Kapitalizmin küresel olarak kendini yeniden düzenlemesine denk düşen platformda, Türkiye ekonomisi de gelişmiş yirmi ekonomi içerisinde ifade edilmektedir. Bu ifadenin özellikle Türkiye politikacılarınca topluma anlatımı ise, ülke ekonomisinin gelişmişliğinin yüksek seviyesi olarak sunulmaya çalışılmaktadır.
Dünya’da ki tek tek kapitalist ekonomilerin seyrine bakıldığı zaman, Türkiye ekonomisi bu anlamda ilk otuzlar olarak ifade edebileceğimiz ekonomik büyüklük içerisinde olduğu hakikatidir.
Türkiye ekonomisinin gelişmişliği, büyüklüğü onun kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan bir sürecin sonucu olmadığı, en gelişmiş ekonomilerde ki kimi sektörlerin, bir takım olgularla birlikte artık o ekonomi içerisinde yaratılmasının sermayeye ekonomik gelmediğinin sonuçlarıdır da. Dolayısıyla, ülke ekonomisinin gelişmişliğini anlamaya çalıştığımız zaman, sermayenin ucuz ve kalifiye işgücü alanlarına sermayesini aktardığı genel karakterini de bir yere not etmemiz gerekmektedir.
En gelişmiş kapitalist ekonomiler; gelişmelerini bilişim türevi alanlara yoğunlaştırmaları ve yenilenebilir ekonomik değerlere yönelme süreçlerine girmelerinden dolayı, maden cevheri sanayi faaliyetlerinin kilit değerlerini ellerinde tutarken, kalan üretimi de kendilerine bağımlı olan ülke ekonomilerine aktarmaktadırlar. Bu aktarım aynı zamanda, üretim bantlarını geri ekonomilerin işgücü alanlarına kaydırılması anlamına da gelmektedir.
1900’lerde bir fabrikada ki Fordist üretim/bant üretim modeli, bu aşamada bant üretimini birden fazla ülkeye kaydırılmalarına da yol açmıştır.
Ekonominin büyük tek başına üretim seviyesi ile anlatmaya denk düşmemektedir. O ekonomide ki nüfus büyüklüğü, büyüklüğünün tüketim ile ilişkisi, üretilen ekonomik değerin diğer pazarlara ulaşma avantajları ve üretim noktasına yakın çevrelerin ekonomide gelişmişlik seyri ve üretilen değerin tüketimde kullanım ihtiyacı da dikkate alınması gerekmektedir.
Böyle bir noktadan baktığımızda; Türkiye ekonomisi maden cevheri sanayi için uygun konumda bulunmaktadır. Özellikle otomotiv sanayi başta olmak üzere, kimi sanayi dalları buna iyi bir örnektir.
Bir ülkede ki üretimin güçlülüğünü, ekonomik yapısını anlayabilmek için bakmamız gereken ana noktalar, üretimde o ekonomik yapının yaratmış olduğu katma değer gücü ve niteliğiyle birlikte orada yapılan ar-ge faaliyetlerinin yoğunluğudur.
Ülke ekonomisine buradan baktığımız zaman, ihracatın artmasının olmazsa olmaz koşulu ithalatın da artıyor olması gerçeğidir. Anlamı da; üretimin olmazsa olmaz kısımlarının dışarıdan getiriliyor olmasıdır. Üretim odaklarının ve devletin ar-ge ye yatırmış oldukları imkanlara baktığımızda ise bunun hala anlam ifade edecek noktalarda olmadığıdır.
Yine maden cevheri sektörünün önemli bir sahası olan silah sanayine baktığımızda ise bundan farklı bir tablonun olmadığı görülebilmektedir.
Gelinen aşamada, dünyanın doğal dengesinin korunması gerektiği ve üretimlerin buna göre yapılması daha anlaşılırken, Türkiye tabiatı; Amerikan kıtasının Avrupalılar tarafından fark edilirken, yer altı ve yer üstü zenginliklerinin talan edilmesi gibi, ülkenin fiziki coğrafyası köstebek yuvası haline getirilmekte, doğal yaşam alanları tarumar edilmektedir.
Değerlerin tarumar edilmesi ile elde edilecek sermaye, geriye dönülüp bakıldığı zaman yok edilenleri asla karşılayacak düzeyde olmadığı görülecektir. Altın arama projeleri ile yaratılacak olan değerle, tahrip edilen değer arasında ki onulmaz yaraların açılması telafisi mümkün olmayan kayıplardır. Keza HES projeleri ile akarsu yatakları tahrip edilip, ekoloji darmadağın edilirken, HES projelerinin ekonomik ömrü, yaratılacak olan kayıpların ne kadar telafisiz olduğunu gösterecektir.
Türkiye’de projelendirilmeye çalışılan savaş uçağı üretimi/sanayi(!) ülkeyi esas olarak artık üretim sahası yapacak iken, aynı zamanda oluşturulan bu silah/savaş sanayinin en büyük tüketici de yapacaktır.
Dolayısıyla, Türkiye kapitalizminin maden cevheri üzerine kurulu sanayi olması ve bunun içinde silah sanayinin ayrıcalıklı hale getirilmesi; ülke de militer örgütlenmenin güçlülüğünün yükseltilmesi anlamına da gelecektir. Üretimin, aynı zamanda tüketim ile koşut olarak yapılmasından dolayı, yaratılan artı değerin tekrar üretime sokulması imkansız hale getirilecektir.
Bu tip bir ekonomi gelişmesi, ülke ekonomisinin kendini yeniden üretmesi noktasında toplumsal refaha denk düşmesi ciddi açmazları da içinde barındıracaktır.