Kıbrıs’ın kuzeyindeki sol bir türlü dilini bulamadı. Her söylem adeta bir önceki dönemin tüm ağırlığını üstünde taşıyarak bugüne taşınmakta…
Özgür Düşünce Gazetesinde BKP Genel Sekreteri İzzet İzcan’ın röportajını okuyanlar bunu çok net anlarlar…
Ne diyor İzcan, Kıbrıs’taki sol anti-emperyalist mücadele vermeliymiş, Kıbrıs’ın kuzeyinde anti-emperyalist mücadele söylemini kullananlar; Volkan gazetesi çevresi, BKP, KSP…
Peki nasıl oluyor da ortak noktada buluşabilirler?
Anlaşılması kolay bir durum…
BKP ve KSP farklı ama benzer köklerden beslenen, anti sömürgeci, ulusal kurtuluş mücadelelerini temel doğru ve mutlak ilerici kabul eden, geçmiş sol söylemden bunu almaktadırlar ve bugüne taşıyorlar, Volkan çevresi ise küreselleşme karşısında ulus devletçilerin söylemini kullanıyor. Türkiye’de kızıl elmacıları ortaklaştıran, Türkiye Komünist Partisi’ni ve Yunanistan Komünist Partisi’ni bu çizgiye yaklaştıran da benzer bir söylemdir. BKP’nin ve KSP’nin söylemi, Türkiye Komünist Parti ve Yunanistan Komünist Parti’nin söylemlerine yaklaşık bir söylemdir. Bugün Türkiye’de bu noktada diğer yoğun tartışmalardan biri de yurtseverliktir…
Tüm söylemler sağ sapmayı bünyesinde barındıran, milliyetçiliğe açık kapı bırakan, zayıf teorilerdir.
Tüm söylemlerin ortaklaştıkları nokta, yükselen neo liberal saldırganlık karşısında, güçlenen Çok Uluslu Şirketlerin pozisyonlarını göz ardı eden, dünyayı hala 2. Dünya Savaşı sonrası yaşanan Soğuk Savaş koşullarındaki ‘emperyalist’ yeniden düzenlemeye karşı, ana olarak üçüncü dünyacılığa yaslanan, ulusal kurtuluş mücadelelerini sorgulamadan destekleyen söylemlerin eskimiş olarak bugüne taşınmış olmasıdır.
Anti emperyalizm söylemi bugünün bir kapanma siyasetidir, ulus devletin bir şekilde savunulmasıdır. Solun diğer önemli bir unsurunu, enternasyonalizmi red ederek, ana olarak ‘içerdeki’ güçlere yaslanarak, dayanışarak, birlikte küresel saldırıyı bertaraf edebilme her zaman ilerici değildir.
Küresel saldırıya karşı küresel bir direniş, bugünün kaçınılmaz gerçeğidir. Bu direniş yalnız yoksunluk ve yoksulluğa karşı değil, insan hak ve özgürlüklerinin, çevrenin korunmasını, her türlü ayrımcılığa karşı mücadeleyi ve benzeri neo liberal saldırganlık sonrası zarar gören, tahribata uğrayan değerler için ortaya konmaktadır. Çünkü neo liberalizm Çok Uluslu Şirketlerin dayatması ve Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası, IMF gibi kurumların aracılığı ile kar olgusunu ön plana çıkaran, her şeyi metalaştıran bir siyaset ile her şeye saldırmaktadır.
Sosyalistlerin bu noktada durması gereken yer, bu saldırıyı göğüslemeyecek ortak direniş hattının oluşturulmasıdır. Bu bir anlamı ile gerçek mağdurların tek cephede bir araya gelmesidir. Ve gerçek anlamı ile bu mağduriyeti yaratan da kapitalizmdir.
Tam bu noktada Türkiye Komünist Partisi, Yunanistan Komünist Partisi, KSP ve BKP’nin anti-emperyalist söyleminin sakıncaları ortaya çıkmaktadır. Çünkü bugünkü Çok Uluslu Şirketlerin saldırganlığı ile bir anlamı ile mağdur gibi duran ‘yerel kapitalistler’ gerçeği ile de karşı karşıya kalmaktayız. ‘Vatan toprağı satılmasın’, ‘yabancıya satılamasın’, ‘Rum’un parasına bizi mahkum ettiler’ gibi gerici söylem ve sloganlar ilk etapta bakıldığında hoş ve anlamlı gelse de;
Vatan toprağı yabancıya satılmadığında, bu ülkenin emekçisine mi satılacak?
