15 Eylül 2010. Uluslararası Hrant Dink Vakfı’nın geçen yıl vermeye başladığı Hrant Dink ödülleri, Hrant’ın 56. yaşgününde, Türkiye Vicdani Ret Hareketi ile buluşuyor. Tarihi bir an. Zamanında “Sağduyunun, vicdanın sesi suskunluğa mahkûm edildi. Şimdi o vicdan çıkış yolu arıyor” diyen Hrant Dink’in ismi suskunluğa mahkum edilen, görmezden, duymazdan gelinen vicdani ret hareketinin sesi oluyor, birlikte çıkış yolu arıyorlar.
Bu ödül Türkiye’nin vicdani ret kavramıyla tanışmasının 20. yılına denk geliyor. 1990’da Sokak dergisi Tayfun Gönül ve Vedat Zencir’in vicdani ret açıklamalarını yayınladığında bu kavram kimsenin sözlüğünde yoktu: “Adım Vedat Zencir. Hayatımı şiddetten uzak ve her tür emir komuta zincirinden uzak yaşamaya kararlıyım. Dahası, kendimi insan öldürmeye hazırlamayı (insan öldürmek için eğitilmeyi) düşünemiyorum bile. Bilmiyorum. İnsan bana göre kutsaldır fakat dini nedenlerden ötürü değil. Dini bağlamının tamamen dışında olarak her bir insan hayatının kutsal olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle kendimi insanları öldürme üzerine kurgulanmış hiçbir kurum veya yapı içinde düşünemiyorum.”
Her türlü şiddete karşı duran seküler bir vicdan dilinin Türkiye tarihinde pek bir karşılığı yok, ne hakim ne muhalif siyaset nezdinde. Bu tür şiddeti meşru görmeyen siyasi duruşlar tarihsel olarak “hayalperest” algılanagelmiş. Dilimizde vicdani ret kadar yeni bir kavram olan “militarizm” de genellikle “ötekinin” militarizmini tanımlamak için kullanılıyor. Kimileri için “PKK terörizmi”, kimileri için “Türk militarizmi” sorun teşkil ediyor. Oysa vicdani retçiler tam 20 yıldır “silah kuşanıp askere de gitmeyin, silah kuşanıp dağlara da çıkmayın” diye sesleniyorlar vicdanlara (www.savaskarsitlari.org).
Sivil ölüm
Bu seslenişin bedelleri oldukça ağır: Aylarını, yıllarını kışla-askeri cezaevi-askeri mahkeme üçgeninde geçirmeyi ve bu süreçte her türlü kötü muameleye tabi tutulmayı, kimlik kartı, ehliyet, pasaport çıkaramamayı, yurtdışına çıkamamayı, banka hesabı açamamayı, kira kontratı yapamamayı, çocuğunu kendi adına nüfusa kaydettirememeyi, sigortalı istihdam edilememeyi, iş kuramamayı, devlet hastanelerinden ve diğer kamu olanaklarından faydalanamamayı, adalet mekanizmalarına başvuramamayı, her türlü jandarma ve polis aramasında kalp çarpıntısı yaşamayı, geleceğe dönük plan yapamamayı, sevdiklerine hiçbir söz ve güvence verememeyi içeriyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin deyimiyle bir çeşit “sivil ölüm” bu. Vicdani retçi erkekler 20 yıldır sivil ölümü, öldürmeye yeğliyorlar.
