- Yeni Kıbrıs Partisi’nin de gözlemci üye olduğu Avrupa Sol Partisi’nin (EL) 2011’deki ilk Yürütme Kurulu toplantısı 15-16 Ocak tarihlerinde Brüksel’de gerçekleşti. YKP’yi temsilen Yürütme Kurulu Sekreteri Murat Kanatlı toplantıya katıldı…
- Bunun yanında YKP, 13 Ocak’ta yeniden görüşülmeye başlayan KCK davasını izlemek üzere de Diyarbakır’a gitti. Davayı YKP Yürütme Kurulu Sekreteri Murat Kanatlı izledi… Kanatlı dava ile ilgili gözlemlerini ayrıca 15 Ocak’taki EL Yürütme Kurulu toplantısında da aktardı…
Yeni Kıbrıs Partisi’nin de gözlemci üye olduğu Avrupa Sol Partisi’nin (EL) 2011’deki ilk Yürütme Kurulu toplantısı 15-16 Ocak tarihlerinde Brüksel’de gerçekleşti. YKP’yi temsilen Yürütme Kurulu Sekreteri Murat Kanatlı toplantıya katıldı…
Toplantılarda Aralık’ta yapılan Kongre sonrası karar verilen “Avrupa Sosyal Ajandası” çerçevesinde 2011 yılı içinde yapılacak çalışmalar, etkinler ele alınıp planlandı, ayrıca 2010 bütçesi ile 2011’de öngörülen bütçe de değerlendirildi. Toplantıların ana gündemini 16 Aralık’ta Avrupa Parlamentosundan geçen “Avrupa Vatandaşları Girişimi” oluşturdu. Bilindiği gibi “Avrupa Vatandaşları Girişimi” en az yedi AB üyesi ülkeden vatandaşların oluşturduğu komite AB komisyonuna yasa teklifinde bulunabilecek. AB Komisyonu, bir yıl içinde 1 milyon imza toplanabilirse yasa teklifini değerlendirmeye almak zorunda kalacak. EL Yürütme Kurulu “Avrupa Vatandaşları Girişimi” çerçevesinde nelerin yapılabileceğini değerlendirdi, ilk kampanya “sosyal gelişme ve dayanışma için fon oluşturulması” başlığı ile gerçekleştirilecek…
Ayrıca üye ve gözlemci üyelerin kendi ülkelerindeki olaylarla ilgili bilgi alış verişi ve dayanışma eylemleri ve nelerin yapılacağı da ele değerlendirildi…
Toplantıların ilk gününde konuk olarak Bolivya Dekolonizasyon Bakan yardımcısı Felix Cardenas katıldı ve kısa bir konuşma yaparak Latin Amerika’da yaşananlarla ilgili bilgi verdi…
Ayrıca Kongre sonrası oluşan organlar da görev bölümü yaptı. Buna göre yeni Sekreterya Antoni Barbara (EUiA), Fabio Amato (PRC), Natassa Theodorakopoulou (SYN), Kinga Kalocsai (Macaristan İşçileri Partisi 2006), Inger Johansen (RGA), Waltraud Fritz-Klackl (KPOE) ve koordinatör olarak da başkan yardımcısı Maite Mola’dan oluşmasına karar verildi…
Başkan ve Başkan yardımcıları da görev bölümü yaptı. Buna göre Fransız Komünist Partisi Genel Sekreteri de olan ve EL Başkanı Pierre Laurent, parti sözcüsü, ayni zamanda parti, dernek ve sendikalarla ilişkilerden sorumlu olacak…
EL Başkan yardımcılarının sorumluluk alanları ise şöyle:
Alexis Tsipras parti ve sendikalarla ilişkiler, ekonomik kriz ve alternatifler koordinatörlüğü;
Marisa Matias, Avrupa Parlamentosu ile ilişkiler, toplumsal politikalar, çevre;
Maite Mola, Uluslararası İlişkiler, Sekreterya ve Yürütme Kurulu Koordinatörlüğü;
Grigore Petrenco, AB dışındaki partilerle ilişkiler, EL’in genişlemesi;
Dieter Dehm, mali işlerden sorumlu, tüm başkanlık ve yürütme kurulu işleri…
Pazar günü ise öğleden sonra Kongo muhalif liderlerinden Patrice Lumumba’nın öldürülüşünün 50. yılında bir anma etkinliği yapıldı, eski Koloniler Bakanlığı yanından geçerek Adalet Sarayı önünde biten yürüyüşte, Lumumba’ya düzenlenen suikastta Belçika hükümetinin birinci derece sorumlu olduğunu gösteren birçok kanıtın olduğu vurgulandı ve koloni arşivinin açılarak suçluların yargılanması ve adalet talep edildi. Eyleme Avrupa Sol Partisi’ni temsilen bir grup Yürütme Kurulu üyesi de katıldı, yürüyüşte YKP Yürütme Kurulu Sekreteri Murat Kanatlı da vardı…
Bir sonraki EL Yürütme Kurulu toplantısı 15-17 Nisan tarihlerinde Budapeşte’de gerçekleşecek…
Bunun yanında YKP, 13 Ocak’ta yeniden görüşülmeye başlayan KCK davasını izlemek üzere de Diyarbakır’a gitti. Davayı YKP Yürütme Kurulu Sekreteri Murat Kanatlı izledi… Kanatlı dava ile ilgili gözlemlerini ayrıca 15 Ocak’taki EL Yürütme Kurulu toplantısında da aktardı…
