toplumsal muhalefettoplumsal hareketlerAvrupa Solu; NATO'ya, savaşa, nükleere karşı...
yazarın tüm yazıları:

Avrupa Solu; NATO’ya, savaşa, nükleere karşı…

Yeniçağ podcastını dinleyin

Bülent Aydın – Turnusol

Sosyal Forum’un ilk günü olan 1 Temmuz Perşembe sabahı İTÜ Maçka binasında yapılan seminerin konusu NATO’ya, AB’nin askerileştirilmesi ve nükleer silahlara karşı mücadele ile savaş karşıtlarının gündemi idi. Toplantının Moderatörlüğünü Fransa Barış Hareketinden Ariella Denis yaptı. Toplantının konuşmacıları şunlardı: Uluslararası Nükleer Silah Karşıtı Hukukçular Birliği’nden Reiner Braun (Almanya – Uluslararası Bilim İnsanları), Kerem Kabadayı (Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu), Andreas Speck (Uluslararası Savaş Karşıtları), Mezopotamya sosyal Forumundan Ayşegül Devecioğlu (Yazar ve Kadın Barış Hareketi), Tobias Pflüger (Almanya – Barış Örgütü), Eva-Britt Svensson (İsveç Sol Parti Kadınlar)

Ariella Denis, toplantının açılışında ‘6. ASF’nin organizasyonunu üstlenen Türkiye’den yoldaşlara teşekkür ediyorum’ diye söze başladı. Toplantıda özellikle AB’nin askerileştirilmesi, savaş politikaları, NATO’ya karşı mücadele konularının birleştirildiğini söyleyen Ariella, Türkiye’deki savaş karşıtı mücadelenin gündemi, Afganistan’daki işgale karşı mücadele konularının da konuşmacılar tarafından sunulacağını belirtti.

Toplantının konuşmacıları sunlardan söz etti:

SAVAŞ ÖRGÜTÜ NATO ZİRVESİNE KARŞI BARIŞ ZİRVESİ…

Reiner Braun (Almanya): NATO’ya karşı çıkmak için pek çok nedenimiz var. Geçtiğimiz Kasım ayında Portekiz’de eylemler yaptık. NATO’nun oluşturulmaya çalışılan yeni stratejik belgesinde ise her türlü kötü şey yer alıyor. Nükleer silahlanmadan, istenen ülkeye müdahale hakkına kadar. Biz NATO’ya ve savaşa karşı çalışan bir hareketiz. NATO zirvesine karşı büyük bir karşı çıkış için 15 – 21 Kasım 2010’da Portekiz’in başkenti Lizbon’da olacağız. Bu ‘Uluslararası NATO’ya Hayır’ ağının ortak eylemidir.

Benim ülkemde insanlar Afganistan’daki savaşa da militarizasyona da karşılar. Ama NATO ile ilgili aynı algı yok. NATO güvenlikle ilgili çalışmalar yapan bir kuruluş sanılıyor. Bunu değiştirmemiz şart. Belki de bu mücadele yıllar sürecek ama barışa karşı en büyük engelin NATO olduğunu anlatacağız. Hepimiz tküm ülkelerde NATO’ya karşı bilinç oluşturmak için halka gerçekleri anlatalım. Polutukacılar bunu asla yapmayacaklar. Konuşu gizli toplantılarda ele almaya devam edecekler.

Biz Lizbon’da NATO Zirvesiyle aynı tarihlerde bir büyük ‘Karşı Zirve’ örgütlemeye çalışıyoruz. Bu organizasyonda sizler de yer alın. Kasım’da Lizbon’un orta yerinde büyük bir ‘Barış Meydanı’ yapacağız. Portekizlilerin mücadele deneyimlerinden de yararlanacağız. O halk, 1975’te faşist rejimi devirdiler. Onlardan öğreneceğimiz var. Avrupa’nın bütün ülkelerinden, diğer NATO ülkelerinden , Angola ve Mozambik’ten katılımcılar olacak.

En büyük barışçı gösteri ise 20 Kasım Cumartesi günü olacak. Bütün bu süreç şimdiden herkese açık şekilde olacak. Lütfen kendi ülkelerinizde bu mücadeleyi şimdiden başlatın…”

İNCİRLİK ABD VE NATO’NUN ÖNCELİKLİ SAVAŞ ÜSSÜ…

Kerem Kabadayı (Türkiye): Konuklarımızı sıcak duygularla selamlıyorum. Son Forumu gerçekleştirdiğimiz Malmö’den bu yana hepimiz pek çok kampanya yaptık. Türkiye’de de Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu olarak, 2008’den bu yana 3 ana kampanya yaptık. Çok sayıda basın toplantıları, basın açıklamaları, yürüyüşler ve kitlesel eylemler yaptık. Bu kampanyalar: ‘Afganistan’a asker yok’, ‘NATO’ya hayır’ ve ‘İncirlik Üssü kapatılsın’ kampanyalarıydı.

Adana yakınlarındaki İncirlik Üssü, ABD ve NATO’nun öncelikli olarak kullandığı işgal üslerinden biridir. Irak ve Afganistan işgallerinde kullanımı, Parlamento ve kamuoyundan gizli tutulan bir anlaşmayla sürdürülüyor. Biz bunu teşhir ettik. Gizli anlaşmanın açıklanması ve uzatılmamasını istedik. Daha geçen hafta bu konuda TBMM’deki arkadaşımız ve İstanbul milletvekili Ufuk Uras, bir konuşma yaptı ve hükümete sorular yöneltti. Anlaşmanın süresinin uzatıldığını bile halktan gizliyorlar. Bu üste 90 adet nükleer başlık olduğu biliniyor. Biz de sokakta aynı saatlerde bir eylem yaparak bu silahları sorduk.

18 Haziran 2009’da bir kitlesel gösteri yaparak, ABD’nin Afganistan’daki işgalini ve savaşı sona erdirmesini istedik. Erdoğan – Obama görüşmesi sırasında da bir açıklama yaptık ve Afganistan’daki 750 Türkiyeli askerin geri dönmesini istedik. Maalesef Erdoğan Hükümeti bunun tam tersini savunuyor ve 1000 askeri daha oraya gönrderdiler. Askerlerin geri hizmette, kamu işlerinde calıştığı söylenerek halkın tepkisi bastırılıyor. Ama böylece Türkiye’nin de işgale destek gücü olarak Afganistan’daki varlığı kesinleşmiş oldu. Biz bundan utanç duyuyoruz.

