Sömürgeci devlet; modern anlamıyla kapitalizm şafağında kendini en geniş anlamda ifade eden; başka ulusların yaşamış olduğu coğrafya üzerinde, o ulusun iradesine rağmen, o ulusu yer altı ve yer üstü zenginlikleriyle birlikte, o ulusun siyasi iradesini hiçleştiren ve tamamen kendisine bağlayan devletlerdir.
Devletler olgusu kadar eski olmasına rağmen, onun en tam hali feodal devlet süreciyle manifaktür sanayi ile birlikte oluşmaya başlamıştır. Sömürge devlet, sömürge statüsü altında tuttuğu diğer ulus topraklarını; kendi devletine kaynak aktarma havzası olarak görürken, sömürgesinde tuttuğu topraklardaki ekonomik gelişmeyi; kendi ekonomisine güç katacak biçimde geliştirir. Buda genellikle yer altı ve yer üstü zenginlikleri sömürgeci devlete aktaracak kadar bir gelişme yapısı şeklinde olmaktadır. Bu anlamda sömürge ülke ekonomisi, sömürgeci ülke ekonomisinin ihtiyaçlarına cevap verme paralelinde gelişmektedir.
Şüphesiz ki, sömürge devletlere karşı, sömürgeleştirilmiş ulusların ve ulus toprak yaşayanlarının modern anlamda ki anti-sömürgeci ulusal kurtuluş mücadeleleri kapitalizmin bağrından çıkmıştır.
Coğrafi uzaklıklar sömürgecilik politikalarının önünde hiçbir zaman engel olarak çıkmamıştır. Bu tip sömürge ilişkilerine deniz aşırı sömürgecilik anlatımı yapılmıştır. Diğer yandan toprakların, ulus topraklarının yan yana olduğu ve birinin diğerini siyasi ve askeri varlığı altına aldığı durumlarda ki sömürge ilişkilerine iç sömürge yada bitişik sömürge kavramları yakıştırılarak; fiziksel ayrılık sorunundan kaynaklanmayan belirtici tanımlar yapılmıştır.
Bunları anlatırken; sömürgeleştirilen ulusun topraklarının tek bir devlet, ülke tarafından sömürgeleştirilmesinden bahsetmekteyiz. Esas olarak kapitalizmin, emperyalizme ulaşmasıyla birlikte; sömürgecilikte yeni biçimlerde ortaya çıkmıştır. Bu ortaya çıkışta o ulus coğrafyasının yer altı zenginlikleri, jeostratejik değeri ve emperyalist devletlerin kendi aralarında ki güç ilişkilerinden kaynaklanan; hegemonya alanlarının tespiti ve paylaşımı ve buna tekabül eden uluslar arası sömürgecilik ya da parçalandırılmış sömürgecilik.
Bugün, bizi kendisiyle ilgilendiren uluslar arası sömürge yani parçalandırılmış sömürgedir.
Birden fazla devletin, askeri ve siyasi varlığında olan parçalandırılmış sömürgeler; parçada egemen olan ülkenin ekonomik, sosyal, siyasal yapılanmasına uygun olarak düzenlemeye tabi tutulur. Hele ki, o sömürgeci devletin kendisi geç ulus devletse; parçalan(mış)dırılmış topraklar üzerinde kendisini tamamlamaya çalışırken ve bu tamamlama sürecinde; geçmişten beri çeşitli nedenlerden dolayı aynı siyaset coğrafyasında yer alan farklı ulus kimliği ile; ortak devlet ittifakı ile oluşmuş ise; bu tür yol almadan tek ulus devlete dönüştürülme esas alınmışsa; burada ki yaşam daha farklı kurgulanmaktadır.
Sonuç olarak oluşturulan ulus devlet; kuruluş sürecinde ki uluslar, milletler paydaşlığının geleceğini; diğer ulus ya da milletlerin inkarı ve yok edilmesi üzerine kurmaktadır. Bunun pratik adımları atılmakta, gerekleri yerine getirilmektedir. Kurulan devletin egemen ulusun egemenleri yok etme ve hiçleştirmeyi, politikalarının en üst noktalarına taşırken; sömürgeleştirilen topraklarda yaşayan ulusu ve diğer etnisiteleri dil, kültür ve tüm moral değerlerini de paramparça etmekte, imha etmekte ve yokmuş saymaktadır.
Geç ulus devlet; kendi mitlerini öne çıkarma, olmayan mitler yaratma ve tarihi inkar etmede ve kurmaca tarih yaratmada büyük çabaları ısrarla sürdürmek durumunda kalır. Zorla yarattıkları egemenliklerini, asimilasyon ana politikası üzerine oturtarak, yaşamdan ulus silme, halk yok etme ile taçlandırmaya çalışırlar.
Sömürgeci devlet, tüm bunları yaparken; ulus tarihine yeni isyanları, yeni mücadele biçim ve geleneklerini ekleyerek yenilen ulus, aynı zamanda kendi tarihini anti-sömürgeci mücadele tarihi haline de getirmiş olmaktadır.
Anti-sömürgeci mücadele ana hedef olarak ayaklarında ki sömürge prangalarından kurtulmanın plan uygulaması ise, bu mücadelede hedefler; bağımsızlık şeklinde olabileceği gibi, birlikte yaşamanın çeşitli biçimleri şeklinde de olabilir.
Bu; mücadele önderliğinin gücü, siyaseti kavrama biçimi ve o andaki koşullarla da ilgilidir.
