Hasan YIKICI’nın yaptığı Havadis Gazetesinde yayınlanan röportaj
“Bizim koca bir bando içinde; koca bir muhalefet/mukavemet alemi içerisinde bir ses olmaktan daha fazla talebimiz yok. Bandista koca bir bandodaki bir sestir ve sesleri yaygınlaştırmayı önüne koymuştur. Bundan dolayı herkes bandistadır aslında.” Bu sözler Türkiye’de protest müziğe yeni bir soluk getiren ve ona yeni bir yaşam damarı açan Bandista grubuna ait. Kendilerini kısaca müzik kolektifi olarak tanımlayan grup bir araya geliş sebeplerini şöyle açıklıyor: Politik bir alanda duruyoruz. Buradan sözümüzü üretiyoruz. Kendi hakikatimizden söz üretiyoruz. Örgüt fetişizmi yapmadan örgütlülüğe inanıyoruz. Fiilen bizim bir arada oluşumuz bile örgütlülüğe inançtan geçer. Bireysel kurtuluşlarımızdan, bireysel varoluşlarımızdan ziyade müşterek bir sözü örgütlemek, müşterek bir söze naçizane katkı koymak bir araya geliş sebebimizdir.
“De ta fabula narratur”
İlk albümlerinin ismi ve aynı zamanda da çıkış sloganları Karl Marks’ın kült eseri Kapital’de kullandığı Latince veciz bir deyimdir: ‘De ta fabulla narratur!’ (anlatılan senin hikayendir.) “‘De ta fabula narratur’ çok da bizim iç örgütlenişimize, bir araya gelişimize de tekabül eden bir slogan. Farklı alanlardan, tecrübelerden gelip bir muhalefet/mukavemet aleminin parçası olduğumuzun bilinciyle müzikal eylem biçimi örgütlemekteyiz. Tam bizim hikayemizi de anlatmaya tekabül ediyor aslında. Yaşadıklarımız bağımsız ve bize özel olmaktan ziyade hayatın farklı farklı alanlarındaki tek bir saldırının değişik yüzleri. Bizim sorunumuz hayatın fragmanlar halinde olması. Bizim anlatmaya çalıştığımız hikaye tam da buna tekabül ediyor. Herkesin sorunları kendi kişisel sorunlarıymış gibi daha bir bunalım rejimine, yalnızlaşma rejimine dönüyor olması hayatın. Propagandanın bunun üzerinden ortaya çıkıyor olması. Biz sorunların sisteme dair bütün insanların sorunları olduğunu biliyoruz. Bunu aşmak üzere de bir dayanışma örgütleme derdimiz var. Tek silahımız da dayanışma.”
Bandista üyeleri hayatın fragmanlarına vurgu yaparak Kıbrıs’a, içinde bulunduğumuz öznel koşullara atıfta bulunuyor: “Türkiye’deki insanlar adadaki yoğun militarizasyona rağmen burada insanların barışçıl koşullarda yaşadığını düşünüyorlarsa yanılıyor, ki yanılıyorlar! Burada bir hakikat var. Fiili bir sınır var. Bir militer örgütlenme var. Burada bir seçim oyunu oynanıyor. Ama ona rağmen bizim tabanda yaşayan insanlar olarak söyleyecek sözlerimiz var. Yüksek siyasetin temsil etme gücü, potansiyeli olmadığı sözler. Ekoloji dostu, cinsiyetçi olmayan, her türlü ayrımcılığa ve faşizme karşı, anti kapitalist bir dünya hayalimiz var.”
Yeni bir protest müzik tarzı
Müziği icra ediş biçimleri Türkiye’de var olagelen protest müzik anlayışından bir hayli farklı. Şarkılarında ska ritimlerinden Balkan ezgilerine, reggaeden Anadolu kök ritimlerine kadar çeşitlilik içeren bir yelpaze söz konusu. “Biz aslında şu tarz müzik yapıyoruz diyemeyiz. Müzikal üretiminde farklı yönleri, tonları var. Bunları arasında hiyerarşi kurmak gibi bir niyetimiz yok asla. Ama her şeyden önce şu vardır: Biz de özgün protest müzik kültürünün içinde yetiştik hala dinliyoruz, dinleriz de; yani bunda bir redd-i miras söz konusu değil. Amma velakin içinde yetiştiğimiz başka bir kuşak var. Başka sokak hareketleri var, başka eylem alanları var, başka biçimler, başka sesler var. Bunları da toparlamak gerekmektedir. O yüzden herhangi bir tarz ve türün bunu böyle yapmalıyız zorunluluğu olmadan bir müzik çıktı ortaya. Sesleri toplarken, onların farklı biçimleri olabileceğini akılda tutmak önemlidir.”