‘Kozmik oda’ deyimini nasıl açıklamak lazım ingilizcede bilemiyorum ama yerel , kendi halkına karşı kullanılan, kürtlere karşı sürdürülen psikolojik savaş, NATO tarafından kurulmuş ve soğuk savaştan kalma paramiliter yapılar tarafından veya bunlardan arta kalanlar tarafından sürdürülüyor. Bu konunun bir soruşturma vesilesiyle gündeme gelmesi üzerine Küresel BAK olarak bir eylem yapıpıp bu örgütlerin dağıtılması, NATO’ya bağlı ve halka karşı bu gizli yapıların kaldırılmasını istedik.

Kürt halkının yıllarca uğradığı saldırılar, faili meçhuller ve Kürt aydınlarına karşı suikastler de bu yapıların işleridir. Türkiye, Avrupa’dan bakınca biraz zon anlaşılacak bir ülkedir. Burada gündem çok hızlı değişiyor. Örneğin son bir ay içerisinde bakınız burada neler oldu:  Türkiye’nin Rusya ile yaptığı stratejik bir anlaşma ortaya çıktı. Bu anlaşmanın içinde üç nükleer santralın yapımı da var. Halk buna kesinlikle karşı ve bu henüz Meclis’e de getirilmedi. Hukuki ayak oyunlarıyla oldu bittiye getirilmeye çalışılıyor. İran ve Brezilya ile Türkiye bir anlaşma yaptı. Bir takım nükleer maddelerin Türkiye’ye girmesine ve bun-rada tutulmasına yol veren bir anlaşma bu. Bununla ilgili ayrıntılar da henüz kamuoyuna açıklanmadı. Gazze’ye giden uluslararası barış ve yardım filosu İsrail askerlerinin vahşi saldırısına uğradı. 9 ölü ve çok sayıda yaralı ile sonuçlandı. Aynı süreçte Kürt sorunu çerçevesindeki çatışmalar ve can kayıpları yeniden başladı.

Şimdi elimizde yanıtsız sorular ve birçok komplo teorisi var. Kürt hareketine karşı başlatılan TSK saldırısı ve böylece ateşkesin sona erdirilerek savaşın tırmandırılması en büyük komployu oluşturuyor. Buna bağlı olarak can kaybı büyük bir hızla artmış bulunuyor. Bir diğer komplo teorisi ise çatışmanın yeniden başlaması konusunda Kürt hareketinin İsrail tarafından teşvik edildiğinin söylenmesi oldu. Oysa açılım denen sürecin tıkanması ardından bu tür gelişme herkes tarafından zaten bekleniyordu. Demokratik açılım sürecine farklı kesimlerden birçok kişi de destek verdi. Ama gereken adımlar kesinlikle atılmadı. Bir çıkmaza girildiği görülüyor. Şu günlerde Türkiye’de kötümser bir hava var. Kimse ve hatta generaller dahil, bu sorunun askeri çabalarla çözüleceğini söylemiyor. Ama ortalık milliyetçilik ve savaş kışkırtıcılığından da geçilmiyor. Önümüzdeki günlerde ve aylarda bu konuda da eylemlerimiz olacak. Pazar günü üç barış inisiyatifi ile birlikte ‘Ölüm değil çözüm istiyoruz’ diyen bir yürüyüş yapacağız İstanbul’da…

Mesajlarımız daha çok, ateşkes sağlanması ve eşik haklar üzerinden kalıcı bir barışın sağlanması yönünde olacak. İncirlik kampanyamız devam edecek. NATO karşıtı eyleme bbizler de katılmak isteriz…

AFGANİSTAN BELKİ UZAK AMA SAVAŞ BURADA DA SÜRÜYOR…

Andreas Speck (İngiltere): Açıkça görülüyor ki Afganistan savaşı işgalciler açısından son derece umutsuz ve çıkmaz bir durumda. Savaş genişliyor ve Pakistan’a doğru ilerliyor. Buna askeri bir çözüm bulmak da mümkün değil. Buradaki Irak’taki gibi bir ABD savaşı değil NATO savaşıdır. Bütün ülkelerde de bu bağlantıyı açıkça kurmak lazım. Çünkü NATO Afganistan’daki savaş demek. NATO ölüm ve yıkım demek.

NATO’nun yeni stratejik konsepti dedikleri bir süreç. Yani NATO’yu küreselleştiriyorlar. Bu savaş örgütünü üyelerinin çok dışında ülkelere doğru yaymak istiyorlar. Son olarak ortadoğudaki Arapq ülkelerini bile buraya eklemlemeye çalışan bir İstanbul girişimi var bildiğiniz gibi.

NATO Birleşmiş Milletler’e alternatif olarak kuruldu. Bütün askeri müdahaleler de ona atfedildi. Elbette NATO içinde de bazı fikir ayrılıkları var. Bunları takip etmeli ve NATO saldırganlığı hakkında halk içinde bilinç oluşturmalıyız. Örneğin kamuoyu bizim ülkede de pek çok ülkede de Afganistan savaşına karşı ama bu yetmez. Hükümetler bildiğini yapmaya devam ediyor. Tüm NATO ve savaş karşıtlarının her fırsatta bir araya gelmesi ve mücadele etmesi gerekir. Bu insanlık dışı savaşın bir NATO savaşı olduğu mutlaka iyi anlatılmalı.

Afganistan uzak bir yer ama bu savaş sadece orada değil burada da sürüyor. Tüm malzeme bizim ülkelerimizden gidiyor. Askeri üsler kullanılıyor. Askerler buradan gidiyor. Bu mekanizmayı mutlaka kırmamız gerekir. NATO’nun bu savaşı sürdürebilmesi için her şeyden önce askere ihtiyacı var. Bazı ülkelerde gönüllüler alınıyor. Bunu yapmalarını kampanyalarımızla zorlaştırabiliriz. Örneğin ABD’de askere katılmaya karşı güçlü bir direniş var. Bir yandan ekonomik kriz va yoksullaşma, askere gitmeye kadar vardırıyor insanları. Türkiye gibi zorunlu askerliğin hala olduğu ülkelerde tabii sorun daha ağırdır. Ama burada bile direniş var. Vicdani retçileri desteklemeleyiz. Türkiye’de halen 100’den fazla vicdani retçinin olduğunu ve gayet ağır koşullarda olduklarını öğrendik.

