Yaşadığımız dönemin güncelleştirdiği bir kelime, bir duruş ya da bir davranış biçimi.
Gerek yerel ve gerekse de genel mahiyette olsun; siyasetin vazgeçilmezi olan “ittifak” bugün; uluslar arası boyutta güncele ulaşmış ve alt anlatım biçimiyle de ilgili olarak da; tek tek devletlerin ekonomi politikalarına ve bununla ilintili olarak siyaset davranışlarında ilk sıralarda yer almaya başlamıştır.
Devletler arası/uluslar arası önceliğe ulaşan “ittifaklar” olgusu ne günümüzün yeni bulmasıdır, ne de sadece geçmişte kalan bir buluşmadır. O, dünden beri var olan ve gelecekte de varlığını devam ettirecek olan, ancak; devlet sönümlenmesi/devletler sönümlenmesi süreci ile birlikte bir taraftan anlamsal dönüşümlere uğrayacaktır, bir taraftan da dilimizden uzaklaşacaktır.
Tarih aklımızın bir yanında hala tazeliğini koruyan “Haçlı” seferleri/savaşları başta olmak üzere, büyük paylaşım savaşları ve savaş sonrası müzakerelerin döşeme taşları olan düzenleme biçimlerine baktığımızda burada gizli ya da açık olarak ittifak ve ittifaklar olgusu karşımıza çıkmaktadır.
Özellikle 1. ve 2. büyük savaşlar; uzun dönem amaçları ve etkinliği anlamıyla farklı bir yerde durmaktadır. Bu da, kapitalizmin hegomonik olarak dünyasal karaktere ulaşması ve bununla ilintili olarak da kapitalizmin kendi iç gelişim şekli ve buna paralel olarak yeniden güncellenen ittifak duruşlarıdır. Ve buna denk düşen kapitalizm karşıtı birliktelikler.
İttifakların ana karakteri ya var olan ekonomi imkanlarının korunması ve buna denk düşen siyasi-askeri ortaklaşmalar ya da ekonomiye yapılan gelecek planlamasında ortak paydalar yaratılması ve yine bunun olmazsa olmazı olan siyasi-askeri duruş ortaklıklarıdır.
Dünya kapitalist ekonominin bugünkü ana karakteri; petrol/doğalgaz,maden havza kontrolü ve bunun vazgeçilmez paydaşı olan silah üretimi yani silah sanayidir.
Bugün; güncelde bulunan Lizbon görüşmeleri, Lizbon antlaşmaları tam da bu vaziyeti anlatan bir durumdur.
Dünya kapitalizmine hala yön veren üç tane ana dal, sanayi dalı vardır. Bunlar; petrol, maden ve silah sanayidir. Bunların üstünlüğüne sahip olan ülkeler/tekeller dünya siyasetinde de ana aktör konumundadırlar.
Eskiden oluşturulan Nato ve Varşova paktı/ittifaklarına baktığımız zamanda olguyu besleyen ana taşların petrol,maden ve silah sanayi olduğu açıklıkla gözlemlenebilmekteydi. Varlık nedenlerini, diğerinin var olması üzerinden anlatan bu ittifak özneleri; ne zaman ki birinin -Varşova pakt/ittifakının- yok olması ile birlikte amaç boşluğuna düşmüşlerdir. Bu durum sonuç olarak yeni bir dönüşüm olayını da beraberinde getirdi. Tekellerin/devletlerin yer altı zenginliklerini kontrolleri altında tutma anlaşmaları, bunların güvencesini sağlayan silahla müdahale anlaşmaları ve bunun derininde olan silah satışı ve üretiminin devamını sağlayan düzenlemeler; oluşumların gerçek anlatımlarıdır.
Lizbon antlaşmasının ortaklığına bakıldığında, nükleer teknoloji ve bunun devamı olan nükleer silahlara sahip olan ülkeleri görmekteyiz. Antlaşma/ittifakın ana sürükleyicileri olan nükleer teknolojiye sahip ülkeler bu üstünlüklerine devamlılık sağlamak için; bu teknolojiye ulaşmak isteyen devletlere ve becerilere sahip olamamaları ya da mümkün olduğunca geç sahip olmaları için yaratmaya çalıştıkları birlikteliktir.
Lizbon antlaşmasının ruhunu; G20 ülkelerinin/kapitalizminin; dünyayı, yer altı ve yer üstü zenginliklerine göre yeni siyasal planlamalara tabi tutarken devamını da nükleer teknoloji/silah tekellerinin güvencelerine kavuşturmasıdır.
Açık olduğu üzre; silah tekellerinin ilk alıcısı silah üreten ülkelerin kendisidir. Yapılan güvenlik ittifakları ile üretilen silahların ittifaka satılmasını sağlamak, ittifaktaki ana ülkenin esas görevi olmaktadır.
Örülmeye çalışılan füze perdelemesi de , nükleer teknoloji sahibi tekellerin ürettiği silahları bu ittifak ülkelerine satılması/konuşlandırmasını da doğal olarak beraberinde getirecektir.
Ve tüm söylemlerine rağmen bu tür ittifaklar; kendilerini yeniden-yeniden üretecek petrol/doğalgaz, maden havzalarını kontrol altında tutmak ve bu sanayi ile iç içe olan silah sanayine devamlılık kazandırmaktır.
Bu tür antlaşmalar, tek-tek nükleer tehtid(!)ler vesilesiyle, ihtiyaç duyulan antlaşmalar/ittifaklar değillerdir. Petrol/doğalgaz, maden ve silah tekellerinin siyasi ve ekonomik hegemonyasının güvence altına alınmasıdır.
Örtülenen gerçek budur.