Kanatlı’nın dava ile aktardıkları şöyle:
“12-13 Ocak tarihlerinde Diyarbakır’da olan herkes net olarak şuna şahit oldu, hukukla, demokrasi ile, insan hak ve özgürlükleri ile dalga geçen bir iktidar var… İktidar kelimesi yalnızca dar anlamı ile hükümeti kapsayacak şekilde değil, derin devleti de kapsayacak şekilde, geniş anlamı ile okunursa daha anlaşılır olacağına inanıyorum…
AKP’ye, muhtelif demokratlık, liberallik vs gibi ünvanlar veren her bir bireyin mutlaka Diyarbakır’da olması ve yaşananları izlemesi gerekirdi… Bunu söylerken gene bu yargıya yalnızca 3-5 marjinalin gözlemi olarak bakmadan orda olan çeşitli düzeylerde yabancı konukların, Türkiye’nin çeşitli yerlerinden gelen çeşitli düzeylerde onlarca siyasi parti, sendika, dernek, demokratik kitle örgütü temsilcilerinin ortak kanısı olduğunu bilerek, daha geniş bir yerden herkesin paylaştığı bir görüş olarak okunursa daha anlaşılır olacak… Yani bu gözlemler orda olan herkesin çıplak, yalın, gözleri önünde yaşandı, BDP’li, DTK’lı veya Kürt siyasetçilerinin anlattıkları, onların siyasal çalışmalarından etkilenerek yaşanan bir süreç değildi yani…
250 avukat, mahkeme heyetini defalarca zor durumda bıraktı, defalarca adil yargılanma, savunma hakkının nasıl ihlal edildiği onlarca örnekle ortaya koydular ama mahkeme heyeti adeta orda değil, önüne konacak metni okuyacak bir kişi gibi tüm bunlara kulaklarını kapadı…
Bir yandan TRT Kürtçe yayın yaparken mahkeme heyeti daha önceki duruşmalarda bilinmeyen dil dediği sanıkların savunma yapmaya çalıştıkları dili, bu defa ‘Kürtçe olduğu düşünülen dil’ diye tutanaklara geçirdi. Bunu ilk söylediğinde salonda, izleyici yerinde olan herkes birbirine baktı, şaşkınlıkla… 3-5 ay öncesine kadar bilinmeyen dil anide keşfedildi ve ‘Kürtçe olduğuna inanılan dil’e terfi etti. Ama sonrası tam bir komedi idi… Sanıklar konuşmaya çalıştıkça yargıç kimi zaman 3 cümleyi geçmelerine izin vermeksizin mikrofon kapatıyordu ve “Kürtçe olduğu düşünülen dilde konuşma yaptığı” kayda düşülüyordu. İşte komedi tam burada başladı… Sanıklar mikrofonsuz dert anlatmaya çalıştı, Kürtçe… Yargıç “Kürtçe olduğu düşünülen dil”i bir anda anlayıp onlara Türkçe cevaplar vermeye başladığında bunca gerginliğin yaşandı salonda defalarca gülüşmeler oldu… Yargıç bu dilin ne olduğunu bilmiyordu, öyle yazdırıyordu tutağa ama sanıklarla da diyalogu sürdürebiliyordu… Bu komedi saatlerce sürdü…
Mahkemenin inadını avukatlar ortaya koydukları usta bir hamle ile kırdılar… Sanıklar başarıp söyleyebildikleri 3-5 cümleyi tek tek “müvekkilim Kürtçe konuştu ve” diyerek Türkçe’ye çevirisini tutanaklara geçirdiler. Sanıkların hemen hepsi savunmamız hazır, savunma yapmak istiyoruz demelerine rağmen, bir kez daha savunmalar tamamlanamadığı(!) için davalar ertelenmeye devam etti…
İşte tam da burada çok önemli insani bir sürece daha tanık olduk… Sanıkları yaklaşık yarısı 2 yıla yakın diğer kısmı da 1 yıldan fazladır cezaevinde bulunuyorlar. Hükümlü olmamalarına rağmen açık görüş hakları da yok… Bu nedenle mahkeme salonu bir nevi açık görüş yeri, akrabalar, eş dost orda içerdekilerle yüz yüze konuşabilme şansı bulabiliyor, ama şanslı olanlar! Evet, şanslı olanlar çünkü salon bu kadar kalabalık sanıklı, 250 avukatlı bir dava için küçük geliyor ve kısıtlı sayıda izleyici davayı takip edebiliyor. Tam da burada herkesi yeniden hayrete düşüren sahneler yaşanıyor… Herhangi bir koşulda akrabaların, eş dost arkadaşın kavga ederek salona girmesi gerekirken, aileler dışarda boş kalabilecek yeri sakince bekliyorlardı. Davayı dışardan gelenlerin takip etmesi için kalabalığı içinden geçip salona girişleri sırasında nasıl olurda