“Rum taburu vardı oralarda…Nizamiyesinde şu yazıyordu: ‘Cesursan, gel al!’ Türk Taburu kuruldu oraya…Nizamiyesine şu yazıldı: ‘Cesurum, geldim aldım!’ Bugün oralarda, utanmadan, Türkiye defolsun gitsin diye ‘hastir’ pankartı açan Rum dalkavuğu lavuk! Yüreğin varsa…Gel de al.”
Bu satırlar, bir gazetecinin dünkü yazısından… Ahmet Türk’e yumruk atıldığında adaletin yerine geldiğini savunan ‘Yumruk’ yazısıyla ‘öne çıkan’ bu gazeteci, Leeds United taraftarları çapulcular tarafından öldürüldüğünde de ‘Two Size…’ şeklinde bir manşet atmaktan geri durmamıştı.
Çözümsüzlüğü Türkiye dayatmıştı
Başbakan, Kıbrıslı Türkler için ‘besleme’ ifadesini kullandı.
‘Muhalif’ gazeteci, “Rum dalkavuğu lavuk!” diyor. Bir başkası, “Onları yıllardır biz besliyoruz” diyerek kampanyayı ateşliyor. Kıbrıs Türklerini aşağılayan bir dil, adım adım şiddetlenerek yayılıyor. Özellikle de, medya, konuya Kıbrıslı Türkleri de dikkate alan bir açıdan yaklaşmak yerine yüzeysel ve yargılayıcı sloganlara, hatta hakaretlere yöneliyor.
Eskiden beri, Kıbrıslılar, Türkiye’nin müdahaleci yaklaşımlarına itiraz etmeye kalktıklarında, ‘aşağılayıcı üslup’ kendini göstermiştir… Kıbrıslı Türkler, Türkiye’ye egemen olan ‘patron’ havasından hep rahatsızlar… Sık sık kendilerini ‘hakarete uğramış’ hissediyorlar, onurlarının çiğnendiğini düşünüyorlar.
Yıllar önceydi… Denktaş’ın Kıbrıs’a Türkiye üzerinden tek başına egemen olduğu günlerden biriydi… Lefkoşa’da Türkiye’nin Kıbrıs Büyükelçisi’nin evinde yemek yiyorduk. Büyükelçi’nin eşi Kıbrıs Türklerinin ne kadar ‘tembel’, ‘uyuşuk’ olduklarına dair ‘derinlemesine’ değerlendirmelerde bulunuyordu. Türkiye’nin onları kendi cebinden doyurduğunu söylüyordu.
Gazeteci arkadaşlardan biri dayanamadı ve “Sömürge valisinin eşi gibi konuşuyorsun!” deyiverdi. Bu gerilim, aslında, Türkiye ile Kıbrıs Türkleri arasındaki ilişkilerde alttan alta hep vardı. ‘Yavru vatan’, ‘ana vatan’ edebiyatı işin görünür yüzüdür. Bunun arkasında 1974’ten beri 60.000 civarında askeriyle Kuzey Kıbrıs’a egemen olan Türkiye’nin ‘patronluk’ psikolojisinin saklı olduğunu bilenler bilir.
Kıbrıs’ın her adımına karışmak, Kıbrıslıların siyasi iradesini yok saymak,Türkiye’nin ‘geleneksel çizgisi’ olarak tanımlanabilir. Kıbrıslı Türklerle, Kıbrıslı Rumların çözüm üretmesini engelleyen dinamiklerden biri de elbette bu ‘gelenek’tir.
AK Parti’den klasik çizgiye dönüş
AK Parti, Kıbrıs konusunda geçmiş iktidarlardan farklı bir yaklaşım gösterdi. Çözümden yana tavır koydu. Bu süreçte örneğin TSK’yla gerginlik yaşamayı da göze aldı. 2003 yılında AK Parti önderliğindeki çözüm çabalarının darbecileri hareketlendirdiğini biliyoruz. Mehmet Ali Talat liderliğindeki Kıbrıslılar AK Parti ile son döneme kadar birlikte hareket ettiler, çözüm aradılar.
Türk tarafı çözüme yöneldiğinde ise,Rum tarafında çözümsüzlük yaklaşımı öne çıktı. AB üyesi olmanın verdiği rahatlığın da etkisiyle, Rumlar, Türkiye’yi ‘köşeye sıkıştırmaya’ yönelik bir strateji benimsediler. Ellerinde onları ‘haklı konuma getiren’ bazı gerekçeler de vardı.
Son dönemde öne çıkan yeni üslupla birlikte, ‘çözüme uzak’ bir çizgiye kayıldığı açık. Ne TSK Kıbrıs’tan çekildi, ne Türkiye limanları açtı, ne Kıbrıs Türklerine uygulanan izolasyonlar gevşetildi… Başbakan’ın “Bizim stratejik çıkarlarımız var” sözleri konuyu iyice hassas hale getirdi. “Hani siz soydaşlarınızın hatırı için oradaydınız?” sözünü de geçersiz hale getiren son gelişmeler, Türkiye’nin eski politikalara geri döndüğü izlenimini veriyor.
Çözümsüzlük, Kıbrıs Türklerinin bazılarının Rumlarla yeni çözüm yolları için kafa yormalarına neden oluyor. Kıbrıslı Türklerin önemli bir kesiminin baştan beri Türkiye’nin müdahalelerinden hoşlanmadığını biliyoruz.
Konunun taraflarının daha fazla kahramanlık ve onur edebiyatı yapmasının anlamı yok… Büyük ve iddialı lafların gereği yok… Sadece şu objektif saptamayı yapmakla yetinelim: Kıbrıs sonuç olarak Kıbrıslılarındır ve nasıl yaşayacaklarına onlar karar verirler.