Avrupa daha geri adımlarla yeniden sermaye eksenini oluştururken, Türkiye daha bir kendi denklemlerini sistemle oluşturuken, Nato ise yeni strateji adıyla en basiti füze kalkan projesine direk Türkiyeye taşıyıp yazılmasada iran şer eksenine oturturken, Kıbrıs şovu devam ediyor. Hem Kıbrıs sorunu denilirken, diyer yandan geriye çekmelerle Türkiyeleştirme siyaseti hayatın her alanına yansıtılıyor. Paradokslar ve ilgisizliklerle görüşmelerden paketlere bir çok gelişme akışında işler devam ediyor. Avrupa İrlanda mucizesi infilakı ve Portekiz sırası nedeniyle grevler devam etmektedir. Hem AB hemde Türkiye kısgacındaki Kuzey Kıbrısta kendi oyunu oynanıyor. İşin acısı ilgisizlik ve talimat sıkışması arasına takılıp kalındı. Onun için bu hafta tatil boşluk da düşünülerek biraz Kıbrısı yazmak istedim: Bakalım yazarken nerelere uzanacam:
Tatiller falan siyaseti durdurmadı: Ama kamu oyunu dondurdu: Bu nedenle ne Çiçek protestosu doğru dürüs konuşuldu, nede şu şanlı görüşmelerin perde arkası konuldu: Zaten ilgisizlik ve bilgisizlik kardeşliklerinde normal zamanda dahi buna çoğu eğilmez ya? Tatil sadece insanların ara verişini sağladı o kadar: Ama artık basit olguları dahi gözden kaçırmaya alıştık: Olmaması gerekenlerin normal gündem yaşamı haline gelen Kuzey Kıbrısta neyin nasıl konuşulacağı da ayrı tartışma konusu oluyor.
Cemil Çiçek olayı hakikaten önemli: Özelikle protestonun hemde KKTC ilanı gününde olması ile talimatlı paketin birleşmesi anlamlıdır. Kamu oyu zaten ekonomik talimatın adresini biliyor. Bunu kendi içinde de seslendiriyor. Bunu tartışmaya hiç gerek yoktur. Ama tepki konmamanın önemli nedeni, hala bu sistemden koltuk beklemeden tutun avantalarından pay almaya dek oldukça eylimlerin öne çıkmasının koşulu ortadadır. Bu nedenle talimat kelimesi kadar gerçek yanına çıkar koltuk avanta nedeniyle susup yağcılaşan kesimde gerçektir. Onun için özelikle koltuk bekleyen partiler bu konuda pek eylem yapmak istemez. Ama resmi eksenden çıkınca da “bizde biliriz her şeyin Türkiyeden dayatıldığını” söylemekten geri kalmıyorlar. Hatta direk kararı uygulayanlar “bizde biliriz yanlış olduğunu” söylerler. Bir anlamda iki yüzlü oyunda pay alma koltuk kapmanın deyerini ortaya koyuyorlar. Bu kılıkla dışa evet efendim ve içte kendinden olmayana pay vermemeyi baskı kurmayı sağlıyorlar.
Bunları hep yaşıyoruz ve yaşayacak olmamız kesindir: Ama şu görüşme şovuna birkaç kelime yapalım: Çünkü artık iyice çığrından çıkarıldı. Brakın resmileri barış isteyenler dahi şu paranoyaya takılıp resmileşiyor. “Görüşmeler, çözüm”. Oysa eyer bir gelişme veya çözüm olacaksa hangi kriterlerde olacağı hiç sorgulanmaz: Bunu da braktım: En azından son Newyork zirvesinde kendini barışçıl ve sistemi sorgulayanlar dahi “biz haklı çıktık, bizim dediyimiz daha öne çıktı” tavırları nereye gelindiyi sorusunu ortaya koydu: Öncelikle içi boş olunca ve sadece barışı anlaşmayı görüşmelerle sınırlayıp sonuçta istenmese de resmi idolojinin figüranı haline sizi getirir. Kamu oyunda nerde ise hiç konuşulmayan, anlaşma içerikleri hiç söylenmeden sadece zeytin dalı verme veya görüşme yapılıyorsa umut gelecek konulursa, olay içi boş ve başkalarının içini doldurma gerçeyine geliriz.