NATO’ya ve savaşa karşı kararlı ve güçlü eyleyler yapacağız. Şiddet içermeyen eylemler bunlar. Direnişi sadece yasal platformları kullanarak değil, sivil itaatsizlik geliştirerek yapmalıyız. Şiddet içermeyen her türlü eylemi yapmaktan çekinmeyeceğiz.

TÜKENEN ENERJİ KAYNAKLARININ KULLANIMI SAVAŞLARI MEYDANA GETİRİYOR…

Ayşegül Devecioğlu (Türkiye): Ben Kadın Barış Girişimi inisiyatifinin bir üyesiyim. Bir yıldır barış ve çözüm için sokaklarda eylemler yapıyoruz. Büyük kentlerde barış noktaları oluşturuyoruz. Türkiye’de yaklaşık 30 yıldır süren kanlı bir savaş var. Neredeyse tamamı Kürt olan 50 bin kişi öldürüldü. Kadınlar savaşa karşı ellerindeki tüm olanaklarla mücadele ediyorlar.

1968’lerden bu yana aslında Türkiye’de sol hareketler NATO karşıtı mücadele içinde oldu. 12 Eylül 1980’den itibaren solun tamamen ezilmesiyle bu anti emperyalist potansiyel de bastırılmış oldu. Daha sonradan anti kapitalist hareketler ve burada anlatıldığı türden barış hareketleri gelişti. Bu eylemlere biz de destek veriyoruz.

Halen Türkiye’de nükleer santrallar kurulmaşa çalışılıyor. Türkiye – İran – Brezilya arasında yapılan nükleer anlaşma ve başka bazı girişimler yeni bir nükleer güç olma hevesini gösteriyor. Anlatıldığı gibi İncirlik üssünde zaten 90 adet nükleer bomba var ve bunlar Japonyaya atılanlar kadar güçlü. Bu heves bölgemizde çok büyük bir tehlike demektir. Ortadoğu diye anılan bölgede gidişatın büyük bir felakete ve kaosa sürüklenmekte olduğunu görüyoruz. Muhtemelen bütün bu hazırlık ve gizli anlaşmalar bir yandan Türkiye’deki Kürt özgürlük hareketini yok etmeyi hedefliyor.

Komplo teorilerinden söz edildi. Evet bunların en saçması da Kürt hareketinin İsrail’in taşeronluğunu yaptığı iddiasıdır. Böyle bir şey mümkün değil. Türkiye bu kanlı savaşta İsrail’den aldığı silahları, araç gereci ve İsrailin lojistik desteğini kullanıyor. Bu bir yalan ama zaten hükümetler yalan üzerine inşa ediyor politikalarını.

Nükleer yasa henüs Meclis’e gelmedi. İnsanlar buna karşı büyük bir güçle mücadele ediyorlar. Biliyoruz ki güvenli nükleer santral yok. Çernobil’e de güvenli demişlerdi. Nükleer çok pahalı bir enerji üretiyor. Atıklarının saklanması ve tutulması büyük maliyat oluşturuyor. Kamdı ki en ucuz enerji olsa bile doğayı ve yaşamı savunanlar nükleer enerjiyi kullanmak istemiyoruz. Dünyeyı tüketen, savaşları üreten enerji kaynakları yerine yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımını istiyoruz. Nükleer enerji küresel bir risk içeriyor.

Tükenen enerji kaynaklarının kullanımı savaşları meydana getiriyor. Savaşlar ekonomik yıkıma ve göçe yol açıyor. Bu ise ırkçılığa ve yeni çatışmalara yol açıyor. Irkçılık sisteme yeni ucuz işgücü üreten bir sistemdir.

Nükleersiz bir avrupa, öncelikle piyasa ekonomisinden kurtulmuş bir Avrupa demek. Artık çevre felaketlerinin bedeli bile satın alınabiliyor. Uluslar arası anlaşmalar önemli ama piyasa ve kar mantığı oldukça bu kötü gidiş durdurulamamaz. Kapitalizm adım adım dünyanın sonunu getiriyor. bu tehdit en yoksulları ve özellikle kadınları derin etkiliyor.

Yalnız nükleer enerji değil, cinsiyetçiliğin gölgesini taşıyan hiç bir teknoloji güvenilir değildir. Güvenlik egemenlerin anladığı gibi, atıkları yomsul ülkelere göndermek değildir…

SOSYAL VE BARIŞÇI BİR AVRUPADAN SÖZ ETMEK ZORLAŞTI

Tobias Pflüger (Almanya): NATO kriminal bir kurumdur burası çok açık. Savaşları hazırlıyor ve Afganistan savaşından da o sorumludur. AB de artık bir askeri birliktir. Lizbon anlaşması ile bunu gerçekleştirdiler. Artık AB’yi yeniden değerlendirmek gerekir. Avrupa’da değişik askeri gruplar var. Bunlar operasyon birlikleri. 60 bin kişilik özel bir ordu bulunuyor. Bunları harekete geçirecek politik çekirdekler de oluşturulmuş durumda. Kararlara ağırlığını koyan da tabii Almanya gibi en fazla katılım yapan ülkeler. Ama faturayı herkese çıkaracaklar. Savaş ekonomisinin faturası bizim cebimizden çıkacaktır.

Yeni bir olgu olarak sivil kuvvetllerin de askerilyeştirilmesi ve ordu ile entegre edilmesi söz konusudur. Çevik kuvvet denilen polis gücüyle askerlerin dayanışması çok önemli. Bu da avrupanın askerileştirilmesiyle yakından ilgilidir. Tabii Avrupa’da nötr durumda olan ülkeler de var ama artık sosyal ve barışçı bir avrupadan söz etmek zorlaştı. AB’nin askeri sanayi kompleksine ihtiyacı var. 6 ülkede büyük çapta silah üretimi var. Dünyadaki silah ihracatının yüzde 75’i batılı ülkelerden çıkıyor. savaşların sorumlusu kim buradan anlaşılabiliyor. Şimdi kayıpları azaltmak için insansız silahlar üretilmeye başlandı. Savaş teknolojisini bu yönde geliştiriyorlar ve bunları Pakistan”da kullanıyorlar. Sivilleri bunlarla katlediyorlar. Bu yeni teknoloji silah endüstrisi ihraca dayanıyor. Barış hareketi silah ihracını mutlaka durdurmalıdır. Elbette bunun yanısıra silah üretimini de durdurmak gerekir.