Bandista grubu altı kişiden oluşmakta. Söyleşi boyunca fark edildiği üzere herhangi birisinin ismi kullanılmadı. Bandista grubu teker teker isimler üzerinden oluşan bir örgütlenme değil. Bundan dolayı kişi isimleri kullanmıyorlar. Bireyselciliğin, ben merkezciliğin hakim olduğu varoluş biçimlerini reddediyorlar. Kurguya karşılar. Kültür endüstrisinin tüm ilişki ve varoluş biçimlerini belirlediğini ve anlamların içini boşaltarak salt tüketime dair anlamaların yaygınlaştırıldığını vurguluyorlar:
“Bir albüm kapağında yıkık duvarın önünde bir adam ya da bir kadın görülmeyecektir. Çünkü tam da bu kültür endüstrisi ile ilintili bir şeydir. Fakat akan veya hareketli bir konser veya eylem sırasında çekilen bir fotoğraf bir tarih notudur. Özne ile nesne arasındaki hiyerarşiyi saymıyoruz. Aşağıdaki ses olmazsa yukarıdaki sesin hiçbir anlamı yoktur. Öte taraftan bize öğretilen her şeyin meta olduğudur. Müzik de dahil olmak üzere kültürün paketlenip ambalajlanarak satılabilir hale gelmiş olması. Her şey paketlenebilir, satışa sunulur hale getirilebilir, raflarda yerini alabilir! Her şey bir ekonomik değişim değerine sahiptir. Oysa biz şeylerin değişim değerine değil, kullanım değerine inanıyoruz. Bir şey kullanılabilir oldukça kendi değerini bulabilir. Müzik için de bu geçerlidir. Dinlenebilir oldukça, söylenebilir oldukça, anlaşılabilir oldukça kendi değerini bulabilir. Kaldı ki bu manifestodur ve o yüzden köşeleri daha belli bir çerçeve içerisinden çıktı. Kimsenin bizi başka bir tarafa yoramayacağı şekilde özgürlükçü, devrimci bir alternatif ortaya koydu.”
“Bizim copy-right ile hiçbir işimiz yok”
Grup albümlerini satmıyor; dağıtıyor veya internetten herkesin ulaşabileceği şekilde koşulsuz paylaşıma sunuyor. Lisanslama, sahiplik, telif gibi mülkiyet ilişkilerine kökünden karşılar ve kapitalizmin belirlediği kriterlerin tamamen tersinden kendilerini var ediyorlar: özgürce paylaşarak!
“Bize anlatılan bu gayri maddi emeğe dair sahiplik mülkiyet hikayesinin alternatifi çok fazla. Dünyada çok güzel tartışmalar var buna dair. Ürettiğimiz ürünün copy-right’ı ne olacak sorusuna, telifleri vs hikayesine doğrudan bir yanıttır yaptığımız. Bizim ‘copy-right’ ile hiçbir işimiz yok biz doğrudan ‘copy-left’’iz.[Copy-right: üretilen ürünün telif hakları kapsamında, sahiplik ve mülkiyet ilişkileri gözeterek piyasaya sunulması. Copy-left: telif hakları gözetmeden, sahiplik ve mülkiyet ilişkilerini reddederek üretile ürünün özgürce paylaşılması, dağıtılması.] Ürünlerimizin daha fazla çoğaltılmasını, daha fazla dağıtılmasını istiyoruz. Bunun birine zarar veren ya da birinin cebinden bir şey götüren bir tarafı olduğunu düşünmüyoruz. Böyle bir derdimiz de yok zaten. Bu bizzat ürünlerimizi daha da zenginleştirip, sahiplenilmesine yol açacak ve anonim hale getirip herkesin sahiplenmesini sağlayacak bir şeydir”
Grubun giderleri, ihtiyaçları kendilerinin oluşturdukları kooperatif tarzındaki havuz sisteminden karşılanıyor. “Bir kooperatif, havuz sistemimiz var. Giderlerimiz üç aşağı beş yukarı belli. Keza gelirlerimiz de öyle. Performanslar üzerinden gelir sağlıyoruz. Ve bunları kendi aramızda belirlediğimiz yüzdelik sisteme göre ihtiyaçlarımız kapsamında paylaşıyoruz. Yaptığımız iş pahalı bir iş ama onun dışında dünyadaki tüm giderlerin bir zararmış gibi anlam biçildiği dönemde biz bunlara da olumlu anlamlar katıyoruz.”