da tek bir kişi tek bir söz söylemez?! Öğlen arasında, davaya ara verildiğinde ve salon dışına çıktığımızda, salondan çıkarken etrafa bu gözle bakıp birinin öfkelendiğini, tepki gösterdiğini aradık ama boşunaydı, herkes devletin her türlü provokasyonuna karşı olması gerekenden çok daha fazla olgundu ve ortamda tek bir gerginlik yoktu… Sanıklar da bir başka haldiler… Kimi 2 yıla yakın içerde, dava henüz başlamış ama hepsi inadına umutluydular, yüzlerinde sürekli gülümseme ve pozitif bir enerji ile celselerde bulunuyorlardı… 100 kusur kişi tek tek Kürtçe konuşmaya çalıştı, söyleyebileceği çok çok 4-5 cümleyi geçmeyecekti, en azından belli bir saatten sonra motivasyonun düşmesini beklemek boşunaydı, en son kişi mikrofonu eline alıncaya kadar her bir sanık sanki uzun uzun konuşacakmış gibi başladı sözüne, kimse usanmadı, inadına haklarını sonuna kadar zorladılar ama her biri yalnızca 3 cümleyi geçmeyen konuşmalar yapabildiler ancak bu kimsede yenilgi hissi uyandırmadı, tersine herkes için motivasyon oldu, sabır ve motivasyona hayran kalmamak mümkün değildi…
Avukatlar ise usanmadan tekrarladılar, ‘savunma hakkına izin vermiyorsunuz’ diye, onlar da sabırla mahkemeden adalet beklediler, zaten günün son konuşmalarından birinde mahkemeyi en azından bugüne özgü, değişik bir şey yapamaya çağırdılar, vicdanlı olmaya çağırdılar. Evlerinde bodrumlarında cesetler bulunanların serbest bırakıldıkları ama ceplerinden çakı dahi çıkmayanların 2 yıldır gözaltında olunduğunu hatırlatıp, vicdan çağrısı yaptı Avukatlar, ama nafileydi…
Sanıkların profilleri de aslında ilginçti. Kimi çok yüksek oyla seçilmiş belediye başkanları idi, kimi belediyede çalışan görevliler… 7 avukat vardı aralarında, 3 te insan hakları dernekleri yöneticileri… Bu son kategoridekiler asılda diğer bir komedi. Eylemi gözlemlemek, rapor yazmak müvekkillerini savunmak için gerçekleştirdikleri eylemlerden dolayı ordaydılar ve orda kalmaya devam ediyorlar…
Dışarısı ise başka bir trajedi idi… Eylem yapan onbinlerce insan üzerine tonlarca biber gazı atarak adeta bir meydan savaşına giren polis teşkilatını gördük. Tam da ortaçağ filmlerindeki gibi, polis, copu, gaz bombası ve plastik mermiler ile resmi rakamlara göre 40 bin olan göstericilerin için daldı, (evet, tam da filmlerde gördüğünüz gibi!) göstericileri kapalı alanlara sürdü ve burada üzerlerine gaz bombası attı, yani sokağın ortasında polis kendi yasasını ve hukuğunu uygulayıp eyleme katılan herkesi cezalandırdı. Yalnızca eylemciler değil, gazeteciler, eylemi gözlemleyeler, orda olan herkes tonlarca gaz bombasından etkilendi…
Dediğim gibi Türkiye’nin demokratikleştiği, özgürleştiğini, AKP’nin iyi işler yaptığını söyleyen her bir kişinin mutlaka bu davalardan birine katılması gerek, eminim ki fikri hemen değişecektir…”
Türkiye dışından gelerek 13-14 Ocak’taki davayı izleyenler şöyleydi: Murat Kanatlı (Yeni Kıbrıs Partisi Yürütme Kurulu Genel Sekreteri), Soren Sondergaard (Avrupa Parlamenteri – GUE/NGL), Andrej Hunko (Die-Linke parlamenteri ve AKPM parlamenteri), Joseph Ryan (Westminister Piskoposluk Bölgesi Barış ve Adalet Komisyonu Başkanı), Nasser Butt (Liberal Demokrat Müslüman Forumu Başkanı), Omar Moore (İnsan Hakları Avukatı), Sanja Karakaş (İnsan Hakları Avukatı), Eugene Schoulgin (Norveçli yazar ve uluslararası PEN sekreteri), Ann Margarethe Livh (İsveç Sol Partisi temsilcisi), Naile Aras (İsveç Sol Parti Temsilcisi), Antonello Pabis (İtalya Emekli Sendikası temsilcisi). Danimarka, İsveç, Hollanda, Almanya İngiltere Elçilikleri de davaya çeşitli düzeylerde gözlemci gönderdiler…
Sanıkların tutukluluk hallerinin devamına karar veren mahkeme heyeti, duruşmayı önce 18 Ocak’a erteledi, 2 günlük mahkeme sürecinden sonra yeniden davalar 28 Ocak tarihine erteledi…