Kurucu partiler; kuruluş sürecinde, toplum içerisinde taraftarlarını örgütlü hale getirmek ve amaçlarını toplumsal iradeye dönüştürmek için yaşamlarını düzenlemeleri, onların olmazsa olmaz halleridir. Ve bu yaşamlarını yaratmaya çalışırken de örgütlenmelerini geniş ve disiplin ekseni üzerinden düzenlemeye çalışırlar.
Kurucu ve dönüştürücü karakterde ki bu tür partiler; sürecin bu aşamasında öncü ve önder olma konumunda kendilerini tutabilmek, kendilerini yaşamdan ötelemeyecek düşünsel ve eylemsel hassasiyetler içerisinde olurlar.
Kurcu/dönüştürücü karakterleri, amaçlarının hasıl olmasından sonra bu tür partiler, kendi konumları anlamında yeni bir süreçle karşı karşıya gelirler.
Kuran/dönüştüren parti; yeni oluşmada/devlette, kendisinin öncülük halleri; parti örgütsel ve düşünsel yaşamının devlete egemen olması süreci ile birlikte, doğal olarak tüm toplum ilgilenmesi karakterinden dolayı kendisi de devlet içerisinde bir olgu/karakter haline gelmeye başlar. Dolayısı ile de; kurucu/dönüştürücü güç, kurduğu/dönüştürdüğü gücün etki ve denetimini de girmeye başlamış olmaktadır.
Bu tür partiler mücadele çizgilerinde ki ilk hedeflerini vardıktan sonra, kendilerini yeni süreç içerisinde, bir anlamıyla geçiş sürecinde ikili karakterde bulurlar.
Onların bu ikili karakterleri:
Kurucu/dönüştürücü dönemde ki önderlik saygınlığı/prestijinden dolayı, toplumda psikolojik hegemonyaya sahiplerdir. Bu sahiplik kullanımında öndeki ve önder kadrolar bakımından onlara sağlanan bir kolaylık haline dönüşür. Kazanım olan bu kolaylık, hayatın pratiğinde karşılaşabilecekleri kimi zorlukların aşılmasında onlara hareket etme zemini sağlar.
İlk sürecin örgütsel belirleyici gücünün bu önderliklere avans olarak dönüşmesinin doğal adı da kuşkusuz ki güvendir.
Kuruluş yada dönüşüm sürecinin ‘hemen’i içerisinde parti, hızla kadrolarını dönüştürürken, olgunun ana noktalarına nüfuz etmelerini sağlamaya çalışır. Geçiş aşamasında parti, hükmedici/karar verici konumundan, kadrolarını yeni alanla kaydırmasıyla birlikte fonksiyonunu; volan kayışı/güç aktarma aktarımı ve toplumsal dayanak yaratma konumuna çeker.
Sürecin buraya evrilmesi olgunun amaç sonuçlarıdır. Çünkü; parti en geniş alana etki etmeye çalışırken, devlet; tüm alanları denetler/kontrol altında tutar. Kurucu/dönüştürücü sürecin egemeni ve yöneticisi olan parti; hızla, kurulan ve dönüştürülen olgunun tamlayanı olur. Sürecin bu hale evrilmesinin en büyük nedeni; parti, önder kadrolarının devlet yönetme noktalarına geçmeleridir. Bu güçler; yeni konumları ile devlet yönetmelerini yaparken diğer taraftan, parti üzerinde ki vesayetlerinin devamını sağlamaktadırlar.
Bu yeni durumun partiye yansıması şekli ise, topluma önderlik etme konumundan hızla uzaklaşması şeklinde olmaktadır.
Parti; siyasal ön açıcılık fonksiyonundan uzaklaşır, örgütsel gücü de, devletin herhangi bir ayağı konumunda olur. Parti bu noktadan sonra, değişime/dönüşüme karşı düşünsel tıkaç, pratikte ise engelleyici konumuna dönüşmüş olur. Toplumla, çok hızlı bir şekilde yabancılaşma sürecine girer. O, artık topluma yabancıdır. O, devletin çizmiş olduğu sınırlar içerisinde, devletin bekasının toplum siyasetinde ki koruyucu konumundadır.
