Aralık seçim sürecini de benzer gülümseyen gözlerle seyretmiştik. Aralarındaki koltuk için yarışanları eskiden beri biliyorduk ama yaratıcı zekalarını kullanıp bu defa bu yarışın koltuk için değil, statükoya karşı olduğunun propagandasını iyi yaptılar. Bizlerin bunu deşifre etmemize, kavganın ‘koltuk kavgasını’ olduğunu, bu yüzden böylesi süreçlerde yer almayacağımızı söylediğimizde de bizi solu bölmekle suçladılar. En azından bu konuda yaratıcı olamadılar. Hatta ileri gidip YBH’nın seçimi boykot çağrısını Denktaş’a destek olmak için yaptığını söyleyenler bile oldu. Hatta yarattıkları havaya o kadar bir inandılar ki, Kıbrıs Sosyalist Partisi, hızını alamayıp referandum sonuçlarını değerlendirdiği Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek gazetesinin sayısında “statüko yıkıldı” diye manşet de atabilmişti.
Neysa, hızlı süreçlerden geçip ortam bir miktar sakinleyince ‘yaratıcı zeka’ ürünü propagandaların da foyası bir bir ortaya çıkıyor.
DP-CTP hükümeti dönemindeki deneyimlerimizi henüz unutmamışken, üstüne bir de UBP-TKP deneyimini yaşayınca ortalıkta dönenleri anlamak daha kolay oluyor ama görmek isteyene…
Daha 2-3 sene önce istifasını isteyen sendikacılara tek alternatif UBP-TKP hükümetidir diye nutuk sallayan Akıncı’nın, bazılarına göre TC yardım paketi olarak anılan ama halkın çoğunluğunun yıkım paketi olarak akıllarına kazınan olgu ile ilgili izlediği siyaset ortadayken, bu siyasete karşı mücadele eden sendikacıların meclis önündeki eylemlerde coplanmasını seyretmesi ki kimilerine göre hatta desteklemesi akıllardayken, TC Elçisine düzülen methiyeler tozlu arşivlerde yerini almışken bazı kesimlerden ‘unut ve itaat et’ çağrısı bol bol sivilleşme ve demokratikleşme soslu açıklamalarla servis edilmekte…
Diğer yandan çözüm hükümeti olduğunu iddia edenlerin anlaşma sürecinde ciddi bir sorun olarak karşımıza gelecek mülk sorunu ile ilgili izledikleri siyaset de ortada…
CTP’nin zaten bu mülk konusunda mazisi de kara…
İlk DP-CTP hükümeti zamanında ITEM yasasını değiştirerek işledikleri cinayetler hala tazedir. Kendi halinde zaten uluslararası bir suç olan ITEM yasasını değiştirerek eş değer hak sahibi olmayanların da bu yasadan yararlanabilecek olmasını sağlamaları ile dağıtılan, üstünde tapu yazan kağıtçıklar zaten Annan Planının görüşülmesi sırasında yeteri kadar sorun olmuştu. Her yeni hükümet oy kaygısı ile arsaları ona buna peşkeş çekmiş sonra da bu kağıtçıkları alan, -özellikle TC kökenliler- bunlarını başkalarına satmış elde ettikleri havadan paracıkları da alıp Türkiye başta olmak üzere Kıbrıs’ın dışında yatırım yapmışlardı. Şimdilerde onların sattıkları bu arsaların üzerine binlerce lüks villa, otel yapılıyor. Her yapılanla birlikte daha çok Kıbrıslı Rum huzursuz edilmekte, her işlemle daha fazla Kıbrıslı karşı karşıya getirilmektedir. Annan Planındaki hükümler ortadayken, inşaat sektöründeki bu hareketliliği hayra yormak mümkün mü? Peki buna seyirci kalmak çözümü savunmak mı? Bir Kıbrıslı Rum’u düşünün, çatır çatır son üç beş ayda arazisinin üstüne binalar kondurulurken, siz bu anlaşmanın uygulanabileceğini ona nasıl iddia edebilirsiniz? Çözüm hükümeti olmak bu mu? Bir anlamı ile yeni durumlar ortaya çıkarılıp, yeni anlaşmazlıklar yaratılırken susmak çözüme nasıl katkı sağlar?
