Carole Pateman’ın politika kuramları içerisinde ele aldığı “onay verme/rıza gösterme” kuramı (consent theory) yükümlülükleri yerine getirmenin ve otoriteyle ilişkilerin bireylerin gönüllü olarak kabulüne ve/veya yükümlülükleri ve otoritenin gücünü kabul ettiğini taahhüt etmesine bağlı olduğunu ortaya koyar. Bir başka deyişle vatandaşların bir otorite altında yaşamaları ve ona karşı sorumluluklarını yerine getirmelerinin ön koşulu, bu şartlar altında yaşamayı “kabul” etmeleridir. Birey, aslında mutlak olarak özgürdür ve bu özgürlüğünü kendisi belli koşullarla, yine kendi rıza gösterdiği otoriteye devreder.
Onayın olmadığı durumlarda onay verilmiş gibi bir yorumla hareket edilmesinin sonuçları nelerdir? İşte Pateman çığır açan Women and Consent (Kadınlar ve Rıza Gösterme) çalışmasında vatandaş ve rıza gösterme olgusunu kadınların toplumsal durumundan yola çıkarak ele alarak bu soruya cevap arar. İlk başlarda kadınların herhangi bir onayı vermemiş olmasının konuyla ‘alakasız’ kabul edilişi veya “rıza göstermek” olarak yorumlanması problemini gözler önüne sermek için yazar, örneklemesine tecavüzden başlar. Toplumsal yapı içerisinde kadınlara tecavüz olayları yaşandığında tecavüz eden erkek, bunun tecavüz değil, “taraflarca istenmiş cinsel ilişki” olduğunu ve kadının rızası ile gerçekleştiğini iddia ederken kadınlar, bunun rıza gösterdikleri bir cinsel birleşme değil, tecavüz olduğunu kanıtlamak gibi bir mücadeleye girmek durumunda kalırlar. Hele söz konusu olan tecavüz olayı birbirini tanıyan ve flört eden bir kadın ve erkek arasında yaşandıysa işte o noktada kadınlar için rıza göstermediklerini ispatlamak daha da zorlaşır.
Bizlerin algılamasında ve söylemlerinde ‘flört tecavüzü’ (date rape) kavramı da olmadığı için, romantik düzeyde ilişkiye adım atan insanlar arasında tecavüz olabileceği ihtimali pek irdelenmez. Doğrusu, Türkçe’de bu kavramın karşılığının bulunmaması bizzat kavramın zihinsel karşılığının bulunmayışının da bir kanıtıdır.
Pek çok kadın, yeni tanıdığı, flört ettiği birinin kendisine zor kullanmasının adını koyamamaktadır; çünkü tecavüz, genellikle dışarıdan gelen, tanımadığımız bir saldırgan tarafından yapılan bir hareket olarak belleklerimize işlenmektedir. Aynı şekilde evlilik içi tecavüz olgusunu bırakın irdelemeyi, böyle birşeyin var olabileceğini kabul bile edemeyenlerin sayısı rahatsız edici boyutta yüksektir.
Pateman aslında toplumsal düzeydeki sözleşme kuramlarında (contract theory) rızanın olup olmamasını inceleyen bir kuramcıdır. Tecavüzü bir örnek olarak seçmesindeki amaç, tecavüz gibi fiziksel bütünlüğe yapılan bir saldırıda bile kadınların rızasının olmadığını kolay kolay kabul ettiremedikleri düşünüldüğünde, toplumsal sözleşmenin yapılanması aşamasında bu onayı vermemelerinin aslında nasıl kolayca göz ardı edildiğini ya da yok sayıldığını vurgulamaktır. Gerçekten de onay konusunda çalışan kuramcılar, “kadınların onay vermesi” konusunu bilerek dışarıda bırakmışlardır.
Pateman sözleşme ve onay kuramlarında babalar ve oğulları arasındaki ilişkinin merkeze alındığını, kadınlar ve erkekler ya da karılar ve kocalar arasındaki ilişkilerin çok fazla irdelenmediğini ortaya koyar. Kadınlar özgür ve eşit kabul edilmediklerinden onların rıza göstermesi konuyla ilgili görülmemiştir. Örneğin Rousseau, açıkça kadınların rıza aranması gereken gruptan dışlanması gerektiğini, çünkü kadınların ‘doğal olarak’ erkeklerin altında, onlara tabi durumda olduklarını iddia eder. Rousseau’nun “gönüllülüğe” dayalı olan politik düzeninden kadınlar men edilmelidir; çünkü onların ‘doğal’ ahlaki karakterleri olumsuzdur ve dahası, erkeklerin ahlaki ve yurttaşlıkla ilgili erdemlerine zararlı etkide bulunmaktadır. Yine Rousseau’ya göre kadınların hayatları eve bağlı olacak şekilde limitlenirse ‘iyi’ kalabilirler. Daha da ileriye giderek iddia ettiği şey, kadınların ‘iyi’ olanlarının bile erkekleri yozlaştırdığı çünkü ‘doğal’ olarak kadınların rıza verebilmek için gereken kapasiteyi geliştirmekten yoksun olduklarıdır.
