Gerçekleştirilen 2 miting ve 7 Nisan eyleminin ardından günlük gazetelerimize -yeni- çaylak teorisyenler türemiş… Çaylak dedim çünkü kesin olarak söyleyebilirim, bu muktedir arkadaşların ülkedeki sorunlara karşı yaklaşımları da zaten başlı başına bir sorun. Dün ekonomistse; bugün rahatlıkla politikacı olabilen ve ayrıca tek makale ile sorunlara çare bulmaya yönelik çaba harcayan bu arkadaşlarımızın durumu ise tam bir trajedi…
Medyadaki gündeme göre kendisine kılıf biçen bu yoldaşların birbiriyle (ç)atışmaları ise işin diğer komik tarafı tabi.
O kadar tatlı atışıyorlar ki: Bırak birbirini yesinler diyorsun! Bu gibi durumlarda gazetenin tirajına göre değişen saldırı teknikleri de çabası. Tirajına güvenen alıyor kırbacı eline; artık Allah ne verdiyse…
Bu devlet mübaşirlerinin muziplik olsun diye alttan altta incitmeleri sadece bize karşı değil aslında; bize haddimizi bildirirken, diğer taraftan da selektör çakıyor birilerine…
***
En çok eylem ile ilgili yapılan yorumlara takıldım. Bu arkadaşların zaten kullandığı dil başlı başına bir sorunken; iki hafta gibi bir süre geçmesine rağmen halen özellikle meclis önünde yapılan son eylem ile ilgili olmazsa olmaz sorunları ‘kuram’sal bir çerçevede analiz etme gailesindeler. Ve bu eylemin ‘sorunsal’ını aramak, sorunlara çözüm bulmaktan daha büyük bir sorun haline geldi…
Biri kendinden farklı olanı ötekileştirme çabasındayken; diğeri hiç üşenmeden isyankar biçimde ötekileştirmenin sorunsalını arıyor. Zaten son zamanlarda ağızda sakız edilen bu kavramların (sorunsal-olgusal-ötekileştirme v.s) yanlış şekilde kullanılması en büyük sorun haline geldi…
Bir de bu ortamı hazırlayan “yine mi eylem”cilerimiz var tabii. Memleket güllük gülistanlık ya, daha eylem yapılmadan ertesi günkü yazısı da hazır… Mutlaka önceden haberdar olur zaten.
Yazılacak olan da belli: beş kişi de gitseniz, beş yüz bin de marjinalsiniz…
Eylemler çoğaldıkça, bu konudaki yazılarda çoğalıyor doğal olarak… Herkesin kendi görüşü diyeceğim ama daha çok klasikleşen ve bu konuda rengini, tarafını belli etmeden kısaca ‘objektif olabilme’ saçmalığının arkasına sığınarak; bilerek veya bilmeyerek manipülasyona ayak uyduruyor…
İktidara dokunmayacaksın efendim: “Ne yapsa münasiptir deyip” yerine oturmaktır uygun olan.
***
Bir sorun karşısında önemli olan, kendinizin bile anlamayacağı ‘teorik’ yazılar yazmak değildir marifet: sorunun çözümüne yönelik -en azından- yapıcı radikal değişimler önermektir. Tarafsız olma gibi bir saçmalığın arkasına sığınarak, ve en tirajlı gazetelerde yazı yazmakla övünmek gazetecilik ahlakına sığmaz… Tarafını, rengini belli etmeyenlerin soruna yönelik cevapları işleri daha da sıkıya sokuyor…
Ki Sorun da zaten belli: Sorun=sistem…
Bunu bilmek için ismimizin başına “doç.” yada “prof”luk almamıza da gerek yok…
Dolayısı ile bu adaletsizliği/ eşitsizliği ve bizi sahte özgürlüklerle oyalamaya çalışan dengesiz yapıyı, çevremize bakarak çok rahat görebiliriz.
Sistemin yarattığı “her zaman ezilen ve fırsat buldukça ezen” insan profili yine bu sömürge yönetiminin yarattığı eşitsiz toplumlardan kaynaklanır. Adaletsiz gelir dağılımının yarattığı eşitsizlik; ve bu eşitsizliğin olduğu yerde ise her zaman insanların özgürlüğüne doğrudan müdahale vardır…
Madem ki bu ülkede insanların ekmeği ile oynamak bu kadar basit, bizimde sessiz kalmamız ancak bu yapıyı oluşturanlara yarayacaktır… Ha eğer halen umutsuzluk içinde bu gerçekleri göremiyor; ve marjinal olmaktan korkuyorsanız…
Bir gün size de sıra gelecek.
Aklınızın bir köşesinde bulunsun!