Birgün gazetesinde yayınlanan bildiriler ve bazı gazetecilerin açıklamaları:
Darbe sonrası yayınlanan ilk bildiriler
Türkiye’de 12 Eylül Darbesi ve Devrimci Mücadele (Devrimci Yol, Kasım 1980)
…Egemen sınıfların 12 Eylül’de resmi güçlerini bütünüyle devreye sokmaları, bir yönüyle de, bu güçlü devrimci direniş hareketi yüzünden, eski yöntemleri ve sivil faşist saldırı çeteleri ile halkı teslim alıp sindirmenin kolay olmayacağını anlamaları ve giderek derinleşen iç savaşın sonunun nasıl biteceği belli olmayan bir yönde geliştiğini görmelerinin de bir sonucu olarak meydana gelmiştir. Halkın devrimci muhalefeti, devrimci potansiyel, büyük ölçüde henüz örgütsüz bir durumda da olsa muazzam boyutlara ulaşmıştır. Sol hareket saflarında faşizme karşı güçlü bir birleşik devrimci direniş hareketi oluşturma fikri egemen hale gelmiştir. (Bugün her gruptan, faşizme karşı emekçi halklarımızın özgürlüğü ve kurtuluşu için sonuna kadar savaşmaya kararlı yüzlerce kişi devrimci saflarda birleşerek devrimci mücadele için büyük ve yepyeni bir güç kaynağı yaratmaktadırlar.)
Böylesine geniş boyutlara ulaşan bu olumlu gelişmelerin, devrimci mücadeleyi (bunalımdan devrimci bir çıkış yoluna doğru) daha üst noktalara sıçratabilecek şekilde geliştirilebilmesi, işaret ettiğimiz olumsuzlukların zararlı etkilerinin giderilebilmesine, devrimci hareketin eksiklerinin tamamlanabilmesine bağlıdır.
Bu konuda, bugüne kadar, hangi grubun safında bulunmuş olursa olsun, kendisini halkına ve devrime adamış herkese önemli görevler düştüğüne şüphe yoktur. Bugüne kadar hiç kimseye faydası olmadığı yeterince anlaşılmış olması gereken sakat eğilimler, düşmanca tutumlar, rekabetçi anlayışlar artık kesinlikle bir tarafa bırakılmalıdır. Devrimci hareketin, burjuvazinin amansız saldırılarıyla yüz yüze olduğu bir dönemde, süratle ve mutlaka toparlanması, halkımızı açlığa ve zulme mahkûm etmeye çalışan, alçakça cinayetler işleyen cuntaya karşı güçlü bir birleşik DEVRİMCİ DİRENİŞ CEPHESİ’nin oluşturulması kesinlikle gerekli hale gelmiştir. Cuntanın her cinayeti, her saldırısı, bu yöndeki bir birlik ve mücadele çağrısı olmalıdır.
Cunta mutlaka yenilecektir. Çünkü uzun vadede başarıya ulaşma şansları ve uygulamaya çalıştıkları politikaların başarıya ulaşabilmesinin koşulları hemen hiç yok gibidir.