Dünyadaki bütün savaşların sorumlusu da silah ihraç eden AB ve NATO ülkelerinidr. Örneğin yıllardır gerilim yaşayan Yunanistan da Türkiye de büyük silah ihracatçışı ülkelerdir. Bunlar da silahların önemli bölümünü 6 Avrupa ülkesinden alıyorlar.

Avrupa ülkelerinde bu silahların üretildiği noktala gitmek ve yerinde protesto eylemleri yapmak gerekir. Siviul üretim merkezlerine de gitmek lazım. Öyle merkezler var ki hem gemi makinesi motoru ama hem de tank motoru imal ediyor. Sivil bir yermiş gibi görünüyor ama silah üretiliyor.

Şurası açık ki savaş silahsız ve askersiz olmaz. Buralara odaklanmalıyız. AB artık bir askeri birliktir. Silah sanayisinin tek amacı da daha fazla ölüm demektir.

NÜKLEER SİLAHLAR HEPİMİZİ DÜNYADAN SİLEBİLİR…

Eva-Britt Svensson (İsveç): İsveç kadın hareketinin sol kanadından geliyorum. Nükleer silahlara karşı kampanya yürütüyorum. Obama geçen yıl Pnag’da yaptığı konuşmada nükleer silahların hiç olmadığı bir dünyadan söz etti. Bu umut yarattı ama gelişmeler hiç de böyle olmadı. Öyle ki var olan silahlar bir anda bu dünya üzerinden hepimizi silebilir. Bir yandan yeni laboratuvarlar kuruyorlar. Obama yeni silah teknolojisine ayırdığı bütçeyi yüzde 14 artırdı. Çok daha tehlikeli yeni silahlar üretmeye hazırlanıyorlar.

Obama yani dünyanın en büyük ve saldırgan ordusunun başı Nobel Barış ödülü aldı. Biz isveçli savaş karşıtları olarak bundan büyük utanç duyduk. ABD ordusunun başındaki adama barış ödülü verilmesi ayıptır.

Obama’nın konuşmaları elbette sözde kaldı.  Nükleer silahlarda herhangi bir azalma olmadı. Üstelik tehlikeli baska gelismeler de oluyor. Örneğin İsveç bir NATO üyesi değil ama ortak olarak NATO’nun da bir anlamda içindeyiz. Barış hareketi olarak buna karşı çıkıyoruz. Kuzey İsveç’de yani kutup bölgesinde ortak tatbikatlar yapıyorlar. Bombalama tatbikatları yapılacak. ABD bomba denemeleri yapacak. Buna kesinlikle karşıyız. Biliyorsunuz kutup bölgesinde buzlar hızla eriyor ve altında büyük gaz ve petrol yatakları var.Bunları kim işleyecek? ABD ve NATO çoktandır bu bölgeye dikkatlerini çevirmiş durumdalar.

NATO kuzey kutup bölgesinde Rusya ile egemenlik mücadelesinde. Dünyanın geleceği açısından özellikle Kutup bölgesinde ve Ortadoğuda nükleer silah bulunmamalıdır.

TARTIŞMA…

Sunuşların ardından salonda bulunan katılımcılara söz verilerek tartışmaya devam edildi. Belçika’dan katılan savaş karşıtı Ludo, Kuzey Belçika’da yapılacak savunma zirvesine dikkat çekti. Afganistan’da olduğu gibi sivil operasyonlarla askeri operasyonları bir arada kullanan yeni stratejilerin çok sorunlu olduğunu söyledi. NATO’nun yeni konseptine göre, NATO üyesi bir ülkeye saldırı olursa bütün ülkeler müdahel olacak. ‘Saldırı’ kavramı ise alabildiğine genişliyor. Belmçikalı savaş karşıtları, aktif protestolara hazırlanıyor ve şu sıra NATO ile ilgili teşhir kampanyası sürdürüyorlar.

Avrupa parlamentosu Yeşil Sol grup üyesi Portekiz’den gelen Hilda, NATO zirvesine karşı büyük bir kampanya yaptıklarına dikkat çekti. Özellikle 29 Ekim’de büyük bir yürüyüş olacak ve herkesi buraya davet ediyoruz dedi. Kasım ayında yşapılacak etkinliklere Portekiz sendikaları da katılacak.

3 TEMMUZ CUMARTESİ: SAVAŞ KARŞITI HAREKET

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu’nun düzenleyicilerinden olduğu dördüncü savaş karşıtı buluşma 3 Temmuz Cumartesi saat 09.30’da İTÜ Maçka binasında yapıldı. Toplantıya katılım yine yoğun oldu. Moderatörlüğünü Fransa’dan Ariella Denis’in yaptığı seminerin konusu ‘Savaş Karşıtı Hareket’ idi. Ariella özellikle konuşmacılar ve katılımcılardan önümüzdeki dönemde yapacakları kampanyalar hakkında bilgi vermelerini istedi.

Bu toplantının konuşmacıları şunlardı: Jeremy Corbin (İngiltere – İşçi Partisi Milletvekili), Ufuk Uras (BDP İstanbul Milletvekili), Şenol Karakaş (Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu), Inge Höger (Almanya – Sol Parti Federal Milletvekili), Ricardo Robles (Portekiz)

Şöyle konuştular:

Şenol Karakaş (Türkiye):  1 Mart 2003’te, ABD’nin kuzey’den Türkiye ile birlikte Irak’ı işgali için gereken Meclis tezkeresi, savaş karşıtlarının çabası ve halkın tepkisi neticesinde reddedildi. Bu aslında o dönemde tüm dünyada yükselen savaş karşıtı hareketin bir başarısıydı. Savaş karşıtı hareket de Seattle’da yükselen anti kapitalist hareketin bir ürünüydü. Bush tüm dünyada bir nefret simgesi oldu. Afganistan’ın işgali, Irak işgalinin hazırlığıyda. Savaş karşıtı hareket tüm ülkelerde bir kampanya örgütledi. O güne kadar görülmemiş büyüklükte bir dayanışma ağı oluşturuldu. Milyonlarca insan aynı günde sokaklara çıktı. Hatta savaş karşıtı hareket kastedilerek artık dünyada iki süper güç var denildi.

Son olarak Gazze’deki ambargoya karşı Filistin halkıyla dayanışmak için giden yardım gemilerine saldırdılar. 9 kişinin öldürülmesi ve onlarcasının İsrail askerleri tarafından yaralanması üzerine büyük uluslararası tepki oluştu. Türkiye’de tüm illerde gösteriler oldu. Biz de Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu olarak protestolara katıldık.

