Zamanın eğitim bakanı “okullar olmasa biz maarifi ne güzel idare ederdik” derken, inanın, bilerek ya da bilmeyerek, olaya en doğru saptamayı getirmekteydi. Bugün değişen herhangi bir şeyin olmadığını görünce nasıl hak vermezsiniz. Olmayan bir şeyin “şeyi” mi olur allahaşkına? Meseleye direkt girersek; hak / hukuk / adalet arayan memur, öğretmen, işçi sendikaları ve ne bileyim öğrenci, turizmci, tarım üreticisi, hatta sanayici-tüccar-iş adamı neyin peşinde ve de ne ile (muhatap) karşı karşıya olduğunu acaba cidden biliyor mu? Savaş sonrası geriye kalan Rumlara ait mal/mülk “bitirilemeyen ganimet” zengin kaynaklar olmasaymış bugün neyi tartışır olurduk, hiç düşündünüz mü? İşimize mi gelmiyor yoksa “gerçekler” bizleri ele vereceğinden mi korkuyoruz. Hala olmayan “devlet”in sonsuza kadar yaşatılması masalı da nitekim öyle, eğer daha yapılıyorsa; gerisindeki esas maksadı da anlamıyoruz demektir.
Bırakın küresel, müresel kriz veya Rum ambargosu vs edebiyatlarını da bunda kimlerin faydalandığına bakın, bir nebze belki anlarsınız, ne bileyim! Bunca kaynak, zenginlikler (turizm potansiyeli, işletme/fabrika, tarım alanları vb) heba edilirken bize geçtikten sonra tek başarılan galiba memleketin bir kumarhane ve buna bağlı yan hizmetlerin sunulduğu “eğlence” sektörü olmaktadır. Ki, sağolsunlar(!) yöneticilerimiz ile kapı kulu ekonomistleri ve uzmanları bunun adına “cennet” demektedir. Ancak bu “çok bilmişler” sabahları okula aç giden küçücük yavrulara bir fincan sütün nasıl esirgendiğinin hesabını veremiyor! Eskiler hatırlayacaktır; her ne kadar kızsak ve sömürgecilere lanet okusak da, İngiliz sömürge yönetimi döneminde, sabahları okullarda; üzerinde kral veya kraliçenin resminin bulunduğu büyükçe fincanlar içerisinde (yaşa varol kıralımız/kraliçemiz eşliğinde) bizlere ılık süt verilmekteydi! Bugün süt üreticileri isyanları oynayıp hükümetlerin dikkatlerini belki çeker diye, sütlerini sokaklara dökerken… Zeytin üretimi farklı sanmayın; çarşı pazarda bol bol ithal ürün varken aksini söylemek bir yerde “dalga” geçmek olmuyor mu? En azından yönetim kendini şöyle savunabilir “zeytin ağacı katliamından şikayet ediyorsunuz ama durum aksini kanıtlamakta” diyebilirdi.
Efendiler, ülkenin statüko/durumu malum… ama bilmiyorcasına “her şeyin başı polis sivil yönetime bağlı değil” diyebiliyor. Söyler misiniz “bağlı olsa, bir ‘muhtar’ kadar muhtar olmayanlar ne yapabilir?” Böylece kendimizi kandırır dururuz, “yat da ‘gulle’ geçsin” hesabı yani! Anavatanda bağlı da ne oluyor; her gün tv ve basında ne denli “orantılı şiddet” uygulandığını görmüyor muyuz? Yönetimde kimsenin de kılı kıpırdamıyor, diğerleri mi “onlar da bir sonrakine kadar…” Bununla kalsa yine iyi, bir de mahkemelere sürüklenmek var ipin ucunda! Meselenin esasına girmeden, anlamadan aynen sürecek olan olaylar çevresinde yapılabilen “kısır döngü”den başka bir şey olamaz. Eksik olan (veya fazla gelen) acaba nedir diye akıl/kafa yormak varken, bizimkisi de “züğürt…” bilmem ne oluyor anlayacağınız.