Bunu kendileri de biraz gördükleri için olsa gerek, telaş içinde saldırmaktadırlar. Her halde bir an evvel, kısa vadeli de olsa bazı ‘başarılar’ elde etmenin, sonucu değiştirebileceğini sanmaktadırlar. Oysa, (bugün için alternatifsiz olmaları, ilk anda, darbenin yarattığı şokun sonucu kitlelerin cuntaya karşı tepki göstermekten çekinmeleri, küçük burjuva çevrelerinin cuntaya karşı can güvenliğinin sağlanacağı, ekonomik – sosyal sıkıntıların giderileceği şeklindeki bazı beklentiler içinde bulunması gibi nedenlerle) bazı kısa vadeli başarılar elde edebilseler bile, bu, onların geleceğini değiştirmeyecektir. Darbenin yarattığı şaşkınlık süratle dağılmaktadır. Küçük burjuva kesimlerin beklentileri cuntanın varlık nedeni olan Turgut Özal’ın IMF patentli ’24 Ocak kararları’ doğrultusunda sönmektedir, ekonomik-sosyal sorunlar konusundaki kabiliyetlerinin sokaklardaki işportacıları kovalamakla sınırlı olduğu görülmektedir; 12 Eylül öncesinde faşist terörün yarattığı gergin havanın sivil faşist çetelerin ortadan çekilmesi sonucu yumuşaması sonucunda kitlelerde meydana gelen kısmi rahatlama, cuntanın cinayetleri -işkenceleri- katliamları ile giderek bozulmakta, onun yerini cuntanın terörist baskısı almaktadır… Sonuç olarak ilk başta cuntanın kısmen lehine olan geçici hava ve yanılsamalar dağılmakta, bunun yerine hâlâ birçoklarının yüksek sesle söylemeye çekindiği güçlü bir muhalefet yükselmektedir. Cunta bu yüzden bütün umudunu devrimci hareketleri kısa vadede ezmeye bağlamıştır. Kısa sürede ne kadar çok adam yakalar, ne kadarını işkence ile, asarak, kurşuna dizerek öldürebilirse o kadar çabuk başarıya ulaşabileceklerini sanmaktadırlar. Bu yüzden telaş içinde saldırıyorlar: İki ayda onlarca yurtseveri işkence odalarında öldürdüler, 3 kişiyi astılar, onlarca kardeşimizi dağlarda, sokaklarda katlettiler; yasa, hak-hukuk vs. hiçbir şey dinlemeden asıp kesiyorlar.
Cunta, emekçi halklarımıza karşı çirkin bir hareket, adi bir saldırıdan başka bir şey değildir. Halka her türlü hakareti, her türlü zulmü uygulamaktan çekinmiyorlar. Belediye başkanlıklarını, muhtarlıkları bile halkın elinden zorla gaspederek, yerlerine emekli generalleri, emekli albayları getiriyorlar. Bu kokuşmuş sömürü düzenini, bir avuç soyguncunun saltanatını, adeta açıkça bütün bir halkı asker postalları altında ezerek, süngü zoruyla ayakta tutmaya çalışıyorlar. Böyle bir şeyi elbette ki başaramayacaklardır…
12 Eylül ile ilgili TKP MK açıklaması
“İşçiler, köylüler, yurtsever halkımız, Milli Güvenlik Konseyi denilen cunta yönetime el koydu. Parlamentoyu dağıttı. Tüm politik partileri kapattı. Anayasayı kaldırdı. Böylece burjuva parlamenter sisteme son verdi ve yerine açık askersel bir diktatörlük getirdi. Saldırının sivri ucu işçi sınıfına, emekçilere, ilerici partilere, sınıf sendikalarına, demokratik örgütlere, demokratik basına, Kürt ulusal hareketine, anti-Amerikan dindar yayınlara yöneliktir. Cuntanın arkasında Amerikan emperyalizmi, işbirlikçi tekelci burjuvazi var.
Askersel devirmeyi ordunun tepesindeki Amerikancı, NATO’cu generaller yaptı. Askersel cunta, NATO manevraları sırasında yönetime geldi. Hava Kuvvetleri Komutanı Şahinkaya askersel devirmeden bir gün önce Washington’dan döndü. Gene aynı gün, NATO Güney Doğu Kanadı’ndan bir komutan Ankara’ya geldi. 12 Eylül sabahı cuntanın yönetime el koyduğunun ilk kez Amerikan Dışişleri Bakanlığı açıkladı. Orduda yapılan son atamalarda konumlarını güçlendiren NATO ve Amerikan yanlısı generaller kendi deyimleriyle ’emir komuta zinciri içinde’ erke el koydu. Bu zincirin asıl komuta merkezi Pentagon’nun elindedir. TKP’nin öteden beri uyardığı emperyalist komplo 12 Eylül devirmesiyle gerçekleşmiştir.
Uluslararası durumu sertleştiren emperyalist merkezler, bu komployla, ülkemizi planlarına daha rahat araç etmeyi amaçlıyorlar. Türkiye’de askersel bir diktatörlüğün varlığı, bölgede barış ve güvenliği daha da tehlikeye atıyor. Askersel cunta, bunalımın olağanüstü derinleştiği koşullarda parlamenter yönetimlerle önlenemeyecek halk hareketinin yükselmesine duvar çekmek ve bunalımın yükünü daha büyük zorbalıkla halkın üzerine yıkmak amacını taşıyor.”
