Aramızda 37 sene önceyi ve hatta ondan da öncesini hatırlayanlar elbette çoğunlukta. Ve daha öteki dünyayı da boylamadık. Ama gözlerimiz gerilere gittiğinde, mesela 1974 öncesinde, enklav döneminde elimizde hiçbir şeyimiz yokken bile umutların olduğunu, bir gün sorunlarımızı çözüp mutluluğa varacağımıza inanıyorduk. Peki, şimdilerde seçilmişlerin kendi aralarındaki paylaşım kavgaları ve de kendi aralarında yaptıkları menfaat kavgalarını gördük sonra, 37 senede nasıl bir boyuta vardığımız da malum. Daha yirmi sene öncesinde durumumuz daha mı iyiydi? Devrin iktidarı Türkiye’den gelen hazır kaynaklara kurulup ömrü billah bu statükonun devam edeceği bilinciyle halkın da bir kısmını saf dışı ederek iktidarına devam etmekteydi. O zamanlar yani yirmi sene öncesinde ne haksızlıklar ve ne iki yüzlülükler gösterildi hatırlasak, zaten bugün karşımıza çıkanların yüzüne
bakmayacaktık ama çok kolay unutan bir toplumuz aslında. Şimdi şunu da vurgulayayım:
Eğer bir toplumda değişim(Bir önceki koalisyon hükümetinde olanların anladığı tipte bir değişimi de onaylamıyorum) olmaz ve eskiden arta kalan tüm mirası yani içindeki tüm hukuksuzluklarla beraber taşınan sistemi devam ettirirseniz, siz istediğiniz kadar seçim yapın, o ülkede değişen bir şey olmayacaktır. Değişen bir şey olmadığı gibi taşınan miras sizi kendisine dönüştürecektir. Statüko dediğiniz sistem sizi hem statükolaştıracak hem de bozacaktır kendi gibi. Buna direnmeniz için tüm mirası reddetmeniz gerekecek. Aksi olmadığı müddetçe değişim denilen olay denenmezse veya yaşanmazsa bu söylenilenler devamlı geçerlidir. Yani açıkça değişimi uygulamak mecburiyetindesiniz. Bilim bu olayı nasıl algılamaktadır? Bilim bu olayı her değişimde bir acı çekme var diye sonuçlandırmaktadır. Acı çekecek ve değişeceksiniz. O acı çekme değişimin bir izi olacak. Toplumlar öyle kolay
kolay değişmezler. Onlara yardım edecek bir liderlik, bir parti veya bir grup olmadığı takdirde toplumlar değişimi çok zor karşılamakta veya statükolara ayak uydurarak hayatlarına devam etmektedirler.Çok iyi hatırlamaktayım bundan yirmi – yirmi beş sene öncesi birçok kitlelerin malum şimdiki iktidar partisinin arkasında koşarken en büyük odak noktalarının veya motivasyonlarının bir şeyler elde etmek olduğuydu. Yani bu partinin peşinden koşacak ve partizan olarak ya bir arsacık alacak ya da bir iş sahibi olacaktın. Ama Güney’den getirilen insanların eşdeğerlerini vermek veya verilmesini savunmak bu menfaat çatışmasında kimsenin umurunda değildi. Bu böyleydi aslında. Her şey menfaat içindi. Peki şimdi değişti mi? Hayır değişmedi hatta daha da beter oldu. Ne mi oldu? Artık gücü elinde bulunduranlar pasta küçüldüğünden dolayı artık ellerindeki olanakları kendi daracık çevrelerine dağıtmak
için kendi kendilerini paralamaktadırlar. Şimdi şunu da ortaya koyalım: Peki yani şimdiki mentalite giderse ve seçimle uzaklaştırılırsa daha hakçı bir mentalite mi gelecek? Ne münasebet efendim? Gelenler de bu mentaliteye ayak uyduracak ve aynı bürokratik uygulamaları devam ettirip bu defa da onlar kendi, yakınlarına menfaat sağlamaya çalışacaklardır.
Kuzey Kıbrıs’ın bir başka dezavantajı kapitalist dünyanın oldukça da dışında olması. Dışında derken tamamıyla değil ama hukuksal olarak dışında.Uluslararası hukukun dışında olduğu için bugün Kuzey Kıbrıs’ın başarısızlıklarının, içteki uygulamalarının da büyük bir oranının bu dışta olmasından kaynaklandığını görmemiz lazım. Bakın mesela icraatlara, Girne’yi gökdelenlere boğmaya çalışıyor efendiler. Niye boğacaklar? Belki de sermayedarların bazılarının eli oralara kadar uzanmıştır ve belki de büyük bir gökdelen kumarhanesi yapmak için orayı kullanmak istemektedirler. Hele hele Salamis Sit alanına inşaat yapma olayı da muhakkak bununla ilgilidir. Şimdi AB içerisinde olunsa bu şekilde hareket edilecek miydi? Sanmıyorum. Onlardan hesap sorulması gündemdeydi. Öncelikle Ortaçağ’dan kalan böyle bir kent içine niye bu tarihsel çevreyi bozucu inşaatlar yapılmak
istendiği sorulacak ve açıklama istenecekti. Kuzey Kıbrıs hep arka bahçe oldu. Kumarhanelerin merkezi oldu. Kumarhanelerin merkezi olurken de turizmi öldürdü. Kumarhaneler kazanıyor ama turizmciler iflas ediyor. Taksiciler iflas etmekte. Lokantacılar ağlamakta. Turizm Acenteleri kapanmakta. Kendi bindiği dalı devamlı kesmeye devam etmekte Kuzey Kıbrıs. Toprak dağıtmakta üstüne yok. Ama devamlı AİHM’de Kıbrıslı Rumlar dava açarak Kuzey’deki toprakları alındığı için tazminat almakta. Nüfusunu bilmemekte ve dolayısıyla gelecek için plan yapamamakta. Her şey anarşi üzerine kurulmuş. Halkın iradesi seçimlere yansımamakta. Her şey hukuksuzluk üzerine kurulu.
Bir an önce uluslar arası hukuk, iradenin kadere yansıması, daha planlı bir ekonomi ve dünyaya bir an önce ayak uydurma gerekliliği kapıyı çalmakta. Aksi mi ? Bu yokoluşa devam etmek… Son zamanlardaki tepedeki kördöğüşe bakanlar bunun ne demek olduğunu daha iyi anlayacaklar…