Kıbrıs’ın kuzeyinde anlamlar gerçekten birbiri içine girdi. Solda birliği tartışıyoruz sol kavramını kullanmadan…
Geçen haftaki “Eskiyemeyecek ‘birlik tartışması’ üzerine” başlıklı yazıda birlik süreci üzerine değerlendirme yapmıştık ancak taraflar konunun ‘solda birlik’ olduğunda ısrarlı, o zaman sol ne demek?
Sol değerleri tartışmayalı unutmaya başladık, insan hak ve özgürlüklerini de öyle, o zaman bunlarda mutabakat arayarak mı işe başlayacağız?
İnsan haklarını tartışacaksak hangi insanların haklarını tartışacağız, Kıbrıslı Rumların haklarını tartışmadan yalnızca Kıbrıslı Türklerin hakları ile bu sorunu çözebilir miyiz?
Soru sorarak tartışmayı açabiliriz ama geçen haftanın devamı niteliğinde solda birlik ya da tek başına birlik sorunu ele alalım…
Kıbrıs sorunu ile ilgili herkes pozisyonunu netleştirmeli, YKP için ‘bu memleket bizim’ demek tüm Kıbrıs demektir, Kıbrıslıların haklarını savunmak demek farklı din, dil, ırktan gelen tüm Kıbrıslıların haklarından bahsediyoruz. Bu noktadan YKP açısından Kıbrıslıları kuzeydekiler ve güneydekiler veya Türkçe ve Rumca konuşanlar ya da Türkler ve Rumlar diye ayırmak ve ona göre ‘insan haklarını’ savunmak düşüncesi yoktur. Bu nedenle özelde tüm Kıbrıslıların genelde tüm bireylerin insan hak ve özgürlüklerini savunmak ve bunun için mücadele etmek YKP açısından önemlidir. Başka türlüsü şu veya bu şekilde ya zaten şoven bir taleptir ya da şoven bir talebin ya da mücadele hattının önünü açacak olgudur. Elbette birçok kişinin aklı karışık olduğu için ‘ama’ kelimeleriyle süslenmiş bir sürü iddia ile ortaya çıkılabilir ama bunların yanlış algılar üzerine kurulmuş, ön yargılardan kaynaklanan ‘âmâ’lı cümleler olduğu yapılacak temel tartışmalardan sonra bile ortaya çıkacak basitlikte kurgular olduğunda iddialıyız. Kıbrıs Rum liderliğinin tavrı ile Kıbrıslı Rumların tavırlarını ayırımını yapamayan bir siyasi oluşumun şovenizmden de kurtulması zaten beklenemez…
Solun şoven ve milliyetçi dalgalanmaya karşı kırılgan olmayan, net bir tavrı olmalıdır. Özellikle birliğin bu konuda duyarlı olması yalnızca Türkçe konuşan Kıbrıslıların değil tüm Kıbrıslıların hak ve özgürlüklerini savunması yalnız bugünün değil yarının da sorunudur. Güven ancak tarafların birbirlerinin haklarını savunduğu oranda gelişecektir…
Sol değerler konusunda ise çok uzun zamandır tartışmadığımız için birbirimizi anlayabileceğimizden kuşkuluyum. Bunlar birçok kez olduğu gibi yine kâğıt üzerinde kalacak ilkeler olacak…
Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası ve IMF’nın bugün itibarı ile dayattığı neo liberal politikaları algılamadan solun birliği üzerine tartışmak ciddi bir açmazı doğuracaktır. Bugün DTÖ, WB ve IMF yoğun olarak kamusal hizmetlerin özelleştirilmesini ya da metalaştırılmasını dayatmaktadır. Bunun temel argümanlarını da son 15–20 yıl içinde yaratmış durumdadırlar. Parası olan daha iyi sağlık hizmeti alacak, parası olana daha iyi eğitim alacak çünkü kaynaklar kıttır gibi mantık ile hiçbir sorun çözülmez. Dünyadaki en yoksul yüzde on ile en zengin yüzde on arasında fark hızla açılmaktadır. En yukarıdaki zenginlerin tüm ülke ekonomisindeki paylarının arttığı da bir gerçektir. Bunun anlamı yoksulluğun genişlemekte olduğudur. Yoksulluğun gelişmesi her ülke için farklı anlamlara gittiği de anlaşılması gereken bir konudur. Afrika’da yoksulluklu gıda bulamamaktır, Asya’da yeterli beslenememek, Avrupa’da kaliteli beslenememek… Ama tümüde ortak nokta ülkenin ekonomisinin büyük kısmını kontrol eden ve çoğu kez Çok Uluslu Şirketlerle de işbirliği olanların her geçen gün zenginliklerini artırmasıdır…
Solun çağdaş görevleri arasında yoksulluğa karşı mücadele vardır. Kaliteli eğitim ve sağlık için de eşit haklar ve kaynaklara eşit erişim bu noktada önemlidir. Diğer kamusal hizmetlerden herkesin yararlanması da diğer önemli konu başlığıdır. Sol, kamusal hizmetlerin geliştirilmesi ve tüm yurttaşların bundan eşit olarak yararlanabilmesi için mücadele etmelidir. Bunu kâğıt üzerinde onaylayabiliriz ama ya pratik?
Tam bu noktada ana sloganı asla gözden kaçırmamak gerek, neo liberal politikalara karşı mücadele artık yalnız solcuların değil ayni zaman ulus devleti savunanların da gündemindedir, bu nedenle küresel saldırıya karşı küresel direnişi unutan, enternasyonalist bir hattan uzaklaşanlar hızla ulus devletçilerle ayni hattı paylaşacaklardır. Çok uluslu şirketlere karşı, neo liberal politikalara karşı mücadele ulus devleti savunmak değil emeğin özgürleşmesi için olmalıdır. Bu hassas konuyu göz ardı ederek de sağlıklı bir birlik oluşturmanın imkanı yoktur.
Solda birliğin gündeminde ayrıca diğer insan hak ve özgürlüklerini geliştirmek de olmalıdır. Mülteci ve göçmenlerin hakları bu noktada önemli olgudur. Cinsiyet ayrımcılığına karşı yalnız kadınların değil, homoseksüellerin de haklarını savunmak ve ayrımcılığı ortadan kaldırmak için mücadele önemlidir. Ana dilde eğitim bir diğer önemli haktır. Bu listeyi genişletmek mümkündür çünkü Kıbrıs ayrımcılığın her türlüsünü anlamak için maalesef iyi bir çalışma alanı sunmaktadır!!!…
Bu tartışmayı genişletmek ve tartışmayı sürdürmek mümkündür.
Taraflar açık şekilde amaçlarını ve niyetlerini ortaya koymalıdır. Ortaya konanlar turnusol kağıdı üzerine konduğunda yani yaşamda pozitif sonuç alınırsa mücadele için sağlam zemin var demektir, diğer türlü yeni bir DMP, BDH benzeri süreçle karşı karşıyayız demektir ki YKP’nin böylesi süreçlere dahil olmamak ile ilgili ortaya koyduğu tüm gerekçeleri hala daha geçerliliğini korumaktadır. Böylesi süreçlerde YKP olmadı, yenisinde de olmayacaktır.
Ve gözden kaçmaması gereken diğer bir detay da tüm bu süreçlerin başında YKP hep suçlanan taraf olmuştu ama zaman her sürecin sonunda YKP’yi doğrulamıştır. Bu nedenle, süreçler de YKP’yi doğruladığına göre kimse YKP’den hata yapmasını bekleyemez…