Bu tür partileri dönüştürmek ya da dönüşümüne yön vermek, her zaman yeni bir parti yaratmaktan çok daha zor olmuştur. Daha açıkçası, boşuna harcanan çaba olmuştur. Onlar artık yaşanmışlığın tarihsel hafızası ya da tarihin arşivleri olma durumunda kalırlar.
Bu anlatımlar ışığında CHP’ye baktığımızda:
Müdafaa cemiyetleri, bu partinin; Cumhuriyet Halk Fıkrasının yönetici gücüdür. Bu güç, müdafaa cemiyeti (Rumeli ve Anadolu Müdafaa Cemiyeti) yönetme yapısı ise, esas olarak İttihat ve Terakki Fıkrasının ana gövdesinin ta kendisidir.
Devletin kuruluş sürecinde, Halk Fıkrası kadroları vasıtasıyla hızla devleti kurma ve yönetme sürecine girmiş ve bu sürecin belirleyeni olmuştur.
Fıkra; devlette egemen olma gelişimiyle orantılı olarak gücünün özelliklerinin kendisinden uzaklaşmasıyla karşılaşır. Bu uzaklaşma CHF/P’ye karşı duruş değildir. Devletle partinin iç içeleşmesi ve devamında da partinin, devleti koruyan parti haline dönüşmesidir.
CHP; devleti kuran parti halinden, devletin partisi/devleti koruyan parti olma esas haline dönüşmesi onun esas halidir. 70-78 aralığındaki kimi çabaları,ona yeni anlamlar yükleme yanlışlığına bizi düşürmemelidir. O zaman aralığında ki kimi söylemleri (ortanın solu), o dönemde Türkiye İşçi Partisi ve Üniversite gençliğinin devrimci,sosyalist karakterinin yaratmış olduğu zorlamaların sonuçlarıdır.
Dolayısıyla bu dönem, partinin arınma ve dönüşme dönemi olmamıştır.
TC devletinin var oluşumunda ki tarihi; CHP parti tarihi ele alınmadan asla değerlendirilemez. Aynı şekilde CHP tarihini ele alırken TC tarihini de ele almadan bir değerlendirme yapılamayacağı gibi. Kaldı ki; bu tür değerlendirmeler yapmada, İTF (İttihat ve Terakki Fıkrası) tarihini de yanımızda tutmak, yakın tarihi anlamamıza üç ayak olmaktadır.
Bugünün gündemi yapılmaya çalışılan; CHP dönüşümü sorusuna bu pencereden bakmak en doğru haldir.
Ortak tarih ardiyesine baktığımızda (İTF-CHP-devlet), tarihte; “gayri müslüm” etniklerin mal varlıklarına/sermayelerine el koyma vardır. Yine bunların bu topraklardan ayrılması için yaratılan her türlü hukuki ve pratik zorluklar vardır. Keza 1915 katliamının pratik sonuçlarının toplanması vardır. Alevilerin ötekileştirilmesi ve Kürtlerin katliamlara uğratılması vardır.
Geçmişin bu kadar kirliliğinden, utançlığından, kendisini hiçbir biçimde azade edemeyecek olan bir partinin kendini dönüştürmesi ne kadar mümkündür.
CHP geçmişini anlayıp ve geçmişini eleştiri süzgecinden geçirmeden, kendisini yenileyebilmesi mümkün mü dür.
Parti ve devletin tarihi aynı zaman da haksızlıkların tarihinin ortak hafızasıdır. Var oluşlarının başından beri bu karakterleri, onların ana karakteri olmasından dolayı, köksel dönüşümleri ancak teşhir ve pozitif inkarlarla sağlayabilirler.
O da zaten yeni şeydir.
CHP karakteri gereği, bunu yapabilir mi?