Dünyanın her yerinde siyasi mücadeleler tartışa gelmiştir. Kimi siyasi oluşumların ana gündemi seçimler ve dolayısıyla parlamento olurken kimi siyasi oluşumlar bu tip mücadele yerini daha katılımcı bir yönetim şekli için farklı mücadele biçimlerini önermişlerdir.
Elbette seçim süreçleri de parlamentonun en azından kısmi görevlerini yapabildiği yada en azından asgari taleplerin dile getirilip bunların ortaya konabildiği koşullarda anlamlı olmuştur. Kuzey İrlanda’da Sinn Fein’in IRA’nın siyasi kanadı olduğu bilinmesine rağmen seçimlere katılmasına engel olunmamış, yıllardır da Sinn Fein seçimlere katılıp en azından birkaç milletvekili çıkarabilmiştir. Minimum talebi olan İngiliz işgalinin ortadan kaldırılması talebine uygun olarak Kraliyet adına yemin etmeyi kabul etmedikleri için hiçbir zaman parlamentodaki yerlerini alamamışlardır. Türkiye’de DEP benzer şekilde minimum taleplerinden biri olan kültürel haklarına uygun olarak kendi dillerinde yaşam hakkı çerçevesinde TC Meclisinde Kürtçe yemin etmeye çalışınca yaşanan linç girişimi hala akıllardadır. Kuzey İrlanda’da Sinn Fein’in artık Avrupa Parlamentosunda temsilcisi varken, DEP süreci çeşitli yasaklamalar ve engellemeler sonrası HADEP’e dönüşmüş ve AB’nin zorlaması ile Türkiye kısmi olarak Kürtlerin bazı kültürel haklarını yavaş yavaş kabul etmeye başlamış durumdadır.
Kıbrıs’ın kuzeyi de benzer bir linç kültürünün izlerini taşır. 1990’ların başından beri Kıbrıs’ın kuzeyinin işgal altında olduğunu söyleyen Yeni Kıbrıs Partisi gerek bombalı, gerekse silahlı saldırılara uğramış, yayın organlarının hedefi haline gelmiştir. Buna rağmen Yeni Kıbrıs Partisi seçim süreçlerini bu düşünceleri anlatmak için kullanmış ve alternatiflerini sürekli olarak halkla paylaşmıştı. YKP Kıbrıs’ın kuzeyindeki meclisi hiçbir zaman hedef olarak görmemiş ve bunu açıkça ortaya koymuştur. Çünkü Kıbrıs’ın kuzeyindeki meclis minimum fonksiyonlarını bile yerine getirebilecek yapılanmada değildir. Geçmişte Bayraktarlık Elçilik Yönetimi yada daha bilinen adını ile BEY yönetimi denirken, bununla ilgili koşullarda hiçbir değişiklik olmamasına rağmen bunun savunuculuğunu yapan siyasi partiler bu BEY yönetiminde meclisi ele geçirip her şeyi değiştirebilecekleri iddia edebilir hale gelmişlerdir. En basiti, iktidar olabilmek ile yönetici olmayı dahi tartışmayan yada tartışmayı gizleyenler en kritik süreçlerde tüm yetkinin kendilerinde olmadığını demeçleri arasına sıkıştırmakta yada Türkiye ile uyumlu siyaset üretmenin teorisini yapmaktadırlar. TC Elçiliğinin bir siyaset üretme organı gibi çalışabildiği, her şeye her an müdahale ettiği, TC yardım heyetindeki sektör sorumlularının Türkiye’den atanan bürokratlar olduğu ve bunların onay vermemesi halinde hiçbir bakanlığın hiçbir faaliyeti yapamayacağı yani sektör sorumlularının bakanlardan daha yetkili olduğu, Merkez Bankasının hem sorumlusunun hem de para politikalarının Türkiye’den tayin edildiği, Polisin, itfaiyenin, sivil savunmanın Ankara’daki askeri makamlar tarafından yönetildiği, atandığı gerçeklerine gözlerimizi kapayarak siyaset üretemeyiz. Bu kadar şeyin dışa direk bağlı olduğu koşullarda meclise düşen yalnızca basit yasal düzenlemeler yapmak ve mali denetimdir. Bu konuda yapılan onlarca üst düzey açıklama vardır ki bizdeki meclis yasa yapmayı bilmiyor. Bir ülkenin meclisini düşünün, komitelerinden oy birliği ile geçen nice yasaya birkaç yıl içinde değişiklik yapsın/yapmak zorunda kalsın ve bu siyasi bir kriz olmasın, bütçesi olmasın yada bütçe olduğunda ise bunun denetimi ciddi şekilde yapılamamış olsun, araştırma komiteleri kurulsun hükümet icraatlarını denetlesin diye ve hükümet partilerinin daha fazla üyesi olsun ve birçok komite bu yüzden çalışamasın yani en basit fonksiyonların bile yerine getirilemediği bir meclis…
Tüm bu koşulları alt alta koyup bir de adadaki 40 bin askeri gücü eklediniz mi, ortaya çıkan tablonun mecliste çoğunluğu ele geçirip istediğiniz siyaseti üretemeyeceğiniz rahatlıkla anlaşılır.