Savaş karşıtı hareketin başka kazanımları da oldu. Irak savaşına ABD’nin yanında katılann bazı ülkelerde hükümetler düştü ve yöneticiler kaybetti. ABD’de de Bush sokağa çıkamaz hale geldi. Cumhuriyetçiler seçimi kaybetti. Obama savaş politikalarını eleştiren bir vurguyla seçimi kazandı. Savaşı ABD hiç bir aşamada kendi istediği şekilde yürütemedi. Küresel çapta örgütlediğimiz büyük eylemler ise bizim için kazanım oldu.

Uluslararası enternasyonalist dayanışma bu süreçte biraz daha güçlenmiştir. Kazanana kadar devam eden kampanyalar örgütlenmesini öğrendik. Obama savaşa karşıyım dedi ama Afganistan’a daha fazla asker sevk etti. Orada Türkiye’nin de askerleri var. Bölgemizde kriz ve savaş tehdidi yükseliyor.

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu olarak, Afganistan’daki işgale karşı kampanya yapacağız. Filistin halkıyla dayanışma eylemlerimiz olacak. NATO zirvesinin protesto edilmesine ve alternatif zirveye biz de katılacağız. 4 Temmuz Pazar günü İstiklal Caddesinde ‘Ölüm değil çözüm’ eylemi yaparak, barışın sesini yükseltmeye çalışacağız. Bu eylemi dört barış inisiyatifi gerçekleştiriyoruz ve burada bulunan tüm arkadaşlarımızı da bizimle birlikte yürümeye davet ediyoruz…”

AFGANİSTAN’DAKİ TÜM ASKERLER GERİ ÇEKİLMELİ…

Inge Höger (Almanya): Ben Die Linke’den geliyorum. Federal Milletvekili ve Silahsızlanma Politikaları Sözcüsüyüm. Biz seçim kampanyası boyunca ve parlamentoda da Afganistan’daki savaşı önemle ele aldık ve buna karşı kampanya yaptık. Afganistan’daki tüm askerlerin hemen oradan geri çekilmesini istiyoruz. Angela Merkel, Afganistan’daki savaşı olumlamak amacıyla NATO’nun geleceğiyle ilişkilendiriyor. Obama barış sözleri ettikten sonra, tuttu 60 bin olan işgalci askerlerinin sayısını 100 bine çıkardı. Üstelik oraya saldırma gerekçesini nefsi müdafa dediler ama 11 Eylül 2001’den itibaren zaten hep böyle diyorlar.

Afganistan’da bulunmalarının ve bu kadar insanı öldürmelerinin tek bir nedeni var. Bölgedeki doğal kaynakları ele geçirmek, enerji yollarına hakim olmak istiyorlar. Bu bir hegemonya savaşıdır.

Seçim kampanyasında bunları savunduk ve insanlar bizi desteklediler. NATO’nun savaşının sona erdirilmesi halk atrafından da isteniyor.

Burada söz edilen Gazze’ye yardım filosu içindeki Mavi Marmara gemisinde olanlardan birisi de bendim. Söylenenler az bile. Biz Die Linke’den 5 kişi katıldık. Aniden saldırıp insanları öldürüp resmen katlettiler…”

KÜRESEL SİLAHSIZLANMAYA İHTİYAÇ VAR…

Jeremy Corbin (İngiltere): Ben de Savaşı Durduralım Koalisyonu ve Nükleer Karşıtı Hareket adına buradayım. İngiltere’de başından beri büyük bir kampanya yürüttük. Çok geniş katılımlı mitingler yaptık. Görülmemiş sayılara ulaştık. Milyonlarca insan savaşa karşı sokaklara döküldü. Kısa bir sürede Irak’taki işgale ve savaşa karşı kamuoyu tepkisi canlandı. Ben milletvekiliyim. Parlamentoda da mücadele yürüttük.

Blair yalanlar söyledi ve yasalar geçirdi ama giderek imajı çok zedelendi ve savaş süreci nedeniyle görevinden istifa etmek zorunda kaldı. Parlamentoda çok sayıda ve çeşitli önergeler vererek, savaşın ardındaki hukuki boşluğu açığa çıkarmaya çalıştık. Çünkü İngiltere’nin ABD’nin yanında bu savaşa sokulması kesinlikle hukuki değildir. Resmen yalan dolan ve sahtekarlıkla onca insanın ölümüne yol açtılar.

NATO’yu 1948 yılında İngiltere ile ABD kurdular. Bu bir soğuk savaş örgütüydü. Bu dönem sona erdi ve Varşova Paktı dağıldı. Ama NATO devam etti ve aksine yapısını güçlendirdi. 11 Eylül sonrası batı ülkelerinde askeri harcamalar arttı ve savaşa gidildi. Sadece Irak ve Afganistan savaşları değil, orta asya ülkelerinde büyük üsler kuruldu. Irak savaşı tamamen gayrı meşrudur. Irak’a silahlar batılı ülkeler tarafından satıldı. Ben 1980’lerde de Irak’a silah satışına karşı çalışıyordum. İngiltere’de 1949 sonrası nükleer silahlar geliştirildi. Büyük paralar harcandı. 1957’de hidrojen bombasını yaptılar. Daha sonra bu tür silahları ABD’den temin ettiler. Nükleer silahlar savunma amacıyla değil. Nükleer silahlanma caydırıcı falan değil tamamen saldırgandır.

Rusya, Çin, ABD ve Fransa nükler silahlar yapan ülkelerdir. Nükleer silahlanma aynı zamanda aşırı pahalı bir politikadır. Güvenlik ve silahlanma politikalarını İngiltere’de de kışkırtıyorlar. Parlementoda ‘nükleer silahlara ihtiyacımız var’ diyen milletvekilleri oldu. Bunu insani gerekçelere dayandıranlar oldu. Oysa herkes biliyor ki buraya akıtılan dev kaynaklar, başka alanlara aktarılabilir. Eşitsizlik ve adaletsizlikler böyle azaltılabilir.

Askine küresel silahsızlanmaya ihtiyacımız var. Nükleer silahların azaltılmasını mutlaka sağlamalıyız. Örneğin Hindistan ve Pakistan arasında süregelen gerilim çok tehlikelidir ve her ikisinde de nükleer silahlar var. Kuzey Kore’de de bunlardan var ama onun ekonomik durumu çok kötü ve Çin’in sürekli baskısı altında. Kendi başına davranabilmesi zordur. İsrail’in de en az 200 nükleer başlığı var. Ortadoğu’da barış dünye için çok önemli ve önceliklidir. Ne yazık ki dünyanın büyük bölümünde insanlar bununla ilgili değil.