Halkı aldatma çabaları
“Cunta açıklamalarıyla halkı aldatmaya çalışıyor. Sözde terörizme karşı, politik partilerin, parlamentonun, anayasal kurumların görevlerini yerine getirmemesinden ötürü yönetime el koymak zorunda kaldığını söylüyor. Oysa Milli Güvenlik Kurulu denilen gölge hükümetin çoktan beri erke ortak olduğu ve sıkı yönetim aracılığı ile bugün cuntanın başındaki generallerin istedikleri önlemleri alma yetkisinde olduğu biliniyor. Üstelik, emperyalizmin kışkırttığı terörizmin uygulayıcıları arasında bu cuntaya bağlı bazı faşizm yanlısı sıkı yönetim komutanları da vardır. Cunta faşizme ve zorbalığa karşı milyonlarca insanı aldatmak için tıpkı sola karşı olduğu kadar MHP’ye ve AP başlarına da sözde karşıymış gibi görünüyor. Gerçekte o, açıklamalarıyla, uygulamaya koyduğu önlemlerle, şimdi devirdiği hükümetin gerici, halk düşmanı politikasını daha amansızca yürütüyor. MHP’nin düşman olduğu demokratik özgürlükleri bugün cunta yok ediyor. Generaller tekellere karşı direnen milyonlarca işçiyi aldatmak için, DİSK’e karşı oldukları kadar, faşist sendikaya da sözde karşıymış gibi görünüyorlar. Oysa onlar, tekellerin, onların örgütü TİSK’in karşısında işçi sınıfının ilerici sendikal örgütünden yoksul bırakıyorlar. Cunta halkımızın yurtseverlik duygularını sömürmek, onu saşırtmak amacıyla, Atatürk ilkelerine bağlı olduğunu, ulusal varlığa yönelik tehlikeye karşı işbaşına geldiğini söylüyor. Oysa cuntacı generaller, daha ilk günden ulusal egemenliğimiz için en büyük tehlike olan NATO’ya ve Türkiye’yi komuşumuz olan ülkelerle karşı karşıya getiren ikili kölelik anlaşmasına bağlılıklarını açıkladılar.
Tüm gizleme çabalarına karşın cuntanın iç yüzü ortadadır. Bu Amerikancı, NATO’cu generaller cuntası, başta işçi sınıfı ve tüm demokrasi güçleri olmak üzere, halkımıza, ulusal bağımsızlığımıza, egemenliğimize karşıdır. Cunta emperyalizmin, işbirlikçi, tekelci burjuvazinin hizmetindedir.
TKP dimdik ayaktadır
İşçi sınıfının, emekçilerin yanı sıra, burjuvazinin de değişik kesimlerini karşısına alan cunta, Türkiye’mizin karşı karşıya olduğu hiç bir can alıcı sorunu çözemeyecektir. Demokrasiden, özgürlükten yana, tüm güçlerin ortak direnişiyle bu askersel zorbalık rejimi yıkılacaktır. TKP dimdik ayaktadır, tüm gücüyle savaşıyor.
Komünistlerin görevi, bu direnişte, demokrasi ve özgürlük güçlerine örnek olmak, savaş gücünü yükseltmek ve tüm bu güçler arasındaki savaş arkadaşlığını pekiştirmektir.
TİP’liler, TSİP’liler, CHP’liler, MSP’liler, Kürt demokratları Amerikancı cuntaya karşı olan herkes, aralarındaki ayrılıkları bir yana bırakıp, bu direnişte omuz omuza vermeliler. Cuntaya karşı savaşmak isteyen tüm güçler örgüt yasaklarına boyun eğmemeli, yeni koşullara uygun gizli örgütler kurmalıdırlar.
Yurtseverler, assubaylar ve subaylar, Amerikancı cuntanın orduyu halkın üstüne sürmesine karşı çıkmalı, ABD’nin NATO’nun çıkarlarını koruyan cuntaya karşı halkın direnişinin yanında yer almalıdırlar.