Müzakere dedikleri keza aynı “minval” üzere devam… bile bile, bal yapmayan arı misali sürdürülüyor! Kaçınmak mı, “ağzınızdan yel alsın” taraf denen “figüranların” sahne arkasındaki asli oyuncuları hiç izin verirler mi sanırsınız. Bunu da mı göremiyoruz, “evet”… tıpkı Annan Planına toplumların bir evet ve bir hayır dediği gibi! Hiç olmazsa, sonda tutarsızlıklarına karşın, ilk 2-3. versiyonunda “uygulanabilir” hukuksal “done”ler var olduğunu kabul edelim. Nasıl olur diyeceksiniz; avcılık da bir “spor” ama aşikar “kuş katliamı”, Ilımlı islam da öyle; dini vecibeler ya vardır, ya yoktur, ortası olmaz yani! Kimiler bunu “kalkan” olarak kullanıp cahil halklar üzerinden “menfaat” sağladığı ise bir türlü akla getirilemiyor. Müzakerelerde “liderler” var, ama hemen öncesinde “anavatan” ziyaretleri; sabah “istişare/talimat”, öğleden sonra masaya oturmak neyin nesi… Kendi iradesi olmayanların “devlet” sıfatı kalırmı? Devlet kurulamaz mı, kurulur da “koşulları” vardır… öncelikle kendine ait yeterli “toprağı” olmalı, homojen bir “halk” ve tabii ki siyaset yapabilecek yönetsel bilinç, iradeye sahip olmalı!
CENEVRE VEYA DERİNYA OLSA FARK EDER Mİ?
BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon bunları bilmiyor mu, biliyor ancak o da bir yerlere bağlı anlayacağınız! Güvenlik Konseyi daimi üyelerinin “iradesi” ile oraya getirildiği ve orada tutulduğunu da çok iyi biliyor. Geçen ayki Newyork zirvesinde “size verdiğim ödevi(nizi) yapın ve ocak ayında Cenevre’ye öyle gelin” derken neyin nasıl ol(may)acağını tahmin etmemesine imkan olamaz! Ciddi olsa oraya anavatanları – garantörler ve AB ile Konsey temsilcilerini de çağırmaz mıydı? Nasıl bir gelişme sağlanır, mutlaka tahmin edeceğinizin de ötesinde olurdu. En basiti istek olsa, Türkiye’nin AB yolculuk bileti de “one way” mi, yoksa “return” mu olur, hiç şüpheniz olmasın, kesinlik kazanabilir(di). Böyle bir senaryoyu “saçma” bulanlara hemen söylemek zorundayım; zirve ha Cenevre, ha Derinya olmuş, “zırva” olması dışında hiç fark edecek mi! Kırmızı çizgi/hatları başka türlü bertaraf emek mümkün olabilir mi? Uyuşmazlık konusu Karpaz ve Omorfo bölgelerinin statüsü, Kuzey – Güney toprak mülkiyeti iktisabı, ülkede yüzyıllardır aynı kültürü bölüşerek yaşayan Kıbrıslıtürk ve Rumlar dışında kalan Kıbrıs’ın diğer asli üyesi topluluklar (Maronit, Ermeni, Latinler vd) sorunlar ile sonradan taşınan (gualido) nüfus nasıl çözülecek? Türkiye’de hikimetin Büyük ada’da yıllar önce “ganimetleyip” el koyduğu Rumlara ait yetimhaneyi, gerçek sahibi Fener Rum Patrikhanesi’ne geçtiğimiz günlerde iade etmesi de yol gösterici olurken…
Dünyayı sarsan(!) WikiLeaks gizli belgelerinin bize yansıması oldu mu bileni henüz yoktur… olsa ne mi yazar diyorsunuz, haklısınız. Başımızdaki beladan daha beteri nasıl olsa olamaz! Büyük çoğunlukla, bizi ilgilendiren sadece “yönetime/partiye nasıl yakın olabilirim, çocuğu işe nasıl yerleştirecem, emeklilik ve ikramiyeden vergi, 13. Maaşlar vb” konu/sorunlar olunca başkaca olaylar vız gelir değil mi? Sızdırılması pek tabii ki olay, ancak içeriği bakımından esasen bilenler bunu biliyor olması onlar için sürpriz olmamıştır, sadece gizliliği “ifşa” olmuştur o kadar! Neo-liberal yeni dünya düzenine adapte olmaya çalışan Yunanistan’da, ekonomik krizden çıkması için “iyon denizi’ndeki bazı küçük adaları satışa çıkarması” kadar “ses” veriyor olmaması gerekirdi diye düşünüyorum.