YKP, bunların tespitini yaparak yıllardır bunları teşhis ve bunlara kendi alternatifini ortaya koymak için seçim süreçlerini kullanmış ve en son 2000’deki cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılmıştı. Kurulduğu günden itibaren Avrupa Birliği üyeliğine her zaman önem veren ve bunun için siyaset üreten YKP, Kıbrıs’ın AB’ye katılım belgesi imzalaması, sonrasında AB üyesi olması süreçlerini değerlendirerek yeni politikalar üretme sürecine girmiştir. Bununla birlikte YKP, Avrupa organlarını kullanarak siyaset üretme sürecini de başlattı. Bu çerçevede Aralık 2003 seçimleri öncesi konuyu AİHM gündemine taşıyarak oradan aldığı olumlu cevabı dayanışma halinde olduğu siyasi oluşumlarla paylaşarak ileriye taşımaya çalışmıştı. YKP için araçlar ve amaçlar çok net belirlendiği için AİHM’in kararı değil, mahkeme süreci önemliydi ve bu süreçte buna uygun hareket etti.
YKP, 1998 ile 2002 yılları arasındaki Yurtsever Birlik Hareketi deneyimi sonrası, 2004 yılındaki kurultayı ile yeniden ilk ismini alırken, ayni zamanda yukarıdaki gelişmelere uygun olarak programında da değişikliğe gitmiş ve üyeliğini tüm Kıbrıs’a açarken, nasıl bir Avrupa Birliği talep ettiğini de programında netleştirmişti. Tüm bunlar için aylar süren çalışmalar yapılmış emek sarf edilmiştir. Kıbrıs sorunun geldiği aşama da göz önüne alınarak, program buna göre düzenlendi.
Tüm bu siyasi çalışmaların sonunda YKP son iki seçimde de boykot tavrını aldı. İlkinde BDH rüzgarına kapılanlara YKP’nın uyarısı ayni 1990’daki DMP’ye katılmayarak yaptığı uyarıydı, özellikle referandum öncesi ne böylesi ittifakların ne de sağa yanaşıp, liberal unsurlara partiyi açmanın çözüm olamayacağını ortaya koymuş, ilkesiz siyasetleri eleştirmişti. Bu seçimlerde ise yarış kimin Ankara’nın siyasetini daha iyi yürüteceği üzerine kurulunca YKP “acenta seçimine hayır” diyerek bir kez daha boykot çağrısı yaptı.
Bizler ürettiğimiz siyasetlere her zaman sadık olduk ama kimi entelektüel arkadaşlarımız bizlere hep maceraperest yada eskilerden kalma, 70lerin tartışmalarındaki “goşist-revizyonist” polemiklerindeki “goşist” kelimesi ile saldırmayı yeğlediler. Bir dönem BDH siyasetini övüp desteklememizi, aksi halde statükoyu desteklemiş olacağımızı söylerken bu seçimlerde BDH ile kavgaya giren siyasi parti saflarında yer alabilmektedirler. Çok okumanın ağırlığı altında ezilerek oradan oraya salınırken bir anda Kıbrıs’ta sosyalizmi uygulamayacağımızı da keşfedebildi, bu aristokrat entelektüel dostumuz… Demagogluk yaptığımızdan bahsedip, kendi siyasetini övmeyi yeğledi ve alternatifler ürettiklerinden bahsetti yazılarında… YKP/YBH süreçlerinde yüzlerce sayfa doküman üretildi, Kıbrıs’ın, Kıbrıslıların yaşamlarına yönelik her şeyin yazıldığı bu dokümanlar gerek internet ortamında gerekse gazetelerinde tekrar tekrar yayınlanarak herkesin bilgisine onlarca kez getirildi. Her yeni yazılan doküman için bir önceki dokümanlar referans kabul edildi, onlar üzerinden yeni alternatifler üretildi. Bunların özetleri eski programında da vardı, yenisinde de var. Buna rağmen entelektüel dostumuzun önerdiği siyasi yapıların kum üzerine yazılan siyasetleri daha bir yılını doldurmadan tarih oldu, yenisini satmaya çalışıyor ki bu da bir yılını doldurmadan tarih olacak ama ne gam, entelektüel dostumuz, bir öncekinin özeleştirisini yapmadan yeni sularda yelken açacak, biz gene maceraperst olacağız, goşist olacağız, o ise hep haklı olacak…
Sahi BDH süreci bir yıl önce bu kadar güzelken niçin şimdi başka yerlerde siyaset üretiyorsunuz, hani onurlu seslerin arkasından gitmek gerekirdi diye bir sormayacak mı?
Hade sormasın, varsın entelektüel dostumuz kendince, bulunduğu Kaf Dağının tepesinden kum üzerine siyasetler yazsın, biz işgal rejimine karşı minimum taleplerimiz için mücadele etmeyi sürdüreceğiz yani TC Elçiliğinin yetkileri kısıtlanmadıkça, TC Yardım heyeti kapatılmadıkça, asker kampından dışarı sivil otoritenin izni olmaksızın çıkamadıkça, Merkez Bankasını Kıbrıslılar yönetemedikten sonra bu ülkede demokrasinin d’sinden kimse bahsedemez, seçim yaparak bunların aklanmasına izin vermeyeceğiz, bazı dostlarımız bunu goşistlik olarak saysalar da biz bunları savunmayı sürdüreceğiz…