Rousseau’dan bu yana ortaya konulan yaklaşımlar hem kuramsal düzeyde hem de pratikte kadınların evlilik ve politika başta olmak üzere hayatın her alanında aşağı çekildiğini ve kadınların rızasının aranmadığını ortaya koymaktadır. Erken sözleşme kuramcıları için kadınlar “evet” de dese, “hayır” da dese aslında her zaman ‘evet’ dedikleri varsayılır çünkü kadının rızasının kesin bir ifadesi olamayacağından, erkeklerin bu rızayı ‘yorumlamayı öğrenmesi gerekir’ düşüncesi hakimdir. Rousseau’nun Emile adlı eserinde Sophie’nin gösterdiği ‘ret’, kaprisli olmamalı, sadece onun ‘namusunu’ ifade etmelidir. Böylece Emile’in karısının ‘soğuk’ olduğundan şikayet edemeyeceği, ama ‘iffetli’ davranışını onurlandırmasına yarayacak bir ‘ret’ ortaya çıkmalıdır.
Toplumsal sözleşmenin başlamasından bugüne görünüşte değişen ilişkiler bütünü içerisinde dünyanın belli yerlerinde kadınların vatandaşlık hakları kabul edilmiştir ve rıza gösterme konusu, artık bir mesele olmaktan çıkmış görünmektedir. Ancak Pateman’ın da haklı şekilde vurguladığı gibi, kadınların bu görünüşteki eşitliği aslında yanıltıcıdır. Yapı hala ataerkildir ve erkeklerin hem evde, hem politikada, hem sosyal yaşamda kadınları hakimiyeti altına almasına dayalıdır. Farklılaşan tek şey, erkeklerin kullandıkları otoritenin ‘doğal’ olmadığı, bu otoritenin kadınların ‘rızası’ ile oluşturulduğu ve kadınların bu otoriteyi ‘istedikleri anda reddedebileceleri’ iddiasının savunulmaya başlanmış olmasıdır. Bir başka deyişle, var olduğu iddia edilen ‘eşitlik’ bir söylemdir. Bu söylem, hiyerarşik, ataerkil ve tahakküme dayalı yapının kadınların da ‘rızası’ alınarak devam ettiğini savunmak için ortaya atılan bir araçtır.
Kadınların ‘rızasının’ aranmadığı, dışlandıkları dönemdeki mücadele belli açılardan daha kolay bir süreçti çünkü ikincil olmanın, ezilmişliğin varlığı açıkça ortadaydı. Bugün bu ezilmişlik ve ikincillik devam ederken, kadınların eşit oldukları, rızalarının arandığı ortaya konulmakta ve daha gizli bir rıza aramama ve ikincil durumda bırakma noktasına gelinmektedir. Yani Marx’ın işçi sınıfı için kullandığı ‘yanlış bilinç’ (false consciousness), kendini toplumda eşit gören, seçme şansı olan, rıza gösterdiğini düşünen kadınlar için de geçerlidir. O yüzden politikada kadının yeri olmamasını kadının kendi pasifliğine bağlayabilir, o yüzden ataerkil toplumun kadınlara yüklediği ‘temiz kadın’ ‘hafif kadın’ gibi sıfatları fütursuzca kullanabilir ve o yüzden kadınlara cinselliklerini ve bedenlerini baskı altına almayı öğretebilir.
Gerçek anlamda rızanın aranması noktasından baktığımızda, Pateman’ın sorduğu soru önem kazanmaktadır: Neden özgür ve eşit bir kadın birey kendisini ‘her koşulda’ erkeklerin objesi haline getiren ve erkeklerin karşısında ikincil noktaya iten bir sözleşmeyi kabul etsin?’ Evlilik kurumsal olarak toplumsal sözleşmemizin bir parçası olarak düşünüldüğünde, evlilik içinde erkeklerin bireysel istisnalar dışında hiyerarşik olarak yukarıda oldukları açıktır. Parayı genellikle erkek idare eder; kadınların pek azının kendine ait banka hesapları vardır. Erkeğin kariyerine öncelik verilerek tercihler yapılır; çocukların bakımından, eğitiminden anne sorumludur. Karı-kocanın ikisinin de dışarıda çalıştığı evliliklerde ev işleri çoğunlukla kadınların görevidir. Evlilik ve kadınların politik yaşamdaki azlığı aslında kadınların onay verme süreçlerini özgür ve eşit bireyler olarak hiçbir zaman yaşamadıklarını ortaya koyar. Yani, kadınlar bu toplumsal sözleşmelere onay vermiş değildir.
Buraya kadar irdelemiş olduğum onay ve sözleşme kuramlarını ilk adımda kadınlar açısından ele aldım. Aynı şeyi engelliler, eşcinseller, cinsiyet kimliği biyolojik kimliğinden farklı olanlar, göçmenler, seks işçileri gibi toplumda marjinalize edilmiş bireylerin devletle ilişkileri için de ele almak gereklidir.
Ezilmiş ve ikincil pozisyona itilmiş her grubun, içinde yaşadıkları ‘toplumsal sözleşmeye’ ne kadar onay verdikleri sorgulanmalıdır. Ancak bu sorgulama yapılırsa emperyalizm ve yeni-sömürgecilik gibi çapı daha geniş ilişkilerdeki yaklaşımlar da anlaşılabilir. Çünkü rıza göstermeden bir toplumsal sözleşme içinde yaşama zorunluluğu yalnızca toplum içinde belli gruplara değil, tüm toplumun bir başka ülkenin hakimiyeti altında bulunması durumunda da ele alınmalıdır. Bir sonraki adıma geçebilmek için sorulması gereken önemli bir soru şudur: Kadınların rıza vermediği toplumsal sözleşmeleri irdeleyen kuramlardan yola çıkarak, feminist bir eleştiri ile emperyalizm ve sömürgeleştirme yaklaşımlarını incelememiz mümkün olabilir mi? Bu sorunun cevabını bir sonraki yazıda ele alacağım.