Nereden bakarsanız bakınız eğer ormanı sadece bir “ağaç” olarak görürseniz… her bir olayda hiç farketmiyor, bir “odun” olmaktan öte bir yol kat etmeniz söz konusu bile olamaz! Hem suçlu ve hem de “güçlü” olduklarını sananlar için bu özellik tabiatıyla daha da katmerleşiyor. Newyork’ta geçtiğimiz günlerde yer alan Ban Ki Moon – Hristofyas – Eroğlu üçlü zirvesi, bakış açısına göre, tarafları bir şekilde memnun eder görüntüsü belki mümkün ancak bizim Kıbrıslılar açısından geneline bakıldığı zaman bir milim ilerleme kaydedilmediği de ortadadır. 40-50 yıllık dava/mesele… taraflar deyince kim(ler)in anlaşılması gerektiği çok önemlidir; oyunda yer alanlar eğer Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürkler olsa tamam diyecek ve yola devam edecektik. Ancak “kazın ayağı” öyle değil, esas aktör “kahramanlar” sahne / perde gerisinde rol alan başkaları olunca, tartışma dahi kabul etmez!
Kıbrıs Cumhuriyeti, BM Güvenlik Konseyinde tescilli – uluslararası anlaşmalara bağlı olmasına karşın kolaylıkla yık(tır)ılmadı mı? Daha neyin nesini tartışıyoruz, ha “garantiler” derseniz, onları “taraf” yapan da bu değilmi! Hele şimdi bir de AB üyeliği olduğu halde bir “şey” yapılabiliyor mu? Demek ki AB üyeliği sözde ve “lüküs/rüküş” olması dışında bir ehemmiyeti bulunmuyor. Sorun, öyle ise seyrettiği başka yerlerde ve onun “bölgedeki büyük çıkarların kol gezdiği” dümen suyunda aranmalıdır. Ortadoğu, Kafkas ve Ortaasya enerji (petrol-doğal gaz) kaynakları ile güvenliği buna yön verdiğini anlamak durumundayız. Yoksa toplumlararası müzakere veya görüşmeler bir/iki defalığına Lefkoşa’dan Newyork’a kanalize edildi diye, sadece buna bakarak fazla “umut” bağlamanın alemi yoktur. Yani esasta değişen veya değişecek bir şey olmayacaktır.
Geçtiğimiz günlerde yine gerçekleştirilen başka bir zirvede bizleri yakından ilgilendiren konuda çnemli kararlar üretildi. Tabii bu toplantıda Kıbrıslılar yoktu (olsa ne farkeder diyeceksşnşz, ki haklısınız) ama “anavatan/babavatan”ları tümden vardı… bunlar, yukarıda bahsettiğimiz “taraflar”dan başkaları değildi? Lizbon’da yer alan NATO toplantısından söz ediyorum tabiatıyla! Burada , sona erdiğini sandığımız “soğuk savaşın” yeniden başka bir örneği hotlatıldı. Adı “füze güvenlik kalkanı” sistemi, peki kime karşı? Herkes susuyor ama kim(ler)e karşı olduğu açık değil mi? Türkiye, bölgedeki Batı çıkarlarının bekçiliğini İsrail ile birlikte, bugüne kadar gizlenmeye çalışıldığı gibi, yine korumaya devam edeceği ortadadır. Kıbrıs’a gelince; söylermisiniz böyle bir misyon yüklenen ülke – anglo-amerikan işbirliği el verdikçe – çözüme ulaşmak imkanı kalır mı? Olsa kendi ülkelerindeki sorunları hallederlerdi!
