Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ya da kısaca Irak Kürdistanı demek yerine (bilhassa, en kısa hâliyle Kürdistan demek yerine) Kuzey Irak demeyi tercih eder Türkiye medyası. “Hassasiyetler” yüzünden. Türkiye Cumhuriyeti’nin “Bölge”yle ilişkilerinin geldiği merhale göz önüne alındığında artık bir ofsaytta kalma hâline delalet eden “Irak’ın kuzeyi” diskuru var bir de. Bu da aşırı hassasiyet hâli olmalı.
Peki KKTC’ye Kuzey Kıbrıs dense yalnızca? Hatta bir adım daha ileri gidip Kıbrıs’ın kuzeyi dense? Kulağa garip mi geliyor? Böylesi bir kavramsallaştırmanın hakikatle ilişkisi sorunlu mudur?
Pek çok kişi “evet, sorunlu” der. Ama aksini düşünenlerin de söyleyecekleri şeyler var. 2004’te Kıbrıslı Rumlar hayır oyu kullanmasaydı, bugün Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti adlı devletin 7. yaşgününün kutlanmasına hazırlanılıyor olacaktı. Bugün bu küçük adanın süngü gücüyle ayrılmış güney ve kuzey kesimlerinin birleşmesini Rum tarafında herhalde istemeyen yoktur. Türk tarafında da bu yönde yabana atılamayacak bir irade var. İzlenecek yolda ve varılacak hedefin niteliğinde ayrışsalar da, CTP ve TDP gibi büyük partilerden BKP, YKP, KSP gibi küçük sosyalist partilere kadar tüm Kıbrıs Türk solu adanın siyasi birliğinin (yeniden) sağlanmasını savunuyor.
İktidardaki, Türkiye yanlısı ve milliyetçi Ulusal Birlik Partisi (UBP) bile açıkça “mevcut durumdan yanayız” demiyor. KKTC Cumhurbaşkanı Eroğlu ve “Kıbrıs Cumhuriyeti” adını taşıyan Güney Kıbrıs’ın lideri Hristofyas, iki toplum liderleri arasında 1974’ten beri süregelen bitmez tükenmez müzakerelerin bugünkü tarafları olarak biraraya geliyorlar. Bu, teorik olarak dahi olsa, adanın kuzey ve güneyinin birleşme ihtimalinin bir şekilde masada durmaya devam ettiği manasına geliyor.
“Olabilir, oraya yine de Kıbrıs’ın kuzeyi denmez, KKTC denir” diyecek çok fazla insan var elbet. Haksız da değiller. Ancak şu da bir gerçek ki, ilan edildiği 1983’ten bu yana Türkiye dışında hiçbir ülke tarafından zaten tanınmayan KKTC’nin, egemenliği ve bağımsızlığı bugünlerde git gide daha da şüpheyle karşılanır hâle düştü. Bu “düşüş”ün tamamıyla Türkiye Hükümeti sayesinde veya yüzünden gerçekleştiğini söylemek abartılı olmaz.
PAKETLER HEP ANKARA’DAN
Kuzey Kıbrıs, başta ekonomik yapısı itibariyle, Türkiye’ye göbeğinden bağlı bir yer. Bu da Türkiye’ye 1980’lerden beri Kuzey Kıbrıs’a bir takım ekonomik paketler dayatma hakkı veriyor pratikte. Kıbrıslı Türklere geçen ayın sonlarında “Toplumsal Varoluş” adını taşıyan bir miting düzenleme ihtiyacını hissettiren de AKP hükümetinin, Kuzey Kıbrıs yönetiminin harfiyen uymasını istediği ekonomik önlemler paketi oldu.
Kıbrıslı Türklerin önemli bir kısmını (40 bin kişiyi, yani Kuzey Kıbrıs’ta ikamet eden her 10 kişiden 1’ini aşağı yukarı) o gün sokağa döken, o sosyal patlamaya yol açan kıvılcım da ekonomik gerekçelerdi. Tıpkı Kuzey Afrika’dan Arnavutluk’a kadar “geniş Doğu Akdeniz havzası”ndaki pek çok ülkede olduğu gibi. Tahıl fiyatlarının iki kat arttığı bir dönemde meydana geldi bu halk ayaklanmaları. Söz gelimi Tunus’ta isyanı başlatan olay, işportacılık yapmak zorunda kalan bir üniversite mezununun kendini yakmasıydı.
