Bir kez daha gelip takıldık ‘seçim nedir?’, bir seçime seçim demek için ne olması gerektiğine…
Özellikle BKP ve KSP’nin seçimle ilgili açıklamalarında, adeta YKP’nin tavrı ile kendi tavırlarını ayırma istençleri net olarak ortaya çıkmakta…
TKP ve BDH’yı da girmiş sayar mısınız bilmem ama onlar kendilerini seçimlerde taraf kabul ettiler ve birkaç yerde seçime katılmayı zorunluluk hissettiler…
Bir de bu tiyatronun içinde bağımsız aday(lar) var, kendini büyük projelere adadı ve bir yerel gazete de onun söylediklerini önemseyip, çok önemli aday kabul edip destek vermeye karar verdi…
YKP tüm bu tiyatroya dahil olmamak için, bir kez daha katılmayacağını açıkladı ve bu tepkinin ortaya çıkması için sandığa gitmeme çağrısı yapma kararı aldı.
YKP’nin tavrını anlamayan, yada kendi kültürlerinin benzerinin YKP’de de olduğunu düşünen çevreler, YKP’nin tavırlarını küçümsemek yada YKP’yi karalamak için direk ve dolaylı kampanyaya girişmelerini de bu süreçte başlattılar.
Bazı çevrelerin kasıtlı anlamadığını, anlamak istemediğini biliyoruz. Onlar bulanık suda balık avlamayı severler. Biz bu çevreleri es geçiyoruz. Bulanan suyu bir kez daha netleştirmek adına bu seçimlerde de niçin sandığa gitmemek gerek onu söyleyelim…
YKP, yalnız kendi düşüncelerinden ve tavrından sorumludur. Bu yüzden katılmadığı bir seçimde kitlesini, kendisini destekleyecekleri serbest bırakmak yada insanlara ‘ne isterseniz yapın’ demek gibi siyasi sığlığa hiç bir zaman girmedi. YKP 1990-2000 yılları arasında gücü oranında tüm seçimlere katılmış, tavrını net olarak ortaya koyarak bu düşüncelere destek verenleri kendine oy vermeye çağırmıştır. YKP seçime katıldığı dönemlerde de hiçbir etkisi olamayan mecliste bir kaç sandalye kapmak için değil, kendi düşünceleri kitlelere taşımak için seçimlere katılmış, ittifaklara gitmeye çalışmıştı. 2000’den sonraki süreçte ise YKP’nin ortaya koyduğu birçok şey tartışılmaya, konuşulmaya başlanmış, seçime katılıp bunların yeniden tartışılmasının ‘verimliliği’ düşmüş ve bazı çevrelerin ‘mış gibi’ politikalarından partinin kendini ayrıştırma ihtiyacı doğmuştu. Böylesi bir süreçte parti, geliştirdiği ‘seçime katılmama’ taktiği ile kendini daha net anlatabilecek bir noktaya gelmiş durumdadır.
YKP için seçime katılıp katılmamak tamamen mevcut koşulların değerlendirmesinden geçen, dogmalara dayanmayan bir olgudur. Ancak net olan, katılsa da, katılmasa da bugünkü koşullar sürdüğü sürece bu meclisin herhangi bir şekilde etkin olamayacağı gerçeği ile mecliste koltuk kapmak için YKP’nin seçimlere katılmayacağıdır. YKP için seçim süreçleri bir propaganda aracı olmayı sürdürecek ta ki seçimlere seçim diyebileceğimiz koşullar oluşuncaya kadar. YKP için katılıp katılmama, siyasi mücadelenin verilmesinde insan ve mali koşullarının en verimli şekilde kullanılması ve siyasi koşulların her durumda kendi özgül durumları ile göz önüne alındıktan sonra verilecek bir karar sürecidir.
Böylesi bir karar alma sürecini YKP yerel seçimlere katılıp, katılmamak noktasında yapmış ve bugünün koşullarında seçime katılmayarak siyasi mücadeleye devam etmek yönünde karar vermiştir.
