Öncelikle yazıya başlamadan değinmek isterim ki; siyasetten kendini soyutlaştırmaya çalışan kişiler, (bilerek veya bilmeyerek) sistemin asıl istediğini kendi rızalarıyla kabullenip boyun eğerek, yani teslim olarak kaçamadığı gibi: ancak rejime/ sisteme hizmet ederler… Bu yüzden siyaset, hangi açıdan bakılırsa bakılsın, toplumsal bir kurum olarak bireyler için vazgeçilmezdir…
Ve insan – madem ki yaşıyor – siyasete dahildir; istese de istemese de…
Sık sık karşılaştığım durumlardan bir tanesi; siyasete ilişkin aklımıza gelen – iktidar olsun, egemenlik olsun, devlet olsun, hükümet olsun – ‘bizim üzerimizde var saydığımız şeyler’in meşrulaştırılmasının ana sebebi; sadece bir konsensüse ya da anlayışa dayandığı gibi, var olmasının ya da bir başka deyişle böyle kabul edilmesini mümkün kılan şey de; işleyişlerinin hegemonik olmasıdır…
Özellikle çağdaş, modern toplumlar da şiddetin çözüm bulmak için kullanılan yönüyle birlikte, hegemonik gücü de kullanılır…
Bu durum tarihsel süreç ile birlikte oluşturulan yeni dünya düzeninin, bireyler için; yönetici kesimlerden, yukarıdan aşağıya dayalı bir güç aktarımını onaylamasını ve bu durumun kaçınılmaz olarak kendi içinde içselleştirmesini sağladı…
Ve bu demokrasi çerçevesinde yasalar aracılığı ile sağlanıyor…
***
Devlet, iktidar, egemenlik, kamu, kamuoyu v.s gibi kavramların bize her zaman uzak ve bizim üzerimizde olan kutsal varlıklar olarak kabul görmesinin esas nedenin bu olduğunu düşünüyorum… Yararlanabileceğimiz bir çok kaynakta da bu gibi kavramların tanımlamaları, toplumsal yönüyle değil de yine kendi işleyişleri açısında eksik olarak tanımlanıyor…
Fakat bu günümüz gerçekleriyle bağdaşmamaktadır. Örneğin en gelişmiş siyasal kurum ve örgüt olarak devlet; kutsal bir varlık değildir!
Veya Egemenliğin, iktidarın doğasında var olan bir şey olarak, tek ve bölünmez olduğunu düşünürsek dolayısı ile egemenlik devlete ilişkin bir kavram olarak kabul edildiğine göre devletin de tek ve bölünmez olduğunu kabul etmemiz, günümüz siyasal gerçekleriyle uyuşmamasıyla birlikte yanlış şekilde yorumlamamızı ve bu yöndeki mücadele yöntemlerinin yanlış yöne eğilmesini sağlayacaktır…
Tekrar edecek olursak, egemenlik olsun, devlet olsun bizim üzerimizde var saydığımız şeylerin bu şekilde kabul görmesinin sebebi belirli bir anlayışa dayanır… Toplum veya bireyler olarak biz buna onay vermezsek kendisinin üzerinde mutlak ve sınırsız güç olamaz…
Yani egemenlik yurttaşların rızasına bakar… Ve işleyişi yukarıdan aşağıya bir güç aktarımına dayanarak toplumun onayı ile sağlanıyor…
– Bunu toplumun ne açıdan/ ne şekilde yorumladığı, kabul ettiği veya onayladığı farklı bir konudur… Yani bütün kabahat yönetilen kesimindir gibi bir algılama biçimi yanlış olur. Sadece bunun farkında veya değil yaşamın her anını birbirinden farklı yaşayan ve farklı görüşlere sahip insanların; önce eleştirip, sonra dönüştürmek istediği sistemin bu şekilde varlığını sürdüğünü bilmesi gerekir… –
Toplumsal açıdan incelendiği zaman görülecektir ki; toplum olmazsa devlette olmaz… Devletin sürekliliği sağlayan şey alt tabakanın rızası ile bağlantılıdır…
***
Devletin doğuşundan – yani özel mülkiyetin ortaya çıkmasından – bu yana; üretim araçlarına sahip olan egemen sınıfın, işçi sınıfını sömürdüğü bir tarihten bahsediyoruz… Yani bununla birlikte paralel olarak gelişen; toprak paylaş(ama)manın yani savaşların hüküm sürdüğü bir tarih!..
Egemen sınıf kendi varlığını sürdürebilmek için; senin boş zamanlarını belirleyebiliyor… Hatta kaderini bile! Peki neden?
Seni istediği gibi sömürebilmek ve varlığını dolayısı ile rejimi sürdürebilmek için…
Bu tarihten edinen tecrübeye dayanarak, ‘insanların temel hak ve özgürlükleri’ adı altında aslında var olması gereken şeyler bize demokrasinin sağladı faydalar olarak empoze ediliyor…
Halbuki seyahat etme özgürlüğü olan demokratik bir ülkede, cebinde paran yoksa nerde bunun özgürlüğü?..
Ya da gelin bankadaki hesabımızı milli irade çerçevesinde eşitleyelim diyen bir milli birlik nutukçusuna rastladınız mı hiç?..
<Hayır >
***
Eşitlik olmayan bir ülkede; bireylerin özgürlüğüne doğrudan müdahale vardır demektir…
Egemenliğin kullanımına ilişkin sorunlar
Günümüzde toplumlar içerisinde farklı dünya görüşleri, farklı ideolojiler gibi farklılıklar vardır. Ve bunun genel iradesini almak bir baskı mekanizmasını doğurur…
Yani bu farklılıkları genelleştirmemek gerekir…
Egemenliği temsil eden güç; toplumun bütününü temsil etmeyecek, onlardan oluşmayacak. Bu nedenle devletin egemenliği içsel kullanımı her zaman sorun yarattı/ yaratacaktır…
Egemenliğin kullanımına ilişkin sorunlara bir örnek; yani toplum genelinde bireyler, gruplar veya toplumu oluşturan belirli bir kesim ayrıştırılırsa çatışma doğurur…
Ve işte tam burada demokrasi devreye giriyor…
Demokrasilerde, toplumun çoğunluğu tarafından seçilen temsilciler aracılığı ile yönetilen bir sistem vardır…
Günümüzün çağdaş/ modern toplumlarında demokrasi şemsiyesi altına sığınan bu kesimlerin haksızlığa uğradığı durumlarda, taleplerini belirtmek için gerçekleştirdiği suni eylemler yeterli sonuç getirmeyecektir… Çünkü madem ki demokrasi: çoğunluğun isteği yönünde gelişen durumların kabul görmesi kaçınılmazdır…
***
Malumunuz yerimiz kısıtlı…
Diyeceğim şu ki;
Sistem tüm çelişkilerine rağmen oldukça iyi durumda ve çok iyi çalışıyor…
Dünyanın en az yüzde 50’si açlık, sefalet içindeyken, bu durumu görmemizi istemeyen sistem ve kule bekçileri; hakim olduğu kitle iletişim araçları ve beraberinki baskı mekanizmaları ile bizi uyutmaya çalışıyor… Artık salgın bir hastalık haline gelen tüketim kültürünün önüne geçecek belirgin bir politik mücadele şekli masaya yatırılması gerekiyor…