Tabii bütün bunlar hep savunma adı altında yapılıyor. Hiç saldırı sözü edilmiyor. Oysa tüm savaşlar, iktidar, güç, yer altı kaynaklarını ve ticaret yollarını ele geçirmek içindir. 1980’lerdeki savaş yanlılarıyla bugünküler aynı savları kullanıyor. Bunları teşhir etmek ve silahlanmaya ayrılan kaynakları sınırlamak gerekiyor. Bu kolay değil çünkü dünyadaki en güçlü lobi silahlanma ve nükleer lobisidir.

Silahlanmaya bütçeden önemli bir pay ayrılıyor. Oysa kriz var denip, sağlık, eğitim ve kamusal hizmetlerden kesintiler yapılıyor. Böylece sosyal sistem çöküntüye uğratılıyor. Sosyal toplum çöküşe götürülüyor. Afganistan savaşına son vermek ve nükleer silahlanmayı engellemek sosyal toplumu sürdürmek için de gereklidir.

BAŞKA BİR SOSYAL FORUM DA MÜMKÜNDÜR…

Ufuk Uras (Türkiye): “Öncelikle konuklarımıza İstanbul’a hoş geldiniz diyorum. Bu gördüğünüz İstanbul, savaşın sonucu büyük göç hareketleri ile bugün 17 milyon nüfüslu en büyük Kürt şehridir aslında. Yapısal ve sosyal sorunları ise giderek büyüyor. Doğudaki savaşın açıları burada da derinden hissediliyor.

Öncelikle ‘başka bir sosyal forum mümkündür’ şiarıyla yola çıkmamız lazım. Biririmizle konuşmaktan ziyade, mutlaka kendi benzemezlerimize de ulaşmalıyız. Bizim gibi düşünmeyenlerle de tartışma olanakları gerçekleştirmeliyiz bu tür platformlarda.

Dün TBMM’de nükleer santral kurulmasına ilişkin anlaşma Dışişleri Komisyonundan geçti. Önümüzdeki hafta da büyük ihtimalle genel kuruldan geçecek. Muhalefetimizi yapıyoruz ama Meclis’te ağırlığımız yeterli değil, bu tür kararları etkileyemiyoruz. Tartışma açıyor, gerçekleri gündeme getiriyoruz.

Savaş karşıtı bir milletvekili olarak çalışıyorum Meclis’te. Geçtiğimiz günlerde, Küresel Barış ve Adalet Koalisyonunun İncirli Üssü ile ilgili soru önergesini Meclis’e ilettim ve Başbakan’a soru yönelttim. Henüz bir yanıt yok. İncirlik ile ilgili gizli anlaşmayı sordum. Bunun bilgisini bugüne kadar yasal ve demokratik yollardan alabilmiş değiliz. Yine geçtiğimiz hafta Meclis’te Lüban’da asker bulundurma süresi uzatılarak yenilendi. Kamuoyuna pek yansımadı. Oysa bu konularda fikri takip çok önemli. Ben TBMM’de bugüne kadar nükeer karşıtı ve savaş karşıtı bir hat tutturmaya çalıştım. Nükleer santrallerin de nükleer silah olduğunu biliyorum.

Almanyadaki Die Linke benzeri bir geniş sol oluşum için çalışırken, DTP’nin kapatılması ve 2 milletvekilinin düşürülmesi üzerine, yerine kurulan partinin yeniden parlamentoda grup oluşturabilmesi için BDP’ye katıldım. Bunun olumlu sonuçlarının olduğu kanaatindeyim. Türkiye’de sol, gelişen milliyetçi dalgadan ötürü Kürt hareketi ile arasına mesafe koymayı tercih ediyor. Parlementoda durum daha da vahim. Örneğin sınır ötesi operasyon tezkerelerine sadece BDP hayır oyu veriyor. Sol ve sosyal demokrat olarak bilinen ama ne sosyal de de demokrat olabilen muhalefet partisi tüm bu konularda tamamen miliyetçi bir tutum takınıyor.”

ŞİDDET VE 12 EYLÜL REJİMİNİN TASFİYESİ BİRLİKTE SAĞLANACAK…

“Kürt sorununda şiddetin ve 12 Eylül rejiminin tasfiyesini birlikte sağlamak gerekir. Ama bugün bu sürecin öznesi yoktur. Bu kilitlenme döneminde Küresel BAK gibi sivil ve geniş yapıların üzerine büyük görevler düşüyor.

Savaş lobisi yeniden harekete geçmiş görünüyor. Her gün yeni çatışmalar ve yeni ölüm haberleri var. Bir süredir en çok cenaze de Şırnak’a geliyor Eskiden bu bölgelerden askerleri çatışmalara sürmezlerdi. Şimdi bu politika değişmiş görünüyor.

Kısmi Anayasa değişikliği var gündemde. Referandum yapılacak. Bu konuda daz kamuoyunun kafası karışık görünüyor. Biz yurttaş merkezli bir anayasayı savunduk. Mecliste BDP’lilere yapılan baskının kaldırılmasını, taş atan çocukların serbest bırakılmasını ve %10 seçim barajının indirilmesini istedik.

Barış mücadelesinin en önemli yanı militarizme de karşı olmaktır. Militarizme karşı olmadan savaş karşıtı olunamaz. Geleneksel sosyal demokrat sol militarizmle arasına kesinlikle mesafe koymuyor. Bizim sol ise güçsüz durumda. Önümüzde seçimler var ve görünen o ki solun çok büyük bir kısmı yine CHP’nin peşine takılacak. Üçüncü bir seçeneği mutlaka yaratmalıyız.