Yapılan ve kafa karışıllığına neden olan bir diğer yanlış; sanki yakın zamanda “genel seçim” olmazsa, taraflar (yani Kıbrıslılar ve anavatanları) siyasi irade gösterecek ve “babavatanları” hilafına 50 yıllık davayı sonlandıracaklar? Yapmayın allahaşkına, o kadar kolay mı yani… büyük güçler stratejilerine uygun düşmeyecek “meyvayı” yedirirler mi, olsa olsa bugüne kadarki “ayvayı” belki! Neden yazdım? Çünkü efendim “Mayıs’ta Rumların, Haziran’da Türkiye’de genel seçimler var, bekleyelim” deniyor da falan filan! Maksat “üzüm” yemek olmayınca, habire bağcının (Kıbrıslılar) yarım yüzyıldır açıktan dövülmesi bundan kaynaklanmış olabileceği ise düşünülemiyor.
1950 yılları başında lisede öğrenciyken Kore savaşı vardı… hani Türkiye’nin de, dünyalarından habersiz saf gençleri / Mehmetçikleri, Batılı emperyalistlerin çıkarını korumak için ölmeye gönderdiği! Ki, yıllarca süren bu sevkiyatta geriye dönemeyen büyük çoğunluk için cehalet yumağındaki millete “kahramanca savaşarak şehit oldular. Türklüğün şanını, bayrağını dünyaya tanıtırken dosta güven, düşmana da korku saldılar” yutturdular. Bir kaç yıl sonra yüksek tahsile gittiğimizde, limanlardan kalkan gemilere Amerikan savaş gemileri refakatinde hala daha askeri birliklerin gönderildiğine tanıklık eden biri olarak, bugün zihniyette herhangi bir değişiklik yaşanmadığını görmekten cidden bir yerde üzüntü duymaktayım! Aklıma nereden mi geldi? İşte 1950’li yılların “o” Kore’si yine haber kanallarına Kuzey – Güney Kore karıştı, sınırda top atışları oldu… BM Güvenlik Konseyi toplantıya çağrıldı falan! Bizim mesele 1955/58/63 veya 74 yılı ele alındığında, Kore demek oluyor ki bizden eskiye dayanır. Çin ile Tayvan da var tabii ki… Acaba neden bitirilemiyor. Afganistan ve Irak da NATO ile birlikte buna dahil edilirse, ortaya çıkacak “kombinezon” bize astarın yüzünden büyük ve pahalı olabileceğine dair bir fikir verebilmeli diye düşünüyorum.
NACİ TALAT DOSTUM
Bugün, 26 Kasım Cuma günü saat 17.00’de Lefkoşa’da Selimiye bölgesi İdadi Sokak’ta açılışı yapalacak Naci Talat Evi için birkaç gün önce bilgilendirildiğimde, öğrenciliğini yakinen bildiğim ve daha sonra Kıbrıs’ta CTP içinde birlikte hareket ettiğimiz dostum Naci Talat; gözümün önünde bir film şeridi gbi şekillenirken kafamda en öncelikle yer bulan ne olabilir diye düşündüm. “Naci Talat Evi” Naci Talat için sadece Lefkoşa’nın bir semti ve sokağıyla sınırlanamayacak denli büyük değerlere sahip olduğudur. Adına açılışı yapılan “evi”n çok yönlü bir sembol olması dileğiyle, Kıbrıslıtürklere esin kaynağı yaratmalıdır.
Çünkü, son günlerine kadar ailece iyi ilişkiler içinde bulunduğum Naci Talat, ne yazık ki ölümünden sonra partinin – hükümet olmak uğruna – düştüğü durumu onaylamayacak çok köklü ilkelere bağlıydı. Miting alanlarında “kim be bunlar!” derken çoğu neyi anlatmak istediğini algılamaktan uzak… Her şeyden önce Kıbrıs’lıydı ve Kıbrıs’ı bir bütün olarak görerek mücadele stratejisini ona göre çizmişti! Son görüşmelerimizden birinde; Siyasi mücadelesinin neredeyse yaşamının bütününü almasını “dostum en büyük hatam galiba aileme, çocuklarıma gereken zamanı ayıramamaktı” şeklinde ifade etmişti.
Son diyebileceğim; Naci Talat’ın düşlediği Karpaz’dan Baf’a ve Girne’den Limasol’a kadar birleşik bir Kıbrıs’ın var olması! Bu uğurda mücadele etmek de sanırım Kıbrıs için değer.