İki gündür Van’dayım. Tahmin edeceğiniz üzere Ahtamar Adası’nda bulunan Surp Haç Ermeni Kilisesi’ndeki ayini izlemeye geldim.
Ayin az önce bitti. Karmakarışık duygularla Van 100. Yıl Üniversitesi’ndeki konukevine döndüm ve bu yazıyı yazıyorum.
Van muhteşem bir kent. Vanlılar “göl” denmesini sevmiyorlar. “Bu kadar büyük göl mü olur, bu denizdir” diyorlar Van ‘Denizi’ne…
Gerçekten o kadar güzel ki!
Kent, aldığı göçün yarattığı kaosa ve mimari fecaate dönüşmüş olmasına rağmen, büyüleyici bir güzelliğe de her nasılsa sahip. Bakımsız ve yorgun. Ermenilerin kovulduğu her yerin başına gelen, bu kentin başına da gelmiş, gidenlerin izini kaybettirmeye çalışırken, Van’a ait çoğu şey de yitmiş gitmiş. Şimdi, Vali Münir Karaloğlu’nun azimli çalışması ve geniş vizyonu ile elde kalanlar kazanılmaya, toprağın altındakiler de gün yüzüne çıkarılmaya çalışılıyor. Mesela önemli bir örnek, Van Kalesi’nin hemen arkasındaki bölgede yer alan eski Van şehrinin canlandırılması projesi.
Eski Van kenti 1915’te Ermeniler göçürülürken tamamen yakılmış yıkılmış, kalıntılarından da anlıyorsunuz bunu. Şimdi bu bölgede arkeolojik çalışma yapılıyor. Yakında tüm mahalle sergilenebilir hale getirilecekmiş.
Vali Münir Bey’le görüştüğümde açıkça sordum şu haç meselesini. “Siyaseten mi çekindiniz, neden böyle güzel bir organizasyonda bu eksikliğe göz yumdunuz, boykot olmasa da Ermenistan Başpatrikliği başta olmak üzere diğer kiliseler de gelse, katılım daha çok olsa olmaz mıydı?” dedim.
Kesinlikle reddetti. Samimiyeti ortadaydı. Onun demesine göre, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’ndan iznin çıktığını, kendilerine talimat geldiğinde ise haçı yerine koymak için zamanlarının kalmadığını söyledi. Gerçekten de haçın yerine yerleşmesi öyle basit bir iş değil. İskele kurulması, kümbetin indirilmesi gerekiyor. 100 kiloluk demir haç, rüzgârın etkisiyle 500 kiloluk yük oluştururmuş vs. Ayinden sonra ilk iş haç yerine konacakmış. Gelecek seneki ayine bu boykot sorununun da olmayacağını, katılımın büyük oranda artacağını umuyor Vali Karaloğlu.
Vali Bey’in samimiyeti, harcadığı üstün çaba ortada. Ancak konuyla ilgili daha önce yazdığım haberde belirtmiştim. Söz konusu haç yıllardır hazır bekliyor zaten. Mesele izin ise, Kültür Bakanı Sayın Günay, geçen mayıs ayında bu iznin çıktığını bizzat söylemişti. Sonra kendimizi kandırmayalım, Bakanlığın veya hükümetin istediği bir tasarruf iki günde yerine getirilir, biliyoruz. Nitekim –herhalde denge unsuru olarak- Van Kalesi’nde bulunan Süleyman Han camii 15 gün içinde restore edilip, Ahtamar’daki ayinden tam bir gün önce ibadete açıldı. Ben Valiliğin değil ama, şu haç meselesinin kesinlikle referandumla ilgili olduğunu, AK Parti’nin bu reformları yapmayı istediğini, yaparken de oy kaygısı ve muhalefet korkusuyla temkinli hareket ettiğine inanıyorum. Nitekim böyle çok önemli bir olaya, hükümetten bırakın bakan, müsteşar düzeyinde bile katılım olmadı.
Anadolu’ya her çıktığımda, veya bugün yaşadığım türden Ermenilerle ilgili bir müspet gelişmeye her tanık olduğumda duygularımda bir bölünme yaşıyorum.
İlki, bu adımların ne kadar eksik veya yetersiz olursa olsun, bulunduğumuz durumdan ileri bir noktaya bizi taşıdığı ile ilgili mantıklı tutum oluyor. Daha düne kadar kiliselerimize bir çivi dahi çakamıyorduk. Vakıflar Genel Müdürlüğü 36 Beyannamesi’ni gerekçe göstererek vakıflarımızın mallarına hukuksuzca el koyuyor, bu malların geliri ile dönen okul, dernek ve hastanelerimiz bir bir kapanıyor veya cemaate büyük bir mali külfet haline geliyordu.
Ak Parti döneminde devletin azınlık politikasında AB’ye uyumlu pek çok iyileştirme yapıldı. Devletin bakışı değişmeye başladı, bunları gözardı edemeyiz.
Ama duygularım beni öte yandan sıkıştırmaya devam ediyor. Düşünsenize, kendi kilisenizde, 95 sene sonra, müzeye dönüştürülmüş ve haçından ve çanından yoksun halde ayin yapmak zorunda kalıyorsunuz ve bunu öven bir yazı yazmak da gerekiyor bir yandan.
Sizin kiliseniz, sizden çalınmış, yıkılmış, haçı sökülmüş, resimleri kazınmış. Size iade edilmesi gerekiyor. “Müze yapmak da nereden çıktı” diyemiyorsunuz. Senede bir gün gelip, ayin yapıp, tüm dünyaya Türkiye’nin reformlarını anlatan o şaşaalı resimde figüran rolü oynamak mecburiyetindesiniz. Van Kalesi’nden aşağı kente bakıp, bir zamanlar buralarda on binlerce Ermeni’nin yaşadığını, kadim bir uygarlıkları olduğunu, artık geriye haçsız Surp Haç Kilisesi’nden gayrı pek bir şey kalmadığını, o uygarlığın son temsilcilerinden bir Ermeni asıllı vatandaş olarak yerinde görmek…
Gerçekten zor. Ama, işte Van Valisi gibi insanların ellerinden geleni azami sarf ederek bir şeyleri düzeltmeye çabaladığını görünce de, destek vermek, köstek olmamak gerektiğini de biliyorsunuz. İki arada bir derede kalıyorsunuz.
Ada’da bir Ermeni arkadaşla konuşuyorduk. Van halkı ile ilgili izlenimlerini sordum. Çok kişiyle konuşmuş. “Nasıl anlatayım” dedi. “Açıkça söylemiyorlar ama mahcup gibiler, aşırı bir nezaket ve ilgi var Ermenilere” dedi.
Ben bu adımların, mahcup, ikircikli ve yetersiz de olsa, devletin ve vatandaşların Ermenilerden bir tür özür dileme yöntemi olduğunun farkındayım. Bunun değerini de kimseye düşürttürmem. Ama bu aradalık, bu ikilem, bu duygular da çok ağır be kardeşim!
Zor taşınıyor.