Filan fabrika yabancıya satılmadığında, emekçiler mi yönetecek?
Rum’un parasına değil de Türk’ün parasına muhtaç olunduğunda, sömürü daha mı az sorun olacak?
Soruları ile konu değerlendirildiğinde sloganların ve söylemlerin altındaki gerçek yüzeye çıkar.
Komünist Manifesto’nun hiç okunmadan bile bilinen son cümlesi hep tekrarlanır, ama bir önceki cümlesi ve geneli çok az konuşulur, hatırlanır. Komünist Manifesto’da da defalarca tekrarlandığı gibi sermayenin hiç bir zaman dili, dini, rengi olmadı, hiç bir zaman da ayrım yapmadı, bu nedenle mücadeleyi geliştirirken biz sosyalistlerin de bunu asla unutmamamız gerekir. Yani küresel saldırı karşısında Boyacı’nın, Lordos’un akıbetleri sosyalistlerin hiçbir zaman gündemleri olamaz. Geçici ittifaklar, geçici yol arkadaşlıkları olabilir ama emekçiler her zaman için kendi ırkdaşları tarafından daha fazla sömürüldüğü, baskıya da uğradığı gerçeğini de unutmamak gerek…
Sosyalistlerin gündemi sömürücünün ırkına, dinine, diline karar vermek değildir. Bu nedenle anti-emperyalist mücadele farklı türde sömürgecililere karşı bir dönem bazı ülkelerde ilerici bir direnişin teorisini oluşturabilmiştir.
Ancak bugün itibari ile anti-emperyalist mücadele anti-kapitalist bir söylemi içinde barındırmazsa gerici olmaya mahkumdur.
***
Benzer şekilde sosyal hakların savunulması, sosyal politikalarda da yaşanmaktadır. Sosyal Demokrasi, devletçilikle, Keynesçi yaklaşımlarla bir anlamı ile ulus devletin savunulmasına girişmektedir. Küreselleşme karşısında açıklamakta güçlük çektiği kapitalizmin dönüştürülmeden, ehlileştirilmesi süreci bir anlamı ile karşımıza ulus devletin savunulmasını doğal olarak karşımıza çıkarıyor. Bu hali ile zaten içinde olan sağ unsurlarla bir anlamı ile daha da sağa savruluyor.
Dünya sosyal demokrasisinin bu açmazına Sosyal Demokrat bir parti olarak kurulmayan, devletin partisinin sonradan kendi kendine sosyal demokrat demesi ile bu mertebeye erişen CHP ve onun Kıbrıs’ın kuzeyindeki kötü kopyaları BDH ve TKP’nin savrulmaları aslında doğaldır. Sosyal Demokrasi özü itibari ile Marksizmi kabul ederken, onun devrimci, dönüşümü öngören kısmını yumuşatarak kendince yorumlaması sonrası 2. Enternasyonal sonrası ortaya çıkmıştı. Hep iki arada bir derede kalma halinde olmuşlardı. Almanya’da SPD, Yunanistan’da PASOK ve İngiltere’de İşçi Partisi’nin yaşadığı seçim şokları ve üçüncü yol gibi teorik kaymalarının bir çoğu bizim sosyal demokratlara fazla bulaşmadığı için, bizdeki sosyal demokratlar hep CHP’nin devlet partisi olma geleneği ve onunun yeniden inşasının çıkar yol algılanmasına benzeyen, ‘devletçilik’ politikaları, ulus devletin savulmasını gündemlerinde tuttular.
Bu nedenle küresel saldırı karşısında onlar da kapanmayı öneren bir hat izlemektedirler.
***
Anlam kaymaları kendini sol olarak tanımlayanları sağa doğru sürüklemekte, ‘vatan savunması’ gibi gerici bir hatta itmektedir.
Özgürlükçü Sosyalistler ise küresel saldırı karşısında küresel bir direnişin örgütlenmesi için çalışmaktadırlar.
Yalnız emekten yana değil, saldırı altında olan çevreden, kadından, homoseksüellerden, azınlıklardan, göçmenlerden, mültecilerden, anti-militaristlerden, kır yoksularından, topraksızlardan yana daha fazla eşitlik, özgürlük, adalet, demokrasi mücadelesi özgürlükçü sosyalistlerin gündemindedir.
Yeni Kıbrıs Partisi’nin gündeminde olan sol söylem, sosyalist mücadele de budur…
Zor olan bu mücadelenin bu kadar anlam kayması içinde anlatılmasıdır…