“Ayaklarımızı yere vurmalıyız”
Türkiye’de sol protest müziğin karakterinde genel olarak bir çeşit ağıt ve hüzün havası hakim olageldi. Fakat Bandista grubunun üretimlerinde melankolik bir maneviyat durumundan, hüzün havasından eser
yok: “Acı çekmenin ne demek olduğunu en iyi bilenlerdeniz amma velakin bizi, muhalefet mukavemet alemini marjinalize etmek için de kullanılan bir şey bu. Müesses nizam bizi biraz da böyle görmek istiyor. Üzüntülü, yıpranmış, başı öne eğik, mazlum… Hayır! Bu sefer bunu vermeyeceğiz onlara. Bizler haklıyız çünkü. Haklı olduğumuz için dostlarımızı, yoldaşlarımızı kaybediyoruz. Sokaklarda ısrar ediyoruz, mücadelede ısrar ediyoruz. Haklı olduğumuz için de gülen ve insani olanı yapan da biz olacağız. Ve o yüzden de en baştan bunu güçlü ve yüksekte tutmalıyız. Evet, ayaklarımızı yere vurmalı, dans formunda da olabilir, yürüyüş formunda da. Ama ayakları yere vurmalıyız, bunda ısrarlı olmalıyız. Bunun müzikal eylemdeki yansıması da bizim için böyle çıkıyor. Bandista kurulduğu günden beri hep bunu söyledi: Bu ses ne bize muhtaç ne de bizden menkul! Bunun da olabildiğince yayılması gerekiyor. Sözümüzü söylemenin, fısıltıdan korkanlara gürültü ile yürümenin neye tekabül ettiğini göstermek gerekmektedir.”
Yeni bir kuşak, yeni bir hakkat:
Türkiye’deki derin devrimci miras ardında bir yandan birçok tarihi deneyimden çıkarılacak dersler bırakırken öte taraftan da yeni kuşaklar üzerinde etkisi küçümsenemeyecek olumsuzluklar bıraktı. Bandista elemanları kendilerini yeni toplumsal koşullarda yoğrulan yeni bir evrensel muhalif kuşağın mensupları olarak görüyorlar:
“Türkiye’de önemli bir devrimci miras var. Ve bu mirasın üzerinden bir darbe geçti. Bu darbe yüz binlerce insanı hapsettirdi, işkencelerden geçirdi. Pek çoğunun ölümüne neden oldu ve bizden önceki kuşakların bize bıraktıkları bir kaybetmişlik hikayesi ve acılar oldu. Anne babalarımızdan tutun da o kuşağın kendisine ve tümüne varana kadar bize siyaset hep bir zamanlara dair büyük bir mit fakat bugün olmaması gereken bir şey olarak anlatıldı ya da çok sessiz tonda, düşük tonda yapılması gereken bir şey olarak anlatıldı. Ve o acının, kaybetmişliğin içerisinde anlatıldı hep. Şimdi bu bizim deneyimimiz değil. Biz elbette bizden bir önceki kuşağın yaşadığı deneyimlere, acılara sahip çıkıyoruz; olanlara karşı hesap sorma iradesini önümüze koyuyoruz. Ama bizim kuşağımızın da başka bir hakikati var. Bizim kendi adımıza bütün dünyada artık küresel sermaye, kültür endüstrisi bu düzeyde yayılmışken yeni toplumsal hareketlerin taşıdığı devrimci coşku ile hesap sorma iradesini önümüzde koyduk. Yeni toplumsal hareketler algısı içerisinde ekolojizm, feminizm vs. yeni kavramların devrimci literatürde yerini almaya başlamasıyla birlikte sözümüz de bu hale gelmeye başladı. Bizim kuşak böyle yoğruldu. Bunun ihtiyacı olan seslerin tonların da ortaya çıkması gerekmekteydi. Dinleyici ve icracı ayrımı koymak değil; biz bir kuşağız, bir sözümüz var bir yoldaşlık duygumuz var; bir bütün olarak ufak tefek farklarımız olur yönteme dair vs. ama inandığımız ve sahip olmak istediğimiz bir dünya hayalimiz var ona doğru hep birlikte yürüyoruz.”