Kapitalizm yeni sorunlara ve büyük acılara yol açıyor. Rosa Luxemburg kapitalizmi ‘kuyruğunu yiyen yılana’ benzetmişti. Ne uzun kuyrukmuş demekten alamıyor insan kendini. Sol her şeyden önce savaşa ve militarizme karşı olmalıdır. Küçük dalgalardan büyük dalgalar oluşturmalıyız. Dalga kıyıya doğru giderken öndekine şikayet ediyormuş ‘kıyıya vurup yok olacağız’ diye. Hayır demiş öndeki dalga, yok olmuyoruz, denize karışacağız…

Bugünkü durum ne kadar elverişsiz olursa olsun, birlikte yaratacağımız barış ve sol dalganın hepimizin hayatını değitireceğini biliyoruz. Zaten bizi ayakta tutan da budur…”

NATO DAHA DA TEHLİKELİ OLUYOR…

Ricardo Robles (Portekiz): NATO Karşıtı harekettenim. Gördüğüm kadarıyla bu ASF’de savaş karşıtı tartışmalar önemli bir yer tutuyor. Bu gereklidir gerçekten de. Dün Portekiz’de NATO zirvesi planlarını konuşuyorlardı. Yapılacak zirvenin NATO’nun geleceğini şekillendireceğini söylüyorlardı. Doğrudur ama bu geleceğe biz de müdahalede bulunabiliriz. Bu amaçla buradayız.

Savaş ve barıştan söz ederken NATO’yu konuşmamak zaten mümkün değil. NATO en saldırgan ulus-ötesi savaş aygıtıdır. NATO’nun başkanı Anders Rasmussen’in talebiyle ABD eski dışişleri bakanı Madeleine Albright hazırlamış yeni konsept raporunu. Anlayın artık siz bunun içeriğini. Aslında bu belgede yeni olan da hiç birşey yok. Aslında 1990’larda NATO’nun varlık gerekçesi ortadan kalkmış bulunuyor. Şimdi kendilerine yeni bir rol oturtmak istiyorlar. Bu nedenle NATO’nun zirvede hazırlanacak belgeye ihtiyacı var. Çünkü halkları ikna etmeleri de gerekiyor. Çünkü bu dev savaş makinesinin bütün masrafını sıradan insanların vergileri ödüyor.

Yeni NATO belgesinde birkaç ana fikir var. Küresel müdahale kavramı oturtuluyor. Yeni belgede müdahale koşulu savunma gerekçesinin ötesine taşınıyor. Zaten yıllardır tüm saldırılar savunma bahanesiyle yapıldı ama artık bu bahaneye de ihtiyaçları olmayacak. NATO’nun tüm üsleri aslında saldırı üsleridir. Dünya’da yeni tehditler olduğu ve buna topluca yanıt geliştirilmesi gerektiği fikri işleniyor. Yani NATO, dünyadaki suç örgütleriyle de mücadele edecekmiş. Tabii bu istediğimiz yere müdahale ederiz demek…

Yine ‘ticaret yollarının güvenliği’ gibi yeni tanımlanan tehditlere karşı da strateji öneriliyor. Öyle geniş bir çerçeve çiziliyor ki artık NATO istediği zaman istediği yere müdahale edebilir.

Çoklu ortaklık anlayışı geliştiriliyor. Böylece NATO sadece üyeleriyle sınırlı kalmayacak ve yeni ortaklıklar oluşturacak. Yani NATO isteyen her ülkeye açıktır demek istiyorlar. Tabii böylece NATO’ya yeni kaynaklar bulmayı düşünüyorlür. Ortaklık tanımıyla NATO üyesi olmayan ülkeler de askeri operasyonlara katılabilecek. Bunu örneğin Afganistan’da zaten gerçekleştirdiler.

Yeni stratejik belge rapou gerçeklerin tam tersini söylüyor. Örneğin Afganistan bugün NATO tarafından kontrol ediliyor değil, tam aksine tamamen kontrolden çıkmış durumda.

15 – 21 Kasım’da Lizbon’da yapılacak 1 haftalık NATO karşıtı zirve ve eylemlerimiz onun için önemlidir. Herkesi buraya bekliyoruz. Geleceğin şekillendirmesinde biz de pay sahibi olabiliriz. Hep birlikte barış dalgasını yaratalım…”

TARTIŞMA…

Sunuşların ardından her oturumda olduğu gibi salonda bulunan katılımcılara söz verilerek tartışmaya devam edildi. Almanya’dan ‘Nato’ya ve savaşa hayır koalisyonu’ndan  Reiner Braun, NATO’nun mevcut stratejininin de zaten çok ağresif olduğuna dikkat çekti ve şöyle dedi: “İki önemli yeni nokta var yeni belgede. NATO füze kalkanı sisteminin iplerini eline almak istiyor. Sistemlerin tüm masrafını da elbette bizlerden alacaklar. İkincisi, Avrupa Birliği, NATO içinde ikinci bir ortak gibi kabul ediliyor. Tüm üye devletlerin vatandaşları NATO’nun militarizasyonununun kaynaklarını ödeyecekler. Yani okul hastane yerine silah ve mühimmat… Arkadaşlarımın söylediği gibi, burada en kilit konu Afganistan savaşıdır. Eğer tüm ülkelerdeki savaş karşıtı hareket savaşın durmasını gerçekleştirirse NATO da kaybetmiş olur. Bu da ABD’nin Vietnam savaşını kaybetmesi kadar önemli bir durumdur. O yüzden ben de çağrıyı tekrarlamak istiyorum. Lizbon’a hepimiz gidelim…”

Toplantının moderatörü Ariella Denis, 15 – 21 Kasım’da Lizbon’da yapılacak NATO karşıtı etkinliklerin ve Afganistan savaşının yıldönümünde 8 Ekim’de yapılacak savaş karşıtı toplantıların ajandada yerini aldığını ve anti nükleer kampanyanın önemle gündeme alınması gerektiğini çünkü risk altında olanın hepimizin geleceği olduğunu söyledi. Katılımcılara da kendi kampanyalarını dile getirmelerini duyurdu. Metin önerileri ise Pazar günü yapılacak asambleye getirilecek.

Küresel BAK’tan Şenol Karakaş, Kürt sorunu çerçevesindeki çatışmaların hızla yükseldiğini belirterek militarist ve milliyetçi odakların çabalarına karşı Türkiye’de Barış Günü olarak kutlanan 1 Eylül’e kadar bir barış kampanyası önerileceğini belirtti ve diğer ülkelerdeki hareketlerin de bu konu çerçevesindeki gelişmeleri takip etmesini istedi.

Gürcistan’dan gelen savaş karşıtı  Ucha Nanacvili, Kafkasya ülkelerinden katılımla Haziran 2011’de uluslararası bir barış toplantısı yapılacağını ve herkesi oraya davet ettiklerini belirtti.

Belçika’dan katılan Ludo, AB’ye yumuşak güç denildiğini ama gitgide askeri bir güç haline geldiğine dikkat çekti. AB Lizbon anlaşmasından sonra bu sürecin kesinleştiğini belirten konuşmacı, NATO karşıtı tutumun belirleyici olacağını söyledi.