Katılsaydı YKP, yerel yönetimlerden ne anladığını, yerelden demokrasi için nelerin yapılması gerektiği anlatacaktı. Bu yüzden YKP katılsaydı, Belediye Başkanlıklarına değil, Belediye Meclislerine seçilmek ve burada mücadele vermenin daha önemli olduğunu anlatacaktı. YKP katılsaydı, katılımcılığın ne kadar önemli olduğunu ama bununla birlikte kamu reformunun da bununla birlikte ele alınıp, kamusal alanının veriminin artırılması için de mücadele çağrısı yapacaktı. YKP katılsaydı, askersiz şehirleri, yaşam alanı içindeki askeri birliklerin çıkarılması tartıştıracaktı. Ve buna benzer düşüncelerini kitlelere taşıyacaktı.
Ancak, bugün itibari ile hala kimin seçmen olduğunun bile denetlenemediği, TC’nin asker ve sivil bürokratlarının olağan bir şeymiş gibi günlük yaşama müdahale ettiği, kendine sol diyen siyasi oluşumların günde üç öğün şovenizm yaptığı koşullarda seçime katılıp bunları anlatmaya çalışmak imkansıza yakın gözükmektedir.
Zaten bugünkü seçimlerde ana malzemenin Dikmen çöplüğü olması da bunun net göstergesidir. Başkan adayları yaptıkları ve yapacakları büyük projeleri anlatmakta ama hiçbirisi çalışmaya\ çalıştırılamayan Belediye Meclislerini tartıştırmamaktadır. Muhalifler mevcut Belediye Başkanını seçime üç kala yapılan işlerden dolayı suçlamayı bir marifet de sayabilmektedirler. Ama Belediye Meclislerinden geçmeyen kararlar normalde uygulanamaması gerekir, o zaman Belediye Meclislerindeki kendi üyelerini suçlayan var mı?
Apolitikleştirilen seçimlerde eski teori bir kez daha yüzeye çıkıyor, ‘partiye değil adaya o verin’ şeklinde kelimelerine bürünen tehlikeli sloganlarla yerel demokrasi yok sayılarak kenti kurtaracak birer kahraman aranma yoluna giriliyor…
Tüm adaylar gerçeği biliyorlar ki kentin içindeki askerle çıkmadan hiçbir gerçek düzenlemeye doğru dürüst imza atamazlar ama söylemekle de bir şey kaybetmeyeceklerini düşünerek bol bol laf tüketmektedirler. Lefkoşa, Mağusa, Girne, Omorfo, Lefke’nin içindeki askeri birlikleri ile mi daha yaşanır Avrupalı şehirlere dönüştürülecekler, yada tüm yolları askeri barikatlarla kesilmiş Luricina’yı Kıbrıslı ile bile bağlayamayanlar Avrupa ile mi bağlayacaklar ki sınırlarından TC Dışişleri sorumludur ve açıklama yapma hakkını kendinde görür, yoksa yarısından fazlasını askerin kontrol ettiği Akdoğan, Alayköy, Paşaköy, Gönyeli’yi mi Avrupalı yapacaklar? Askere dokunamayanlar hınçlarını Dikmen çöplüğünden alıyorlar…
Rutin belediyecilik hizmetleri ile yerel demokrasiyi karıştıranların seçiminde YKP’nin yeri olamazdı.
Ama katılsaydık sözümüz askersiz şehirler olurdu, sözümüz katılımcı demokrasi için Bölge/Mahalle Komiteleri ve katılımcı bütçe olurdu, katılsaydık sözümüz kamusal yapının reform edilerek verimliliğinin artırılması olurdu, katılsaydık sözümüz halkın iktidarı için Ankara’dan değil sokaktan iktidar için bu mücadeleye katıl çağrısı olurdu, ki katılsak da, katılmasak da, bunlar için her platformda mücadelemizi yükseltiyoruz, seçimden seçime değil…