Kıbrıs’ta her iki taraf da yarattıkları statükolardan taviz vermek istememektedirler. Kıbrısrum egemenleri monolitik bir cumhuriyet durumuna getirdikleri Kıbrıs Cumhuriyeti’nden dolayı ki bu cumhuriyet şimdiki görünümü ile bir Kıbrısrum Cumhuriyetidir, ellerindeki gücü kaybetmek istemiyor ve görüşmelerde bu yüzden ayak sürümektedir. Kuzey Kıbrıs egemenleri de 1974 sonrası ellerine geçirdikleri olanağı bırakmak istememektedirler. Onların ayak sürümeleri de bundandır. Tanınmamıştır ama Kuzey Kıbrıstürk Cumhuriyeti de Türk milliyetçiliğinin bir mirasıdır.Son zamanlarda, Türkiye Devleti ve AKP ise sorundan sıyrılma gayretleri göstermektedir ki bu da 36 yıllık sorumluluktan kaçmak ve mevzubahis tüm sorumluluğu zaten 36 yıldır ezilen Kıbrıslıtürklerin omuzlarına bırakmaya çalışmaktır. Ne Yunanistan ne Kıbrısrum egemenleri, ne Türkiye ne de Kıbrıstük egemenleri yaratılan durumdan ötürü sorumluluktan uzaklaşamazlar ve sorunda oldukça büyük payları bulunmaktadırlar. Ve maalesef bugünkü dünyada geçmişe bakarak, geçmişin hataları ortaya çıkarılarak bir senteze ulaşılamazsa milliyetçiliklere de bir çözüm getirilemeyecektir.Esasında sorun her iki tarafta da bulunmaktadır. Her iki taraf da eleştirilmelidir. Kıbrıs sorununda her iki tarafın da onulmaz ve büyük katkıları bulunmaktadır. Ve hala daha olaylara bakış açısı maalesef “Türklük” ve “Yunanlılık” görüşü çerçevesindedir. Geçenlerde bir uluslar arası toplantıda bir Kıbrıslırum Hanım araştırmacı Bodamya’daki Kıbrıslıtürk azınlığın Kıbrıs Cumhuriyeti’ne karşı ılımlı ve itaatkar bir duruşu varken bunun Pile’de olmadığın ı söylemekteydi. Bunun yanında köyde (Pile) Türk Bayraklı ve Yunan Bayraklı kahvehanelerin ise köye girişte göze çarptığını söylemekteydi. Bense bu hanıma yaptığım açıklamada Bodamya’daki Kıbrıslıtürk nüfusun oradaki Kıbrısrum çoğunluğundan ötürü kafasının eğik olduğunu, ezikliklerini ifade edecek bir olanağın olmadığını ve bunun itatkarlıkla yorumlanamayacağını söylerken, halbuki Pile’deki Kıbrıslıtürk nüfusun sınıra çok yakın olduğundan ötürü daha milliyetçi ve direngen görülmesinin normal olduğunu belirttim. Esasında bu durumların bile hala daha Kıbrıs’taki bakış açılarının milliyetçi olduğunu, Kıbrıslılığın hiç adının geçmediğini de söyleyelim. Kıbrıs tarihinde bilhassa soldan gelen ideolojik hatalar da halkların bölünmesinde çok büyük rol oynadı. Ama pek tabi bu hataların evrensel yanlarından bölgesel yanlarına kadar patalojik incelenmesi ancak sorunun kökenine inmemizi sağlayacaktır.