Vicdani reddin Türkiye’deki tarihi çok uzun değil ama dünyadaki vicdani ret hareketine önemli katkıları var. 2004, 2005 ve 2006’da İstanbul, İzmir ve Ankara’da düzenlenen Militurizm festivalleri yaratıcı aktivizm örneklerinden bazıları. Ama Türkiye vicdani ret hareketinin belki de en önemli ayırt edici özelliği, daha ilk günlerinden başlayarak kadınların aktif katılımıyla şekillenmiş olması ve “kadın vicdani retçileri” de içinde barındırması. Ferda Ülker kadınların reddinin ne anlama geldiğini çok iyi özetliyor: Vicdani ret hareketi, yalnızca “zorunlu askerlik hizmeti”ne karşı yürütülen bir mücadele değildir. Vicdani ret militarizme ve onun bütün yüzlerine karşı doğrudan bir karşı duruşun adıdır. Militarist düşünce sadece “askeriye”nin sınırları içinde kalmayıp günlük hayatın içine de yedirilen “militer” bir dünya kurgular. Ki bu kurguda kadınlık aşağılanır, kadınlar genellikle görmezden gelinir, yok sayılır. Hele bu coğrafyada yaşayan kadınlar için militarizm, hayatın her ayrıntısında, çağrısız ve arsız bir misafir gibi hep “mevcut(lu)”dur. Sokakta, evde, işte, ilişkilerimizde, mücadele alanlarımızda… ve her yerde. Elimden geldiğince, gücüm yettiğince, militarizmin gizli açık, her türlü görüntüsüne karşı mücadele edeceğimi ve mücadele eden herkesle dayanışma içinde olacağımı ilan ediyorum.
Kadın vicdani retçiler şunu savunuyorlar: Toplumsal cinsiyete bakmadan, kadınları ciddiye almadan ne militarizmin tam olarak nasıl işlediğini anlayabiliriz ne de kapsamlı, hayata değen antimilitarist bir mücadele geliştirebiliriz. (Women Conscientious Objectors Anthology/ Kadın Vicdani Retçiler Antolojisi, War Resisters International, 2010).
Türkiye’deki vicdani ret hareketi yalnızca antimilitarist ve feminist hareketler arasında organik bağlar kurmakla kalmıyor, aynı zamanda LGBTT hareketiyle de ilişkileniyor. Bu ilişki vicdani retçileri homofobi ve transfobiyle yüzleşmeye zorlarken, LGBTT bireyleri ve oluşumları da vicdani ret ve antimilitarist mücadeleyle tanıştırıyor. 2004’teki Militurizm Festivali çerçevesinde “devlet destekli gey porno arşivine sahip yegane kurum” olarak tanımlanan Gülhane Askeri Tıp Akademisi’ne yapılan ziyaret, bu ilişkinin somut adımlarından biri oluyor. Tabii, bu ilişkinin kurulmasında ve gelişmesinde Mehmet Tarhan’ın kendisini gey bir vicdani retçi olarak tanımlaması ve her iki alanda mücadele ediyor olması önemli bir rol oynuyor.
Yıllarca askeri cezaevi ve mahkeme kapılarında Mehmet’i bekleyen, ona bu zorlu mücadelede sevgi, ilham ve cesaret akıtan annesi Hatice ve ablası Emine geçen hafta Cemal Reşit Rey’de yüzlerce kişiyle birlikte Mehmet’in şu sözlerine kulak veriyordu: “Aslında diyorlar ki bize: Ya susun-vazgeçin, ya size vereceğimiz ‘çürük’ raporuyla damgalamamıza izin verin, ya evinize kapanın kendi cezaevinizi inşa edin ya da gidin bu ülkeden. ‘Kaynayan cehennemler’i bırakıp ‘hazır cennetler’e kaçmak her şeyden önce benim yapıma uygun değildi. Biz yaşadığı cehennemi cennete çevirmeye talip insanlardandık’ diyor ya Hrant, işte bunu söyleyebilenlere karşı bir sorumluluk hissinden güç alarak devam edebiliyoruz. Her vicdani ret deklarasyonu militarizme karşı mücadele etmek, barışın dilinde konuşmak için kişisel bir taahhütnamedir. Bu ödülle artık Hrant’a da söz vermiş oluyoruz. Borcumuz borç Hrant.”
15 Eylül 2010’da Hrant Dink ödülünü alan Türkiye vicdani ret hareketi, aynen Hrant Dink gibi, Türkiye siyasetinin pek çok ezberini aynı anda bozuyor. Militarizmi cinsiyetçilik ve heteroseksizmle şekillenmiş her türlü erkeklik ve kadınlık halleriyle birlikte sorunsallaştıran, ölümün karşısına yaşamı, şiddetin ve savaşın karşısına barışın dilini yerleştiren bu hareket hepimizi zor bir soruyla başbaşa bırakıyor: Vicdani retçilerin “itaatsizlikte ısrarı” bizlerin “itaat etme” halleri hakkında ne söylüyor?