Bu pratik ama önemli bir sorun, bunun dışında hükümetin yaptığı nice ‘icraatlar’ var ki, akıl sağlığımıza ziyan…
Tüm bu toz duman içinde bir de yeni hükümet arayışları, seçim konuları da konuşulmakta ki bence bu daha da tehlikeli çünkü bazıları koltuk uğruna önemli detayları gözden kaçırarak rejimin niteliğini gizlemektedir.
Öncellikle, 74 sonra adaya taşınan nüfusun oy kullanacağı, TC Elçisinin ve TC Yardım Heyetinin etkin olduğu, Sivil Savunma Teşkilatının ‘görev alanı’ dışındaki çalışmalarını sürdürdüğü, askeri yetkililerin kışlasında değil keyfi şekilde sivil yaşama dolaylı veya direk müdahale edebildiği koşullarda yapılacak bir seçimle statüko yıkıl(a)maz, rejim değiş(e)mez. Reformlar uğruna girilecek yarışın da rejime karşı olan partilere kazandırabileceği hiç bir şey yoktur. Yapılacak üç beş makyaj amaçlı reformu rejim de sıkıştığında yapabilir ya da kendisi için zararlı olmayacak ‘sol’ siyasi oluşumlara yaptırtabilir. Sosyalistler bu reformlara hiçbir zaman karşı olmadılar hatta bunlar için mücadele de ederler. Sosyalistler bunların toplumsal ilerlemede önemli yerleri olduğunun farkındadırlar. Ancak sosyalistler bunları ana gündem olarak ele almazlar. Reformlar tali konulardır. Eğer rejim kendi kurtarmak için bunları sağlayacaksa buyursun sağlasın ama sosyalistler ana işi rejimi değiştirmek, ana gündemi rejime karşı mücadeledir. Bu ikisinin farkını, reform ve rejim değişikliğinin farkını isteyerek veya istemeyerek birbirine karıştıranlar konuyu evirip çevirip seçime bağlıyorlar. Seçimler de rejim değişikliği sürecinde bir araç olarak kullanılabilir ama yalnızca seçimlerden elde edilen başarılarla yapılan reformlarla statüko asla yıkıl(a)maz.
Bunun dışında, ‘bu mecliste yeni hükümet alternatifi var’ diyen özellikle TKP, BKP, Afrika Gazetesi çevrelerinin de yaptığı çok tehlikelidir. Rejimin kimin kontrolünde olduğu bilinmesine rağmen, TC Yardım Heyetinin tüm Bakanlıkların üzerinde çalıştığı, TC Elçiliğinin ‘elçilik’ işleri dışında onlarca şeye bulaştığı koşullarda, ‘şu kadar sayıda milletvekilimiz var o yüzden çözüm taraftarı partiler hükümet kurabilir’ şeklindeki açıklamalar, koltuk uğruna rejimin gerçek karakterini örtmekten başka işe yara(ya)maz. Kurulacak hükümet TC asker sivil bürokrasisinin izin vereceği ölçüde çalışmalar yapacak, gene sınırlardaki düzenlemelerle ilgili askerin kapısı aşındıracak, dış politikada gene TC Dışişlerinin himayelerinde dökümanlar hazırlayacak. Birileri bu hükümete ne ad verirse versin, yaşanacak gerçekler bunlardır.
Annan Planı görüşmeleri sırasında bir adet parça devlet anayasasına ihtiyaç duyulmuş, adına teknik destek denerek BKP Genel Sekreteri İzzet İzcan’ın da içindeki bir heyet Ankara’ya gidip parça devletimizin anayasasını koltuklarının altına alıp adaya geri dönmüşlerdi. Hükümette de olsalar farklı uygulama olmayacak…
Bu olayın bir yönü. Diğeri ise daha vahim.
