Ancak her şeye rağmen kuzeyde de başbakanlığa bağlı bir adet AB uyum koordinatörlüğü kuruldu ve iddiaları bizlerin AB’ye uyumunu sağlayacaklarmış…
Koordinatörlüğün ilk kurulduğu günlerde Yenidüzen gazetesinin sorularını yanıtlayan AB “uzmanı” Koordinatör Erhan Erçin gerçekten ilginç ve kaydedilmesi gereken şeyler ortaya koymuştu. Önce ilginç bir dipnotla başlayalım: bir süre radyo/televizyon programlarına “AB uzmanı” olarak katılan koordinatör, aslında AB uzmanı olunamayacağı, belli özel konularda uzmanlaşılabileceğini anlayarak suçu gazetecilerin üzerine atarak, böyle birşey iddia etmediğini, kendisinin yalnızca koordinatör olduğunu belirterek bir süre sonra uzman unvanından vazgeçerek koordinatörlük mertebesine erişti.
Neysa, adı geçen röportajda Erhan Erçin bol bol yasaları nasıl değiştireceklerini, devleti nasıl yeniden organize edeceklerini anlattı ama bunların uygulanmasına yönelik tek bir kelime dahi etmedi. En azında yasaları büyük bir hızla geçiren ama uygulamada yaşadığı sorunlar sürekli haber konusu olan Türkiye bile koordinatörün ilgisini çekmemiş, kafasını yasalara takmış, tek derdi mevzuatı kurtarmak…
Koordinatörlük o kadar demokratik çalışmaktadır ki bu ülkede, yıllarca AB konularında çalışmalar yapan, araştırmalar yayınlayan kurum ve bireylerin bir kez olsun görüşünü alma ihtiyacı dahi duymadı. Ancak her platformda ve adı geçen röportajda da “insan kaynağı” sıkıntısından da bahsetmekten de geri de durulmamaktadır.
Uyum için dökümanlar hazırlanmakta, belgeler kaleme alınmakta ama bunlar şeffaf da değil… Aylardır yapılan çalışmalar kamuoyu ile paylaşılmamış, sivil toplumun denetimine açılmamış, kamuoyunun katılımı ile bunların geliştirilme yolu denenmemiştir.
Avrupa Birliğinde bireyin önemi bilinen bir gerçektir. Benzer şekilde, sivil toplumun güçlendirilmesi, yönetim sürecine katılımının artırılması ve güçlendirilmesi için AB kurumları her yıl milyon euro paralar harcarken, Koordinatörlük yaptığı açıklamalarda, çalışmalarda bireyin, sivil toplumun katılımını yok saymakta, yada kardeş kuruluşlar ile al gülüm ver gülüm ilişkiler içinde çalışmalarını yürütmektedir. Hatta koordinatör konuları o kadar abartabilmektedir ki “hem kamu değişecek, hem de sivil toplum bir anlamda buna uyum gösterecek” gibi AB’nin ruhuna aykırı tepeden inme, anti demokratik bir düşünce biçimi ile adeta meydan okunmakta ve sivil topluma aba altından sopa gösterilerek değişime zorlanmaktadır.
Değişim gereklidir ve olması gerekir ama bu, katılımcılık, bilgi paylaşımı, finans aktarımları ve bireyin gönüllü hareketleri ile sağlanmalıdır.
Koordinatör başbakanlık binasındaki 4 duvar ile çevrili odasında otururken ya da sabah kalktığında öyle uygun gördü diye ya da internette güzel bir makale okuyup uygulamaya karar verdi diye değişim gerçekleşmez. Olursa da demokratik ülkelerde olmaz.
Azınlıkların görüşü ve pozisyonları, yani hem ideolojik, hem cinsel, hem de etnik olarak, o coğrafyadaki tüm unsurları kapsayacak şekilde önemsenmez ve onların da görüşleri ve kaygıları bir harmoni içinde çoğunluğun görüşleri içine bir şekilde yerleştirilemezse demokratik bir yaşamdan söz edilemez.
İçinde birey olmayan, içinde sivil toplum olmayan bir AB uyum sürecinden geçiyormuşuk… Adına da AB müktesebatına uyum, demokratikleşme, çağdaşlaşma da diyebiliyoruz.
Yani anti demokratik uygulamalarla demokratikleşmekten bahsediyoruz… Demokratikleşme önce onu uygulamaya aday kurumlardan başlamalı ve demokrasinin ana unsurları, katılımcılık, çok seslilik ve şeffaflık unutulmadan, zaten unutulursa yada yok sayılırsa demokratikleşme birilerinin öyle uygun gördüğü ve öyle tanımladığı için yaşanmış bir süreç olmaktan öteye gitmez…
Yanlış yollar doğru kentlere hiçbir zaman çıkmadı, bu defa da çıkması çok zor gözükür…