Danimarka’dan gelen katılımcı, Orta asya ülkelerinde çok tehlikeli gelişmeler olduğuna ve oradaki saldırganlıkların batılı ülkeler tarafından da desteklendiğine dikkat çekti. Afganistan’daki savaş, Orta asyadaki çatışmaların da yayılmasını tetikliyor.

İtalya’dan Martin, Birinci ASF’de kararlaştırılan büyük yürüyüşün savaşı durduramadığnı ama uluslararası dayanışmayı güçlendirdiğini belirtti. Şimdi Irak’ta yeniden bir sivil toplum oluşuyor. Çok zor koşullarda çalışıyorlar. Küresel sivil toplumu ve tüm savaş karşıtlarını Irak’taki bu tür kuruluşlarla dayanışmaya çağıran konuşmacı, Irak halkının kendilerini dinleyecek inisayiflere ihtiyacı olduğunu belirtti.

İngiltere’den Jasmin, küresel çapta yayılan savaşlar ve militarizmle ilgili farkındalığın artırılmasının çok önemli olduğunu belirterek, son savaşlarda rol oynayan özel güvenlik şirketlerine karşı da bir farkındalık oluşturmaya çalıştıklarını belirtti. Bu çok önemli çünkü bu tür özel şirketlerin faaliyetleri savaş üzerindeki demokratik kontrolü azaltıyor. Örneğin İsrail, özelleştirimiş ordu konusunda en önemli örnek. Gazze’deki son saldırılarıda taşeron güvenlik şirketlerini kullanmışlar. Jasmin, savaş karşıtı hareketlerin tüm etkinliklerinde özel ordular ve askerlerin faaliyetine de dikkat çekmelerini ve bunların sınırlandırılmasını sağlamayı istedi.

KIBRIS’I UNUTMAYIN…

Kıbrıs Savaşa Hayır Koalisyonundan ve Yeni Kıbrıs Partisi Genel Sekreteri Murat Kanatlı söz aldı: Herkes işgalden söz ediyor. Dikkatinizi Kıbrıs’taki işgale de çekmek isterim. Kıbrıs bir türlü uluslararası ajandaya giremiyor. Türkiye kıbrısın üçte birini yıllardır işgal altında tutuyor. Kıbrıslıların desteğinize ihtiyacı var. b1974’den bu yana Türkiye 40 bin askerini adada tutuyor. Biz adaya yeni asker ve malzeme getirilmesini engellemeye çalışıyoruz. Temmuz ve Ağustos ayları işgalin yıldönümü sayılıyor. Adaya yabancı askerlerin inmesi bu aylarda oldu. Bu aylarda eylemlerimiz olacak. Adada halen kayıp üc binkişi var. Bu sorun da kampanyalarımızda yer alıyor.

Ardından söz alan İngiltere İşçi Partisi Milletvekili Jeremy Corbin, Kıbrıs’ın NATO için büyük askeri önemi bulunduğuna vurgu yaptı. Adada bulunan İngiliz varlığına dadikkat çeken konuşmacı, adadan sadece Türkiye’ninkiler değil tüm yabancı askerlerin çekilmesi gerektiğini belirtti.

Anarşist Kolektif’ten Çetin Gürel söz alarak, Türkiye’de ordunun profesyonelleştirilmesi adımlarının atıldığına dikkat çekti. “Özel ordu kurulması için 500 bin yeni eleman alınacak. Bu durum Kürt sorunu çerçevesindeki çatışmaları muhtemelen daha kötü bir hale getirecek. Bu ülkede yaşayanlar olarak neler kaybeceğiz?”

UFUK URAS: POLİTİKA KONUŞMAKTAN POLİTİKA YAPMAYA GEÇMELİYİZ…

İstanbul Milletvekili Ufuk Uras, kendisine yöneltilen soruları yanıtlamak ve önerileri için tekrar söz aldı:

Başbakan Erdoğan Kürt sorununun çözümü için Kuzey Irak’taki baskıyı artırmak için NATO’nun devreye girmesini istedi ama bu konuda pek destek görmedi. Spekülatör Soros, Türkiye’nin en büyük ihraç kaleminin ordusu olduğunu söylemişti. NATO’nun ikinci büyük ordusu burada bulunuyor. Türkiye’de bir anti – NATO anlayışı mevcut değil. Zaten bizde dış politika meseleleri pek gündem olmuyor. Bizler de artık politika konuşmaktan politika yapmaya geçmeliyiz. Örneğin Avrupa Sosyal Forumu çerçevesinde oluturulmuş barış grupları, Kürt sorununun çözümüne yarayacak diyalog için inisiyatif alabilirler mi? İmralı’ya ve Kandil’e gidebilirler mi?

NATO konsepti gerçekten değişti. Soğuk savaş dönemi geride kaldı. Artık NATO’nun hedefi yoksullar ve isyan edenlerdir. Bütün dünyada gettolaşmanın hız kazandığını görebiliyoruz. Tatil yerlerinde bile ingiliz turistlerin ingilizlerle tura çıktıklarını, almanların almanlarla etkinlik yaptıklarını görüyorum. Yani gettolaşma ve partikülleşme siyasi konular dışında bile geçerli.

Örneğin, Gazze’ye uluslararası yardım götüren Mavi Marmara gemisinin simgesel bir önemi oldu. Portekiz’deki NATO karşıtı zirve için de böyle bir yöntem uygulanabilir mi ona bakmak lazım.

Savaşlar ve yoksulluk büyük göç hareketleri yaratıyor. Bu konuda Türkiye de batının gardiyanı konumunda görülüyor. Hemen şurada Kumkapı’da bir göçmen kampı var. Sosyal Forum bu konuyla da ilgilenmeli.

Ordunun profesyonelleşmesi tartışması var. Biz ordu amatör kalsın da demeyelim ama 15 günlük askerlerin cepheye sürüldüğü bir gerçek. Bu kabul edilemez. Şurası bir gerçek ki bu sorun kanla ve şiddetle çözülemez.

Barış hareketinin en önemli sorunu ‘suyu bulandırmayın’ konformizminde saklı. İnsanlar mevcut durumu değiştirilemez kabul etmiyi eğilimli. hani Dario Fo’nun ‘Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü’ oyununda denildiği gibi: Boynuna kadar pisliğe batmış olana el uzatılınca ‘aman suyu bulandırma’ demiş…

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
325AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin