Uluslararası Gazeteciler Federasyonundan Kuzey Kıbrıs için rapor hazırlamak gayesiyle Kıbrıs’a gelen temsilci Sarah L. De Jong Avrupa Gazetesi için şunları raporuna yazmaktaydı: “Vardığım genel sonuç: Levent ve Avrupa gazetesine karşı polisin tutumunun politik güdümlü olduğu ve casusluk suçlamalarını ispat edemeyecek kadar yetersiz olduğu şeklindedir. Kıbrıs Türk Yönetimini rahatsız eden, Avrupa gazetesinin kuvvetli eleştirileri, herkes tarafından bilinmekte, ve sonuçta Levent ve elemanlarına karşı yapılanlara neden olarak gösterilebilir…”(32). Bu olaydan iki sene sonra Afrika gazetesine karşı komplolar devam etmekteydi ve yüzlerce davadan sonra aynı gazetenin iki yazarı Şener Levent ve Memduh Ener 6’şar ay hapis cezasına çarptırılıyordu(33).
Şener levent ve Memduh Ener’in mahkum edilmelerine yurtiçinde olduğu gibi yurtdışından da tepkiler sürüyordu. “Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek- Londra Bürosu” da yayınladığı bildiride kamuoyunu Kıbrıs’ın Kuzeyi’ndeki rejime ve onu yöneten Türkiye’ye karşı tepki koymaya, gazetecilere ve ifade özgürlüğüne yapılan saldırıları protesto etmeye çağırmaktaydı(34):
Tüm ekonomik ve politik olumsuz gelişmeler meydana gelirken Rauf Denktaş, Kıbrıs’ta egemenlik üzerine bir anlaşma yapılabilmesi için sonuna kadar çaba harcayacaklarını ancak eğer bu gerçekleşmezse Anavatanla yeni bir teşkilatlanmaya gideceklerini açıklıyordu.
Denktaş, bu teşkilatlanma sırasında Kıbrıs Rumlarının bunca yıldır dış temaslarda Kıbrıs Türk’üne çıkarttıkları engeller gözönünde bulundurularak, Türkiye Dışişleriyle en yakın işbirliğini yapmanın görevleri olacağını vurguluyordu(35).
Mehmet Ali Birand ise Posta Gazetesinde yayımladığı makalesinde “Türkiye KKTC’yi İlhak Etmeye Hazırlanıyor?” başlıklı makalesiyle kararı protesto ediyordu(36):
“Böyle bir adım atılması, Türk tarafının müzakerelerinden ümidini kestiği, hatta müzakere masasından kalkmaya hazırlandığı anlamına gelir ki, Rumlar açısından bulunmaz bir fırsat yaratır. Bu adım, Rumların tek başlarına AB üyeliğine kabul edilmesinin onaylanması ve Türk tarafının “çözümsüzlük yanlısı” olarak damgalanması sonucunu getirir.
Bu şekilde Türkiye’nin Avrupa Birliği macerasına da nokta konmuş olur.
Eğer bu hazırlıklar gerçekten doğru ise ve ciddi biçimde devreye sokulması düşünülüyorsa buna “Kıbrıs darbesi” adı verilebilir.”
“Bu Memleket Bizim platformu”nun düzenlediği Eylül 2002 başlarındaki “Barış ve Demokrasi” Mitingine de yaklaşık 2 bin kişi katılıyordu(37).
Bazı otoritelere göre Türkiye’nin Aralık’tan önce ilhakı gerçekleştirmek istediği anlaşılıyordu. Yani AB Kıbrıs’ın tümünü almadan önce… AB’nin adayı alması halinde ilhakın imkansız hale geleceğini varsayan Türkiye elini çabuk tutmaya çalışıyor… En azından AB’ye “Kuzey Kıbrıs Türkiye’nin toprağı, onu alamazsınız” diyebilmek istiyordu. Tabi ki Kıbrıslı Türklerin büyük bir çoğunluğu bu gelişmeleri büyük bir endişe ile izlemekteydi.
Kıbrıs Türk egemenleri halkın tepkisinden uzak AB ve çözüm için köprüleri bir bir tahrip ederken farkında olmadıkları bir şekilde gün gün kendilerine tepki duyan kalabalıkların arttığıydı. 28 Kasım 2002 tarihi 15 bini bulan kalabalığın İnönü Meydanı’nda toplanarak bu tarihi fırsatın kaçmaması için sesini yükselttiği bir tarihti.
“ 12 Aralık Kopenghang Zirvesi’nin tarihi bir fırsat olduğunun bilincinde olan, 15 bin Kıbrıslı Türk, Denktaş ve Klerides’e (Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ve Kıbrıs Rum toplumu lideri) çağrıda bulunarak “Sorunu çözün” dedi.
Çözümsüzlük politikaları ve siyasal belirsizlik nedeniyle düzenlenen “Çözüm ve Avrupa Birliği” 15 bini aşkın Kıbrıslı Türk’ün katılımı ile gerçekleşti. Esnafın kepenk kapattığı, çalışanların saat 10.00’dan itibaren greve gitmesiyle gerçekleşen miting, saat 11.00’de başladı ve saat 13.00’e dek sürdü. Mitingde, “Kıbrıs’ta Çözüm ve Avrupa Birliği üyeliği” konusunda Ortak Vizyona imza koyan yaklaşık 38 bin üyeli 92 Sivil Toplum Örgütü, “Çözüm ve Avrupa Birliği üyeliği’ndeki kararlılığını, Türkiye ve dünyaya duyurdu…”(38). Aynı mitingde konuşan Kıbrıs Türk Orta Eğitim Sendikası Başkanı Ahmet Barçın şunları söylüyordu:
“Binlerce gencimizin bu ülkeden göç etmesini istemiyoruz. Binlerce göç edenlerin geri dönmesini istiyoruz. Bugün kırk bin kişi göç edecek. Üzerinde yaşayan olmayacak toprak için mi mücadele ediyoruz?”(39).
13 Aralık 2002 tarihi tüm Kıbrıs açısından önemli olduğu gibi bilhassa Kıbrıslı Türkler açısından oldukça önemliydi. Kıbrıs (Güney) yeni bir üye devlet olarak Avrupa Birliği’ne davet edilmişti. Avrupa birliği, birleşik bir Kıbrıs için çözüm fırsatının değerlendirilmesini istedi. Kıbrıs sorununun 28 Şubat 2003’e kadar çözümü halinde Kuzey Kıbrıs’ın da Avrupa Birliği’ne adapte edileceği belirtildi. Ancak, Kıbrıs sorununun ‘çözümsüz’ kalması halinde “Kıbrıs ateş hattının Kuzeyi Avrupa Birliği uygulamaları bakımından dondurulacaktır” dendi. Sonuç bildirgesinde, Kıbrıs (güney) hükümeti ile işbirliği içerisinde kuzeyin ekonomik gelişiminin teşvik edilmesi istendi.
Kopenhag Zirvesi’nin son gününde üçüncü kez revize edilen ‘Annan Planı’ndaki ‘ilke anlaşması’nın imzalanması Kıbrıs Türk tarafınca reddedildi. Böyle olunca da Kıbrıslı Türkler hem ‘bir bütün’ olarak Avrupa Birliği’ne girme şansını kaybetti, hem de AB’den gelecek finansal desteği.
O gün Lefkoşa Kuğulu Park’ta toplanan binlerce kişilik halk topluluğu barış istemlerini dile getirirken çözüm antlaşmasının imzalanmasını istedi. “Cumhurbaşkanı” Denktaş’ın Annan Planı’nın müzakere edileceğini kabul etmesini ve bu yönde imza atmasını talep etti(40).
27 Aralık 2002, Cuma günkü Kıbrıs Türk gazeteleri Bu memleket Bizim Platformunun Lefkoşa’da “Çözüm ve Barış” mitingine 35 bin kişinin katıldığını yazıyordu. Kalabalıklar meydanlara sığmaz oluyordu.”Yenidüzen Gazetesi” “Kıbrıs Türkü Kararını Verdi” diye manşet atmıştı(41).
Gazetelerdeki anketler halkın büyük bir çoğunluğunun yapılan anketlerde “Çözüm ve AB Üyeliği”ne “evet” dediği de ortaya çıkıyordu. Az çok halkın siyasal istenci de belli oluyordu. Örneğin Kısa adı GÜKAD olan Güzelyurt İlçesi Geliştirme ve Kalkındırma Derneği, Güzelyurt, Bostancı, Kalkanlı, Akçay, Zümrütköy, Serhatköy ve Güneşköy’de yaptığı ankete katılanların %72.3’ü Annan Planının kabulüyle birlikte yeni bir kente taşınmaya “evet” diyordu. Güzelyurt ilçesi bir andlaşma sırasında Kıbrıslırumlara verilecek bir ilçeydi(42).
2003 yılına girildiğinde artık yer yer eylemler de artmaktaydı. 14 Ocak 2003 tarihli Yenidüzen Gazetesinde O gün saat 11.00’de(Salı) İnönü Meydanı’nda yeniden yapılacak bir mitingin duyurusu vardı: “Bugün saat 11.00’de yine İnönü Meydanı’ndayız…Tek Ses! Tek Yürek” denmekteydi. Aynı gazetenin ikinci sayfasında Gazimağusa’da AB ve Çözüm Mağusa Kadın Platformu’nun, “AB ve ÇÖZÜM için Bir Mum da sen Yak” eyleminin her geçen gün daha coşkulu ve daha fazla katılımla gerçekleştiğini yazıyordu. Halkın kendi geleceğini belirlemesi için referandum fırsatı engellendiği zaman yer yer mahalli eylemler de olmaya başladı ama polis bu eylemlere müdahale ederek bunları engellemeye de çalışıyordu.Doğancı adlı köyde böyle bir eylem engellenmişti. Girne’deki eylemi de daha sert bir şekilde bastırmaya hazırlanıldığı öne sürülüyordu. Nitekim beklenen olmuş ve 7 eylemciye dava okunmuştu(43).Girne’deki mitingi engellemek için polis tarafından adeta ‘olağanüstü hal’ ilan edilmişti. 28 Şubat 2003’te yapılan ve yaklaşık 80,000 Kıbrıslı Türk’ün toplandığı miting alanında coşku büyük ama artık siyasi rejime karşı tepki de daha büyüktü(44). Gözü dönmüş caniler tarafından miting meydanına yerleştirilen ve patlamaya hazır halde ele geçirilen iki bomba eğer patlasaydı meydan kan gölüne dönecekti. Oraya gelen binlerce insanın patlamalar sırasında hayatını kaybetmesi hiçtendi.
-DEVAM EDECEK-