Toplumsal tavır alışlarda, bu tavır alışlarla ilgili olarak; ilgili kamu oylarının da kendini konumladıkları bir sürecin içinden geçiyoruz.
Süreç; herkesin eteğindeki taşları ortaya döktükleri ve bunu anlamlandırdıkları, tanımladıkları bir dönem olarak işlemektedir.
Esas olarak kuruluş sürecinden başlayarak, günümüze kadar gelen çeşitli “anayasa”lar öz olarak devleti kutsayan, devleti koruma öncelikli anayasa karakterindendirler. Bunlardan bir tanesi var ki, oluşturulurken; oluşturma sürecindeki uygulamaların uygulayıcılarını ceza kanunu hükümleriyle karşılaştırmamak için özel donanımlara tabi tutulmuştur.
Bu anlamıyla adını aldığı dönemden bu yana, bu anayasa, her taraftan eleştiriye uğramasına rağmen ve yığınla maddelerinin değiştirilmesine rağmen; ona yönelik eleştirilerin devamı hala devam etmektedir. Çünkü, bu anayasaya yönelik olarak yapılan değişikliklerin ana karakteri, var olan anayasanın ruhunun korunması ortak anlayışı üzerinden yapılmış olmasıdır. Doğal olarak da, yapılan değişiklikler 12 Eylül anayasasına yönelik olarak yapılan eleştirilerin önünü alamamıştır.
Bugünde, 12 Eylül anayasasına yönelik olarak, parlamentoda yapılan değişikliklerin kabul edilmesi referanduma sunularak, toplum karar sürecine ortak edilmeye çalışılmaktadır. Geleceğe yönelik olarak çeşitli vaatler olsa da, bunun yanında ister öznel, ister nesnel olsun; korkularda var olma durumundadır.
Bu referandum konusunda esas olarak iki anlayışın olması gerekirken, süreç bize bunun böyle olmadığını anlatmaktadır.
Referandumda; sosyalistler,yüzü sosyalizme dönük demokratlar ve anlayışlar; sürece eklemlenerek girmekten başka bir konumlanma durumuna, nesnel olarak girememişlerdir. Özgürlük anlayışları ise, kendi özgünlüklerinin gerçekliği üzerinden farklı tavır almalarını deklere etmiş durumdadırlar. Ve son dönemde ki ilave açıklamaları ile de, fiili anlaşmalarla bu sürece politik tutum alışlarda esneklikler yapabilecekleri beyanat olarak ortaya sürmüş bulunmaktadırlar.
Türkiye solu, reel sosyalizmin; dünya da gelmiş olduğu sonuç ve 12 Eylül çökertmesi ile birlikte kendini, bir türlü ayakları üzerine dikme becerisine ulaşamamıştır. Sosyalizm, hala cazibe merkezi olma konumuna kendini eriştirememiştir.
Referandum, bu anlamıyla Türkiye sosyalistlerine; demokratik karakterlerle ve özgürlük karakterleri ile gelecek vaat eden yeni ilişki imkanlarını sunmuştur. Bundan da önce ; sosyalizme ve örgütlerine toplumun önüne çıkma imkanı yaratmıştır.
Sosyalist ve özgürlük çevreleri, bu sürece; kendi anayasal anlayışları temelinde ortaklaşarak, yaratacakları anayasa metni ile gitmeleri gerekmektedir. Özellikle sosyalist çevrelerin, böyle bir ortaklaşma metni temelinde topluma referandum konusunda sözlerini söylemeleri, sosyalizm çevrelerinin ortak pratiği ve ortak dili olmalıdır.
Böyle bir tarz; sosyalistlerin gücünün birliğinden kaynaklanan ortak ajitasyon ve ortak propaganda sesinden dolayı, bağımsız bir duruş ve bağımsız bir dil oluşmasını da beraberinde getirecektir. Bu referandumda ana amaç, sosyalizm dilini ve gücünü; ajitasyon ve propaganda da ortaklaştırmak olmalıdır. Böyle bir kuvvet birliği oluşturulduğunda, ara kıvrılma olarak adlandırabileceğimiz; çevrelerin özgün tutum alışları olan EVET-HAYIR-BOYKOT tavırları, sosyalizmin gücünü engellemeyecektir. Ayrıca, özgünlüklere tekabül eden bu tavır alışlar; düzen partilerinin tavır alışları ile eşleşmez, kendi siliklenmelerine de vesile olmazdı.
Burada, irade beyanının ‘çünkü’leri, ortaklaşmanın ana kucağından güç almış olacaktır.
Bundan dolayı EVET, bundan dolayı HAYIR, bundan dolayı BOYKOT anlatımlarının hepsinin beslendiği ana kaynak ortaklaşmış anayasa metni olacaktı.
Ajitasyonda, propaganda da birliklik, tutum alışlarda özgünlüklere izin vermek çizgisi temeli üzerinden bu süreç kurulmuş olsaydı; “bu yolda, hayatımızı namusumuzla tamamlamak” gizli kaygılarımızın yerine, geleceği kurma ülküsünden kendimize yeni heyecan, yeni enerji yüklemenin imkanlarına sahip olabilirdik.
Sosyalizm ortak dil olduğundan, toplumda dikkat çeken odak imkanına kavuşmuş olacaktı.
Ne yazık ki, basiretlerimizin, bizi oraya götürme yeteneğinden yoksunuz.
Dünden bugüne miras olarak taşıdığımız bu yoksunluğumuz, vazgeçilmezimiz olarak hala devam ediyor.