Amerikancı cuntaya karşı direnişte tüm yurttaşlar birleşin!
12 Eylül 1980 – TKP MK
Kurtuluş
Kurtuluş hareketinin ilgili bildirileri arşivlerde bulunamadığı için hareketin kurucularından Mahir Sayın’ın ağzından o bildirileri ve ele aldıklarını öğreniyoruz:
“Bildirileri bulmak mümkün değil ama, iki bildiri çıkarmıştık biz, ikisini de ben yazmıştım. Tabii ki, bütün detayının hatırlamam mümkün değil ama, ana teması aklımda.
Bir tanesi yarım sayfadan biraz daha fazlaydı, hemen darbenin olduğu gün toplandık ve ne yapmak gerektiği konusunda tartıştık. Birincisi: daha önce başaramadığımız anti-cunta direniş/ittifak/cephe, artık ne adla adlandırılırsa adlandırılsın, bunu yapmaya yönelikti. İki: ‘Bu artık sıkıyönetime de benzemeyen bir şeydir, dolayısıyla da güvenlik tedbirlerini eskisine göre çok çok daha artıralım’. Bu iki şeyi söyleme ihtiyacını duyduk çünkü, 12 Eylül öncesinde de bilen bilir, Birikim çevresinden gelen bir öneriyle ortak bir direniş örgütü kurulması çabaları vardı. İşin incelikleri ve detayları dolayısıyla başarılı olmamıştı. Artık darbenin olmasıyla da birlikte acil durum ortaya çıkacağı için biraz daha şansımızın yüksek olabileceğini tekrarlamıştık. İki: Yine herkes o zamanlar darbeden bahsediyordu, ama gelecek olan sıkıyönetimin çok fazla bir şeye sebep olacağını düşünmüyordu açıkçası bir çok insan. Halbuki bizim saflarımızda bile öyle düşünenler vardı. “Güvenlik tedbirlerini artıralım” dediğimiz zaman birçok birimimizden de bize şöyle yanıt gelmişti: Zaten biz yolun başından beri güvenlik tedbirleri alıp duruyoruz. Daha ne olacak!
Biz bu yüzden bunun bir sıkıyönetime benzemeyeceğini, çok daha ağır geçeceğini anlatmak ihtiyacı duymuştuk. Bir gün sonrasında ya da bir sonraki gün, daha uzun, durumu kısmen analiz eden ve ne yapılması gerektiğini daha etraflıca ele alan bir bildiri yayımlamıştık.
O bildiride bu iki şeyi tekrarlıyorduk ama biraz daha detay vardı. Kurulacak olan ittifakın, devrim cephesi ve sosyalizm tartışmalarına girmeden, cuntaya karşı bütün güçlerini birleştirebilecek olan ve militarizmin yerleşmesine izin vermeyecek bir hızlılıkta gerçekleşmesi gereken bir girişim olması gerektiğini savunmuştuk. Daha önceki deneyimlerden çıkarmış olduğumuz, böyle darbelerde askerlerin yerleşebilmek için birkaç aya ihtiyaç duyduğu gerçeği vardı. Bu ihtiyaç duydukları süreyi onlara vermediğimiz taktirde, ellerine ayaklarına bulaştırabileceğimizi düşünüyorduk. Bunun için de; bir an önce, en temel talepler çerçevesinde ‘bir anti-cunta ittifakı oluşturalım’ önerisinde bulunmuştuk.