Çözüm yanlıları mecliste çoğunluk anlamına gelecek 26’yı nasıl buldular? Bu sayı, Serdar Denktaş’ın partisi DP’den istifa eden Ahmet Kaşif ve Ünal Üstel ile birlikte bulundu. Peki bu ekip DP’den yalnız mı istifa etti sorusunu soran pek yok. Yılların kurt politikacı, ülkenin ekonomik olarak bu hale gelmesinde önemli katkısı olan, her devrin adamı Salih Çoşar’ın bu ekibin başında olduğunu kimse göstermek istemiyor. PEYAK Bankasını batmasında sorumluluğu olduğu iddiası ile geçen dönem TKP milletvekilliyken partiden atılan Kemal Havalı’nın da bu ekipte olduğu da gizleniyor ya da satır aralarına sıkıştırılıyor. Hatta UBP-TKP hükümeti düşmesinden sonrası, UBP-DP döneminde, DP’nin, tam da soruşturmaların sürdüğü sırasında Havalı’ya sahip çıkarak DP Genel Sekreteri yapması da hatırlanmayanlardan…
Ahmet Kaşif’in, 74 sonrası adaya getirilenlerin daha etkin bir siyasi güç olması için 80’lerde TC Elçisinin himayelerinde oluşturulan YDP’nin önemli bir adamı olduğu da unutuldu. Hatta 1990 seçimlerine TKP, CTP ile YDP’nin birlikte DMP çatısı ile girilmiş ancak demokrasi çiğnendi iddiası ile TKP ve CTP’den seçilenlerin meclisi boykot etmesine rağmen Kaşif meclise girip milletvekiliği koltuğuna YDP milletvekili olarak oturması da tarihin tozlu sayfaları arasında kayboldu. Hatta diğer koltuğa oturan 2. kişi Ergün Vehbi’nin de şimdi bu ekiple hareket ettiği de hatırlanmıyor…
Ve bunca olaya rağmen birileri, referandumda da Annan Planına hayır diyen bu milletvekilleri ve ekibiyle oluşturulacak olana ‘çözüm hükümeti’ denmesini istiyor.
Talat ve ekibinin DP-CTP, CTP-DP hükümetleri, Akıncı ve ekibinin UBP-TKP hükümeti deneyimleri zaten bizlere yeteri kadar veri sunmaktadır. Akıncı ve Talat’ın rejimi değiştirmek niyetinde olmadıkları, tüm mücadelenin koltuk kavgası olduğu açıktır. Hükümetleri sırasındaki üç beş reformu ve üç beş açıklamayı allayıp pullayıp kendilere ‘demokrasi kahramanı’ dememiz için ısıtıp ısıtıp sunuyorlar. Ama yaşam o kadar yalındır ki onların bütün yaldızını çok kısa dönemde döküyor tüm foyalarını ortaya çıkarıyor…
Angolemli ve İzcan’ın ekiplerindekilerin ise koltuk kapmak için ortaya koydukları ‘performansları’ göz kamaştırıyor. Abartıp Kaşif ve Üstel ile birlikte ekip oluşturup çok harfli TKP-BÖİ ile alternatif olduklarını iddia edebiliyorlar…
Afrika Gazetesi ise Akıncı ve ekibine kefil…
Hepsi bir olmuş rejimi kurtaracaklar, bunları gören de bu ülkede işgal bitti, asker kışlasına döndü, TC Elçisi yalnız ‘elçilik’ işleri yapar, Sivil Savunma da yalnız deprem falan tatbikatı ile uğraşır sanacak…
Yoksa İzzet İzcan, Hüseyin Angolemli, Mustafa Akıncı, Mehmet Ali Talat hep birlikte hükümetin başına çöreklenince mi bunlar olacak…
Şener Levent ve diğer Afrika tayfası için sanırım bu böyle…
Hem, işgal dediğin nedir ki, go hükümetin başına bunları, bak göresin işgal mişgal kalır mı…
Yalnız birini eksik korsan statükocu olun bunu da unutma…