Amaca varma şekilleri ne olursa olsun; tümünde de olmazsa olmaz ortak paydalar vardır.
Kendisinin eşitlenmesi, bunun hukuki tanımlanmaya kavuşturulması, dilinde, kültüründe kendisini yaşaması ve kendisini anlatmasıdır. Her anti-sömürgeci mücadele, buraya ulaşmaya kendi varlık nedeni olarak bakar ve o ulusta bunu yaşamının olmazsa olmazı olarak görür.
Anti-sömürgeci mücadelenin bağımsız devlete varması durumunda, ezilen ulusun kendi kaderini bu biçimde yaşamaya karar vermesi durumunda; ortaya çıkacak olan devlet, kendi kuruluş amacına göre yol almasına başlar.
Bunlar, işin varış noktasında ortaya çıkacak olan çözüm planlamalarıdır.
Anti-sömürgeci mücadelenin yol alışı ve bu yol alışta sömürgeci devletin politikaları ve bu politikalar karşısında ezen ulus devrimcilerinin tarihsel yaşanabilirlikleri de; geleceği kurmada sömürgeleştirilmiş ulus açısından şüphesiz ki ayrı bir önem kazanmaktadır.
Buradan baktığımız zaman: Sömürgeci devlet; anti-sömürgeci mücadelenin ideolojik görüş yapılanmasının başladığı anda, onu mahkum etmeyi kendisine prensip edinmektedir. Henüz daha örgütsel dokunma gücüne ulaşamayan ve o devlette; bütündeki toplumun hayatının ilgi alanında olmadığını görerek, mücadeleyi toplumda; bölücüler noktasına itmektedir.
İlk dönemde ki bir diğer yanda; anti-sömürgesi anlayış/mücadele, o ülkede ki devrimci mücadeleden güç alıyorsa bu aynı zamanda yapısal ve ideolojik birlikte yürüyüşler şeklinde olmaktadır. Buda anti-sömürgeci mücadeleye kolaylaşma imkanları sağlamaktadır.
Devletin sömürgeci müdahaleleri öyle noktalara varabilmektedir ki, bir halkı toplumsal düşman olarak; ideolojik egemenliğindeki halka gösterebilmekte, anlatabilmektedir. İdeolojik ve örgütsel araçları vasıtasıyla bunu topluma nüfuz ettirmeye çalışır.
Özellikle, anti-sömürgeci mücadelenin ezen ulus devrimci mücadelesinden önceleştiği durumlarda; geçmişte farklı bakılmayan anti-sömürgeci mücadelenin anlam derinliğini göremeyen ezen ulus halkı “ülke elden gidiyor, parçalanıyor” dehşetine düşer.
Ezen ulus devrimcileri, ezilen ulusun hak mücadelesinde kendilerine ideolojik-politik anlamalar yapabilmektedirler. Mücadelenin güçlenmesi, bağımsızlaşması ölçüsünde de geçmişteki politik anlamaları anlatım sıkıntılarına girmektedir. Daha önce “asma köprü sallamaları” yaşayan ezen ulus devrimcileri ve yapılanmaları bunu sürdürememe noktasına gelir. Artık asma köprü ip kadar ince ve titrek olmuştur. Burada yürüme yapmanın imkanı kalmamıştır. Ya ipten inilerek tavır alınır ya da yürüme ısrarı onu bir tarafa düşürür. Asma köprünün inceldiği noktada inenlerin esas kesimi, kendisini ezen ulus şovenizmi içerisinde bulur. Bu aynı şekilde, yürüme ısrarında olan ve düşen anlayışlarında karşılaştıkları sondur. Ezen ulus şovenizmi bataklığına düşen devrimci akımlar/yapılar hızla ulusçu olurlar, ulusalcı olurlar. Hemen hemen geçmişte yapılandırmış oldukları tüm görüşlerini ulusalcı noktadan yorumlamaya başlarlar.
Anti-sömürgeci mücadelenin kendisine açmış olduğu toplumsal meşruiyet ve uluslar arası desteğin ve anlamaların yanında; direnmesini tüm yok etmelere rağmen devam ettirme noktasında olması, kendi sivil program ve projelerini ortaya koyması, bitirilmeyen savaşın bitirilmesi gerekliliğine dönüşmesini de gündeme taşır.
Bu durumda sömürgeci devlet; savaşı bitirme adı altında, ana gayesi sömürgeci devlet halinin ortadan kalkmaması için, bir taraftan barış derken diğer taraftan da savaşın tüm biçimlerini hayata geçirmekten sakınca görmez.
Kendi parçasında bunları yaparken; diğer parçaların sömürge devletleriyle en geniş işbirliğine girerek bu anti-sömürgeci mücadeleyi boğmaya çalışır.
Bir ülkenin parçalandırılarak sömürgeleştirilmesi sonucu olan, bir alanda ki sömürgeci devletler; kendi sömürge parçalarının ellerinden kurtulabileceği endişesi ile bu ilişkileri en üst noktaya çıkarmakta fayda bulurlar ve bunun pratik sonuçlarını yaratmaya çalışırlar.
Tersten baktığımız zamanda; parçalanmış sömürge ülkenin herhangi bir mücadele yükselmesi anında en azından diğer parçalara moral güç katmakta, parçalandırılmış olmanın, sömürge olmanın kader olmadığı gerçeğinin bilince çıkmasına vesile olur.