Yıllarca o dağın arkasında neler var, o dağın ötesindeki şehirler, insanlar ve yaşam nasıldır diye hep merak edip durdum.
Hep o dağın ötesine gitmekti hayallerim ve Sümbül Dağı’nı aşmaktı tek amacım.
Şehrimize Öğretmenler, Polisler, Askerler gelirdi hep, başka da yabancı görmezdik biz oralarda. Yılmaz Erdoğan’ın dediği gibi “Hep biz birilerini yolcu ederdik, ama kimse bizi yolcu etmezdi.” Çünkü oraya gelenler bize şunu derdi; “Hakkari, gerisi yok gari” evet maalesef gerisi olmadığı için hep geride kaldık.
Ama dediğim gibi; hep o dağın ötesiydi ütopyam ve nedense hep o dağın ötelerinden gelen kızlara aşık olurdum. Onlar çok farklı gelirdi gözüme, güzel kokuluydular, beyaz tenleri vardı ve çok güzel elbiseler giyerlerdi, işte ondandı aşık oluşum.
Bütün aşklarım işte o yüzden hep kısa sürerdi. Babası başka bir ile tayin edilirdi ve o aşk orda biterdi. Otobüsün önünde yolcu ederken hüngür hüngür göz yaşları dökerdik ve hiç unutamam derken, Hakkari’ye başkaları gelirdi ve ben yine aşık olurdum. Çünkü o dağın ardına ulaşamayacağımı bilir ve bir daha gideni göremeyeceğimi anlardım. Bir tokat indi suratıma ama, bu güne kadar acısı geçmeyen bir tokattı o. Beynimde dinamitler patlatan Filiz’i hiç unutamadım. Filiz Hakkari’liydi, babası oto tamircisi ve aynı sınıfta idik. Uzun, uzun keserdi beni derste, ama ben oralı bile değildim. Çünkü o dağın ötesinden gelen güzel kokulu, beyaz tenli ve güzel giyimli kızlar vardı.
Kirli savaşın cesetlerinden habersiz, tutarsız toyluğumun mevsimiydi.
Ama Filiz yaptı yapacağını; yıllarca beni kahreden bir söz söyledi, dedim ya o kız beynimde dinamitler patlattı. “Bir gün yine derste gözleri ile beni keserken, ansızın zil çaldı ve bana biraz görüşebilirmiyiz dedi. Ne var didiğimde, sadece “sana söyleyeceklerim var” dedi.
Olur dedim ve bütün sınıf tenefüze çıktıktan sonra ikimiz tek kaldık. “Ben biliyorum sen niye bana bakmıyorsun” deyiverdi. O an hayatımın eşekliğini yaparak “Hadi git işine dedim”
Ve Filiz devam etti konuşmaya; “Benim güzel elbiselerim yoktur, güzel kokmuyorum, beyaz değilim, ondandır bana bakmıyorsun” demez mi!
Yine o anki eşekliğim ile “git işine dedim” ahhhhh demez olaydım.
O dağı aştığım günden sonra, ne Filiz ne de Filiz’in söyledikleri hiç aklımdan çıkmadı. Beynimi kemirip durdu ve halen kemirmeye de devam ediyor. O Hakkari’de bir bakkalın oğlu ile evlenmiş ve çoluk çocuğa karışmış.
Ben ise o dağın ötesine geçtiğimden beri mutsuzluk filminin baş rolünü oynuyorm.
O beyaz tenli, güzel kokulu kadınlardan tutun da, o merak ettiğim o dağın ardındaki şehirlerin insanlık utancı ile dolu olduğunu gördüm.
Filiz’den özür dileme şansımı çoktan kaybettim ben.
Ve o dağın ardını gördüğüm güne nalet okuyorum şimdi.
Keşke görmeseydim, keşke o şehirde kalsaydım, keşke o buğdaysı tenli, etekleri nohut, elleri koyun memesi kokan, saçı örgülü o kızın söylediklerini unutabilseydim.
Ama şimdi keşke’lerim ile yaşayan, şehirlerin pisliğinden geçen, pişman bir bilinmezliğin deryasında, tanınmayan bir toprak parçasının bir şehrinde Filiz’i anlatırken, kendimin de tanınmaz olduğu gerçeği ile karşılaşıyorum.
Ama ben o dağın tekrar ardına giderken, 20 yılımın geçtiği bu Victoria Sokağını asla unutmayacağım. Asla kızmayacam beni fişleyenlere, asla ardımdan bir kırgınlık bırakmayacam.
Ve ben dağlarıma dönerken, içimde şehirlerin olmadığı, güzel kokulu kadınların, sahte dostlukların ve riyakarlıkların olmadığı bir dünya ile dönecem.
O dağları aşıp, büyük şehirlerin arka sokaklarında kaybolduğum güne nalet okuyacam.
Ve o dağın ardında ben hiç Victoria’yı unutmayacam.
Bir halkın kendi değerlerini korumaya mahkum olarak yaşamasını ve başarma umudu ile düşmana inat, ertesi gün, daha gür bağırmasını ben Victoria sokakta gördüm ve dağlarıma dönmeliyim dedim.
Ve Kıbrıslı yaşamın değerlerini koruma, her türlü baskı, sistematik asimlasyon ve işgalcilere karşı yürekli bir savaştan geçer ve bu savaşı verenler de, bu yurdu parçalı olarak görenlerden değil, ortak yaşam ve ortak vatan diye mücadele veren yurtsever Kıbrıs’lılardan geçer. Kendini sonradan Kıbrıslı hissedenlerden “KKTC” diye inleyen akbabalardan geçmez. Ben de en az sizin kadar Kıbrıs’lıyım diyen işgal akbabalarına, ben Arif Hasan Tahsin’in dediğinden diyorum. Yani “Ha s…ktir”
Ben bir Kürt olarak, kendi yurdumun da bölünmesine karşıyım. Çünkü ben Türkiyeli Kürt’üm. Tıpkı sizin Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum olduğunuz gibi.
Ama benim mücadelem de tıpkı sizinki gibi daha uzun yıllar alacak galiba.
Bu taş kafalılara ortak vatanda ortak yaşamı anlatmak zordur be dostum.
Ben tanınmayan bir bölgenin sadece Victoria sokağında yaşadım, ama bütün tanınmayan aşkların güzelliklerini gördüm. Şimdi bütün kötülüklere lanet okuyarak, o dağın ardına gidiyorum ama sizi de beraberimde götürecem tıpkı Filiz gibi.
Ben Filiz’i yaşadığım her yere götürdüm. Çünkü bana benliğimi ve kim olduğumu hep hatırlatan sözler söylemişti ve siz de aynı şeyi yaptınız.