Şimdi gerçekten Marksizmin yukarıdaki miliyetçilik sorununda nerelerde hata yaptığını araştırmamız gerekmektedir. Antonis Liakos, “Dünyayı Değiştirmek İsteyenler, Ulusu Nasıl Tasavvur Ettiler” adlı kitabında(İletişim Yayınları,sf25-26,2005)benzer bir konuya değinerek şunları söylemektedir:
“Milliyetçiliğin tanınmış Çek tarihçisi Miroslav Hroch, iki arkadaşın, Marx ve Engels’in, ulusların tekamülünü görme konusunda ve bunların Avrupa’nın tarihi seyrindeki ağırlıklarını tartma yolundaki zayıflıklarının üç ana sebebini belirtir. Yani onlara göre, büyük hanedanlık devletleri içinde kaybolan provensliler, Galliler ve Brötonlar gibi halkların kaderi, Ortadoğu ve Güneydoğu Avrupa’daki küçük halkların kaderi, Ortadoğu ve Güneydoğu Avrupa’daki küçük halkların geleceğini öngörüyordu. İkincisi ise, onlara göre eğer ulus burjuva sınıfının bir meselesiyse, burjuva sınıfı olmayan toplumlar hiçbir şekilde bir ulus oluşturamazlardı. Üçüncü olaraksa, kapitalizmin küçük burjuvaziyi yok edeceği ve onu proleterleştireceğine inanıyorlardı. Dolayısıyla, burjuva sınıfı olmayan halklarda proleteryanın ulusu oluşturmakta hiçbir çıkarı yoktu. Fakat tam tersi gerçekleşti. Bu küçük uluslarda, milliyetçi hareketlerin taşıyıcısı olacak yeni küçük burjuvazi tabakaları oluştu. Öğretmenler, avukatlar ve memurlar, küçümsenen”tarihsiz uluslar” için milliyetçi hareketlerin ideolojik hazırlığının ve başlangıç safhalarının taşıyıcıları oldular. Ayrıca, işçilerin durumu kötüleşeceğine iyileşti. İşçiler çocuklarını okula gönderiyorlar ve bu çocuklar da okul vasıtasıyla ulus olmayı hak eden bir kültürel toplulukta özdeşleşiyorlardı…” Marksizmin 20. yy’da tercümesi şuydu: Gecikmiş ulus ve milliyetlerin daha genel ve daha üst bir kültür kanalına çekilmesi…Öyleyse Marsizm, ulusun dünyevi karakterini oluşturup farklı dinlere inanan fakat aynı dili konuşan grupları birleştirerek ya da farklı dilleri grupları sömürgeciliğe olan ortak karşıtlıkları temelinde ve ister ulusal ister toplumsal olarak tanımlanan beklentilere “çekiş” yönünde işliyordu. Onlara dünyayı anlayabilmeleri için terminoloji ve metotlar sunuyordu. Fakat bu söylemler Cezayir Kurtuluş Savaşı’nda Fransız Komünist Partisi’nin Fransa yanında saf tutmasıyla değişti.
Ferhan Umruk.Sosyalizmin Milliyetçilikle İmtihanı (sf.37,2007,Praxis Kitaplığı) adlı kitabında şunları yazmaktadır:
“…Bugün sosyalistlerin ideolojik olarak milliyetçilik ya da ulusçuluk yapmaları, politik olarak da ulus devleti savunmaları ya ahmaklığa sürüklendiklerini ya da sosyalizmden uzaklaşarak nasyonal-sosyalizme doğru savrulduklarını gösterir. Bu tür sonuçların işaretleri dünyada da yaşadığımız topraklarda da görülmeye başlanmıştır. Bu tehlikeye karşı “Halkların Kardeşliği ile yetinen değil onu aşarak devletin sönümlenmesiyle politik olanın yok olacağı, sınırların da kalktığı bir dünya için enternasyonalist sosyalizmi seçenek haline getirmek gerekiyor. Gerçekler için bu bir hayal olabilir ama, hayalleriniz yoksa yok oluşun da bir seçenek olduğunu hatırlamak gerekiyor”.
Milliyetçiliğin Kıbrıs’ta güven bunalımı yarattığı bu günlerde, olaylara daha bilimsel ve değişim diyalektiğinin de temel felsefesiyle bakarak yorumlayış metodlarını da geliştirerek bakmamız ve Marksizmin eleştirel yeteneği ile sentezler getirmemiz gerekmektedir. Aksi halde Kıbrıs’taki çözümsüzlük ve olayları algılayışsızlık, umutsuzluk ve karamsarlılarımızı da artıracaktır. Değişimin diyalektiği Kıbrıs’ta da her zamanki gibi bir gereklilik olarak karşımıza çıkmaktadır.