Son Newyorkta görüşme yapıldı: Kamu oyunun hiç önemsemediyi ve çözüm falan beklenmediyi ortamda, bizim medyalar en başta olmak üzere, Eroğlunun daha başarılı çıktığını söylediler. Bunu algılatma ile yandaşlara ve ne yazık ki “barışçıl” denilen kişilere de yazdırıldı: Kimse gelecek çözümün niteliklerini veya hangi amaçla hareket edildiğini hiç sorgulamadı: hele ayni zamanda AB Türkiye eksenli Kıbrıs arayışlarına hiç değinmedi: Böylelikle anlaşmayı salt var olan yasa dışılıkları yasalaştırma olarak kabulenen resmi siyaseti barışçılar alkışlıyor.
Tekrar soralım: Masaya konulan önerileri bizim barışçılar kabul ediyorlarmı? Feragatnameleri kentsel dönüşümle sermayeye devri doğrumu? Bunlar son sürülen öneriler olmaktadır. Peki bunlar olurken acaba çoğu aydın geçinen kişi hangi ölçekle başarı kriteri ortaya koyuyor. En net olan ise hangi barıştan anlaşmadan yanadırlar.
Eyer bir toplumda görüşme oluyorsa, insanlar katılmayıp seyirci dahi olmuyorsa, sadece barış kelimesiyle senbolik çıkış yapanlar dahi suçlanırken, gelecek eyer olursa anlaşma ne içerecektir. Sanırım her anlaşmada toplumsal katgı ve önerilerle baskı mekanizmaların ne denli önemli olduğu hep onutuluyor. Bu gün salt resmi eksenler olunca da masada barış adına var olan sistemin yasalaşması ölçekleri temel olması normaldır. Zaten barış ve görüşme kelimeleri dışında doldurmalar olmadığı için de şimdi öylesi noktaya geldik ki resmi görüşün başarısı başarıslıkları ile oyalanan aktörler ile yetiniyoruz. Hele kamu oyunda anlaşma beklentisi olmadığı durumda bu daha anlamlıdır.
Hep emperyalist siyaseti onuturuz: Son siyasal gelişmelerin genel siaysal ayarlarla birlikte düşünmeyi bellekten çoktan sildik: Kıbrısın gerçeyi ve alınan kararlar hep yok sayılıyor. Şu basit İngiliz siyaseti bu nedenle prim yapıyor. Bir bakarsınız ayrılmayı savunan kişiler, öte tarafta ansızın karşıtı ayrılamazcılarla iki tarafa da güzel uyuşturucu ilaç veriliyor. Ama dünya dönüyor ve her zaman güçlü olan masada başarıyor. Ufak birkaç uyarıcı gelişmeyi sadece barış deyip iyice boşaltanlara hatırlatayım…
Kosova konusu uluslarası davasında haklı görüldü: Böylelikle toprak bütünlüğü ve B.M. kararları adeta yırtıldı: Bu kadarla kalınmadı; Şimdi Sudanın parçalanması bizat B.M. tarafından da tetikleniyor. Çünkü Sudandaki pastanın Çin eksenine girmesiyle kurulacak Güney Sudan devletiyle yeniden elde geşme hesapları da vardır. Son bir genel hatırlatma: Yetmişler ortasında birkaç işgal girişimi oldu Suriye Lübnanı, Endonezya Doğu Timoru, Fas Batı Sahrayı benzer siyasetlerle müdahale ile etkilediler. Ummandaki Dofar olayını iranın işgal ederek yok etmesini yazmıyorum: Şimdi Kıbrıs ve Batı Sahra hala alınan bir çok B.M. kararına rağmen çözümsüz. Emperyalist yeni sömürge siyasetinin sonucu olan bu gelişmeler, şimdilerde tıkanan Yeni Liberal anlayışla çırpınıyor.
Kısaca bu hafta böylesi bir Kıbrıstan söz ettim; anlayan anlar, anlamayan ise içi boş barışı söyleyip resmiyetde sistemin yasalaşmasını başarısını savunarak sirto oynadığını sanıp saray dansına yöneliyor. Bakalım bizim ada daha bana neleri yazdıracaktır?