırı yok mu? Hade bir de komşuya verelim ama ya sonrasında yaptıklarından sorumlu olmayacakmıyım?
Muhalif diye ortaya çıkanlar öncelikle solcu olmadıklarını hep beraber koro halinde söylemediler mi? O zaman bir sosyalist olarak sandıkta ne işim var? Hade ondan vazgeçtim de, ben şovenizme karşı mücadele ederken elinde TC-KKTC bayrakları ile dolaşıp, aslında kendilerinin de devletlerini savunduklarını söyleyenlere nasıl oy verebilirim? Diğerini genelleştirip ağzıları dolu dolu ‘RUM’ diyerek konuşanlara mı barışçı deyip oy vermeliyim?
KKTC’nin eninde sonunda bir gün fesedileceğinin, adanın kuzeyini son 29 yıldır işgal eden askeri gücün bir gün ayrılacağını, tüm Kıbrıslıların özgürce bir gün bu adanın herhangi bir yerinde yaşayabileceğini söyleyemeyenlere neçin oy vermek zorunda olayım?
3-5 oy daha fazla almak için Kıbrıs Cumhuriyetine koro halinde Rum Cumhuriyeti diyen, tüm dünyanın Kıbrıs Hükümeti derken ve 1 Mart 1964 BM Kararı ile TC’nin de buna olur verdiği gerçeği önümüzde dururken uyduruk bir Güney Kıbrıs Rum Yönetimi terimi etrafında düşünce üreten ‘barış’ taraftarlarına oy vermek acaba ne kadar doğru?
3 kuruş paraya yıllarca bizi sömüren yerli ‘işadamlarımız’a yada TC’li işverenlere efelenemeyen büyük sosyalistlerin de içinde yer aldığı muhalifler değil miydi ki seçim propagandası sürecinde onlarca kez ‘Ruma bizi muhtaç ettiniz’ diyen, bu nasıl mantıktır ki sömüren Kıbrıslı Türkse muhtaç olunmaz da Kıbrıslı Rumsa muhtaç olunur? Hade gene, solcu damarımızdan bir de soru soralım, emeğin sömürülmesinin milliyeti mi olur?
Böylesi mantıkla propaganda yapanlara hade bu defa değişim geliyor diyerek mi oy vereyim ama değişecek olan ne? Annan planında kuzeye gelecek olan Kıbrıslı Rumların oy hakkı olmayacağını utanarak değil, milliyetçilere bir gol daha atıp Annan Planın ne kadar önemli olduğunu anlatmak için konuşan parti temsilcilerine bir ‘tikcik’ hangi gelecek için verilebilir?
AB’yi isterken, AB’nin ne olduğundan bir haber muhaliflere, AB yurttaşı herkesin her yerde dolaşım, yerleşim haklarının olduğunu hatta bunu yeni yazılan AB anyasasına da eklediklerini şimdi anlatsak anlamazlar ama buna karşı, Kıbrıslı Rumların bu haklarının kısıtlanmasının hareretli şekilde propagandasını yapıp AB üyeliği için de oy isteyenlere ne demeliyim bilmem? Nasıl anlatsam ki taşıdıkları üç bayrağın kendi konvoyları hariç yan yana asla bir daha gelemeyeceğini?
Neysa bizim sağa meyilli eski solcu, AB karşıtı söylemli AB’ci ‘muhaliflere’ bu defa da oy vermedik diye bize çok kızacaklar ama elim gitmez bu partilerin başındakilerini gördükce gidip de oy vermeye… Hangisinden başlamalı bilmem, biri doksanların ortasında parti içinde sorun yaratmasına rağmen hükümetçilik oyununu devam ettirdi ve Elçiliğin tüm dayatmalarını kabul edip ITEM yasasını, KDV yasasını meclisten geçirdi, yasadışı şekilde Kıbrıslı Rumlara ait kuzeydeki binlerce dönüm mülke yasadışı tapu verdi, yasadışı şekilde binlerce kişiye vatadaşlık verilmesine seyirci kaldı ve daha niceleri. Ya diğeri daha birkaç yıl öncesine kadar hükümetin içindeydi ve TC’den gelen sözde ekonomik paketleri canı pahasına savundu, o kadar ileriye gitti ki toplumun ciddi bir kısmı tepkilerini eylemlerle, grevlerle ortaya koydu. Hatta sonraları büyük eylemlere de imza attan Bu Memleket Bizim Platformu bu amaç için kurulmuştu. Çözümü desteklemek, masaya yeni gelmiş olan Annan belgesine sahip çıkmak için Kasım 2002’deki ilk büyük eyleme de bu yüzden partisi katılmayı reddetmişti. Eee, şimdi ne oldu da şanlı BMBP deyip sahip çıkılıyor, hade o sahip çıkıyor da, kurucuları ne yapıyor?.. Neysa, ya diğeri, yıllarca bu rejimi sonuna kadar desteklemiş, suçlu olduğu iddası ile uluslararası olarak aranan birine, şimdi fikir değiştirdim ve sizdenim dediği için ayağına kadar gidip teşekkürlerini sunmasını nasıl yorumlamak gerek acaba?