İkincisi: Yine güvenlik sorunu can alıcıydı çünkü tedbirleri adım adım gelecekti. Bunu daha sonraki zamanda da gördük. Tabii ki bunların yanında biz eğer böyle bir ittifakı başaramazsak bunun zamana kalması durumunda, askerlerin yerleşeceğini, birçok yerde örgütlenmeyi dağıtacağını, özellikle küçük yerlerde barınmanın mümkün olmayacağını dolayısıyla da böyle yerlerde olağanüstü insanların büyük şehirlere nakledilmesi gerektiğini ifade ediyorduk. Bu insanların da grup çalışması içinde istihdam ederek daha sonra oluşturulabilecek olan ortak bir ittifak örgütünün oluşturulabilmesi için katkıda bulunabileceklerini düşünüyorduk. Tabii bunun uzaması durumunda -daha sonraki uygulamalarda da görüldüğü gibi- yakalandığında idam cezası alabilecek olan insanları da yurtdışına çıkarma kararı almıştık. Tabii bunu orada yazmadık. Tedbirler kısmında sınıfın içine geri çekilme diye ifade ediyorduk ama onun içinde söylediğim gibi birtakım arkadaşlarımızın yurtdışına çıkarılması da vardı. Bunu örtük biçimde, hatta bildirinin içerisinde özel dağıttıklarımıza yazmıştık. Genele dağıttıklarımızda, örgüt dışına gidebilecek olan bildirilerde o kısmı nokta nokta şeklinde bırakmıştık.
Yayınladığımız bildirilerin esasını bu konular ve maddeler oluşturuyordu.”
Bugün solcuları darbecilikle suçlayanlar 12 Eylül’ü nasıl karşıladı?
Nazlı Ilıcak
27 Mayıs mensup bulunduğumuz Demokrat Parti camiasına karşıydı. Hâlbuki 12 Eylül’de açıklanan hedeflerle, yıllardır bizim yazdıklarımız arasında geniş mutabakat mevcuttur. (…) Ümidimiz, memleketimizin, birlik ve beraberliğimizin son şansı olan Türk Silahlı Kuvvetler harekâtının başarıyla neticelenmesidir. (16 Eylül 1980 / Tercüman )
Ahmet Kabaklı
Merih’ten gelmediler. Milli Güvenlik Kurulu’nda ve kendi makamlarında, devletin en gizli istihbaratı, ülkenin manzarası ve bütün sırları önlerinde idi. Orgeneral Evren 12 Eylül Cuma konuşmasında söylediklerini 30 Ağustos 1979’dan beri, belki 10 defa her fırsatta söylemişti. Dost kim düşman kim? Devleti kimler yıkmak istiyor, bazı sendikalar, dernekler ve odalar hangi düşman hesabına ve Türkiye’de kime güvenerek çalışıyor? Biliyorlardı. İstenen kanunları Meclis’te kimler hangi kasıtla baltalıyor ve kimler çıkarmak istiyor, Anayasa’yı kimler suistimal ediyor, hepsini görüyorlardı. (16 Eylül 1980 / Tercüman)
Rauf Tamer
Kenan Evren’in söyledikleri her hukukçunun ve her profesörün başucuna bir mukaddes kitap gibi asılacak cinsten sözlerdir… Öpüp öpüp başlarına koysunlar. Vazgeçtik istifalarından… Yolda sarılıp öpüşen insanlara, cezaevlerinde koğuşlarını birleştiren mahkûmlara bakarsanız, bir ‘Barış Harekatı’ bu… Tam bir Barış Harekatı. (17 Eylül 1980 / Tercüman)
Ali Bayramoğlu
“Eylül zaferlerinin en sonuncusu olarak 12 Eylül harekatını kaydetmede fayda var. 12 Eylül dış düşmanlara karşı bir zafer değildir. Ama bir yönüyle ondan daha ehemmiyetlidir.” (Eylül 1982 / Sızıntı)
Mehmet Barlas
Evren, 1981’e girerken, ulusa, devlet düzeninin yeniden kurulacağını, anarşi ve terörün kökünün kazınacağını, bütünlüğün yeniden sağlanacağını vaat ediyordu. Bunların hepsi gerçekleşmiştir. (…) Silahlı Kuvvetler, Türkiye’yi bir iç savaştan kurtarmıştır. (21 Aralık 1981)
Hayatını yurduna ve ulusuna adamış insandır Evren… (6 Mart 1982)
Evren, 10 Kasım’da, ‘demokratik parlamenter sisteme geçiş sınavını başardık’ müjdesini vermektedir atamıza. Bir insan yürekten bunun sevincini duymasa böyle bir ifadeyi seslendirir mi? (14 Kasım 1983)