KENDİ ÜLKELERİNDE AZINLIĞA DÜŞTÜLER
Ancak Mısır’da olsun Tunus’ta olsun, ekonomik gerekçelerle çakan kıvılcımın yol açtığı sosyal yangın; kötü yönetime, baskıcı rejime, halkın özgür olmamasına yöneldi çok kısa bir sürede. Kıbrıslı Türkleri de, bir tür yok oluşun eşiğinden olduklarından endişe ettiklerini ortaya koyar biçimde “toplumsal varoluş” temasıyla Lefkoşa’daki İnönü Meydanı’na döken, salt ekonomik olmayan nedenlerdi. Kendi ülkelerinin sahibi olmadıklarını her an duyumsayan bu insanlar kısaca “kendi kendimizi yönetmek istiyoruz” dediler. Özünde Mısır halkının hürriyet özleminden farklı bir şey değildi bu.
Kendi toprağında azınlık hâline düşmüş bir halk. Türkiye 1974’ten beri adaya nüfus transfer etmiş, hadi bu insanların bir kısmı Kıbrıs Türk toplumuna entegre olup Kıbrıslılaşmışlar diyelim, ya öteki on binler? (Hatta yüz binler?). İşgücü piyasasının kaldıramayacağı kadar yoğun bir nüfus, bu nüfusun adadaki, Türkiye’ye göbeğinden bağlı ve taşıma suyla dönen ekonomik düzenin kendini yeniden-üretmesine yol açması, KKTC vatandaşlarının sayısının vatandaş olmayanlar karşısında azınlığa düştüğünü saklamak amacıyla yıllardan beri bir türlü yapılmayan nüfus sayımı… Türkiye’nin kendi topraklarında barındırmak istemediği kumarhaneleri Kuzey Kıbrıs’ta açması… Kayıt-dışı ekonomi, mafyanın ihraç edilmesi…
POLİTİKACI FIRÇALAYAN GENERALLER
Tüm bunlar adadaki sağlıksız iktisadi düzenin sürmesini sağlıyor (şüphesiz ki yerli bir oligarşi de bundan çıkar sağlıyor). Bu iktisadi altyapının sosyo-politik üstyapısı da bir bağımlılık, hatta asimilasyon ilişkisi olarak kendini ortaya koyuyor. 90’lı yıllar Türkiye’nin siyasi müdahaleleri yüzünden kâh sol muhalefetin parlamentoyu boykotuna, kâh bir takım hükümetlerin yıkılıp başkalarının kurulmasına sahne olmuştu. Gene 90’larda (ve dahi 2000’lerde) Kuzey Kıbrıs’taki TSK generallerinin Kıbrıslı Türk politikacıları uluorta azarlaması vakalarına rastlanırdı.
Bugün de Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’taki vesayeti tüm çıplaklığıyla devam ediyor. Dindarlık niteliğiyle tanınmayan Kıbrıs Türk halkının imanını güçlendirmek için her yere Kuran kursları açılıyor, Lefkoşa’nın merkezine bir külliye inşa edilmesi planlanıyor. Ve siyasi vesayet… Toplumsal Varoluş mitinginde açılan marjinal bir pankart gerekçe gösterilerek Başbakan Erdoğan’dan Kıbrıs’tan sorumlu bakan Cemil Çiçek’e kadar Türkiyeli yetkililer Kıbrıs Türk siyasetine “ayar verme” moduna geçiyorlar. Kıbrıslı Türklerin genelde memnun olduğu TC Büyükelçisi merkeze çağrılıp, yerine en ufak bir diplomatik tecrübesi bile bulunmayan, dahası halk tarafından da bir türlü sevilemeyen eski TC Yardım Heyeti Başkanı atanıyor.
OLAĞANLAŞMIŞ OLAĞANÜSTÜ KOŞULLAR
Tüm bu manzaraya bakıp Kuzey Kıbrıs’ta egemen bir devletin, “KKTC”nin esaslı varlığından kolayca söz edilebilir mi? Yoksa bu varlık yalnızca kağıt üzerinde midir? Bu durumda oraya herhalde ya Türkiye’nin 82. vilayeti denir, ya da “olağanlaşmış olağanüstü koşullar altında bulunan, Kıbrıs’ın kuzeyi”.
Şimdi Kıbrıslı Türkler 2 Mart’ta daha da büyük bir gösteriye hazırlanıyor. Vesayetten çıkma taleplerini ve kendi kendilerini yönetme arzularını seslendirecekler, rüştlerini ispatlama yolunda önemli bir adım atacaklar. Denizin güney yakasındaki ülkenin başkentinde, Tahrir Meydanı’nda toplananlar gibi.