Ve tümünü barıştan yana güçler sayıp, hade seçin ya da diğer türlü ‘statükoyu’ desteklerseniz diyenlere, değiştirecek olanlar bunlar olsaydı o zaman dün ne yapıyorlardı, bu tavırları ile mi güvenelim değiştireceklerine gibi soruları nasıl sorabiliriz, sorsak ki anlayabilecekler mi?
Hem şu statüko nasıl değişecek ki? Görevden alabilecekler mi Merkez Bankasının başındaki TC’li bürokratı, kısıtlayabilecekler mi TC Elçiliğinin yetkilerini, kapatabilecekler mi TC Yardım Heyetindeki sektörleri, sektör sorumlusu pratikte -parayı kontrol ettikleri için- buralarda bakan olarak takdim edilen bizim seçilmişlerden daha yetkili olan TC’li bürokratları evlerine gönderebilecekler mi, askeri kışlasına gönderip, güvenlikten başka konuya karışmamasını söyleyebilecekler mi, dağıtabilecekler mi Üst Koordinasyon Kurulunu çünkü seçim propagandası süresince bu konularda tek kelime etmediler, yalnızca şikayet edip zaten egemenliğimizin olmadığını ispatlmaya çalıştılar. Şu egemenlik de karışık konu, bizim muhalifler de ulus devlet egemenliğimizin olmadığını Annan planı ile olacağından bahsettiler de AB içinde artık ulus devlet egemenliği değil fonksiyonel egemenlik olacağını bu saatten sonra nasıl anlatılır bu muhaliflere bilmem?
Bu arada bu gürültü içinde bizim büyük sosyalistleri de gördük seçim alanlarında, bu propagandaları coşku ile alkışlıyorlardı, bazen bizzat kendileri de tvlere, radyolara çıkıp bunlar söylediler, bazen de en ön safta bu söylemlere sloganları ile destek oldular. Aslında onların cevabını biliyoruz, ‘taktiksel olarak biz onları söyledik’. Doğrudur, taktiksel olarak şimdi sağcılaştılar yarın geri yuvalarına dönüp yine bizlere sosyalizm dersleri verirler ve bizleri aydınlatırlar. Nasıl olsa bu olanlar bir düş, bu yaşananlar bir rüya. Yarından sonra kalktığımızda büyücülerin yaptığı gibi parmaklarını oynatınca tüm söylediklerini red etme hakları olacak çünkü onlar tümünü taktiksel olarak yapmış olacaklar ve bizi, bizim bugün söylediklerimizi ateşli bir şekilde söylerek, yine rejimle birlikte olmakla suçlayacaklar. Ama sorun değil ilk defaları olmadığı için bu defa hazırlıklıyız, büyük sosyalistlerin taktik değiştirmelerini dört gözle beklemekteyiz. Onlar her bahar olmasa da her seçim taktik değiştirirler…
Bu arada bu muhalif dostlar dışında kalanlara da oy verecek olanlara şaşarım. Tamam anlarım ganimetten paylarını aldılar ve devamını istiyorlar, yada bir şekilde avantaya oturdular ve kaybetmek istemiyorlar ama bu düzenin böyle gidemeyeceğini Loizidu davasında Türkiye’nin tazminatı ödeyerek bir anlamı ile AB ile olan maçında havlu atmasından dolayı uzatmaları oynadıklarının da mı farkında değiller? Hem bu nasıl bir mal hırsıdır ki çolukları, çocukları başka ülkelere göç edip kendilerine gelinlerinin, damatlarının fotoğraflarını gönderirken, torunlarının ilk kesilen saçlarının olduğu mektupları açarken yada videodan onların ilk yürüyüşlerini seyrederek hiç mi özlem duymazlar da bu düzenin devam etmesini talep edebilirler? Nasıl bilemezler ki bu acılar, bu özlemler yenileri eklenerek bu düzen sürdükce kuşaktan kuşağa devam edecek?
Hade o ihtiyar, kel ve şişmanı anlarım istifa etmez, fırsatı olsa muhtarlığa bile aday olacak, daha onlarca torunu var, onlara particikler kurup saltanatını devam ettirmek ister ama onu destekleyenleri hiç anlamam? Hele Türkiye’de oturup aydınım diye geçinip de onu destekleyenleri hiç mi hiç anlamam? Bir gün çocukları, torunları iktidarını işgal rejimi üzerine kurup, gücünü askerden aldığını kendisinin bile zaman zaman itiraf ettiği bir diktatörü neçin desteklediklerini sorarsa ne cevap verecekler acaba? Aydın dediğin Rıfat Ilgaz’ın dediği gibi aydınlığı savunandır, ya bu karanlığın, bu saltanatın devamını isteyenlere ne ad vereceğiz?
Neysa, bir seçimin daha sonuna geldik, belki yarından sonra rejim kabuk değiştirmeye, vitrini değiştirmeye de karar vermiş olabilir. Belki de bizim muhalifler ellerine ‘yönetme’ erkini alabilir ancak söylemlerine bakınca içim gene de daralmakta, neysa onlara hayırlı olsun deyelim ve biz dönelim kendi işimize.
İlk sorumuz yada sorunumuz şu yönetirmiş gibi yapmak değil iktidar için yaşamın neresinden başlıyoruz?