Yaklaşık 21 sene önce Yeni Kıbrıs Partisi sol bir parti olarak ortaya çıktığında AB olayını gündeme getirmiş ve meclis içerisinde olan partilerin çoğunun ezberi bozulmuştu. Daha önce TKP içinde bir grup olarak ortaya çıkan YKP ileri gelenleri ve sempatizanları, orada da kimlikten, rejimin Kıbrıs kimliğine karşı aşırı anlayışsızlığından dem vurunca orada da ezber bozulmuş ve hemen YKP’liler o partiden kapı dışarı edilmişlerdi. 1989 yılında KTÖS Yönetim kurulunda görev yapmaktaydım ama o yıl düzenlenen seçimlerde Alpay Durduran’ın söyledikleri, çoğuna acayip gelmekte hatta bu “kısa boylu” adam çıldırmış diyenler de vardı. Ktös’ün duruşu o yıllarda aynıydı ama malum partilerin sempatizanları bugünkü gibi olayı anlayamamakta ve sadece seçimleri düşünmekteydiler. AB pasaportları, Kıbrıs kimliği… gerçekten meclise demir atıp o rutin yavaşlık ve hantallık içinde hayatı karşılayanların ve rejimle statükoya boyun eğenler için oldukça anlamsızdı ve buna gülünüp geçiliyordu. Fakat gel gelelim ki aradan daha on sene bile geçmeden bu partilerden YKP’nin koymuş olduğu Kıbrıslılık kimliğinin tepkisini gösteren ve YKP’lileri partisinden atan başkanı, kendisi de bu gülüp geçtiği ve güldüğü ama emir komuta zincirinde YKP’lileri partiden uzaklaştırma kararı alan beyefendisi, Kıbrıslılık kimliğinin şampiyonluğunu yaparak rejimin ileri gelenleri ile siyasal iradenin çatışmasına girerek kısa zamanda kurduğu koalisyondan da oluyordu. Durduran’ın söylediklerini en sonunda kendisi de kabul etmiş ama şimdilerde bir siyasal irade ve bağımsızlık pozisyonuna kurulmuştu. Şunu düşünmek de gerekiyordu: Ortaya koyduğunuz fikrin gelişmesi, kökleşmesi için mücadele etmeyip başkasından kopya ederseniz, bu fikir sizde pek de kalıcı olmaz veya köklü bir yapıda olmayan temelsiz eve benzerdi. Ama tarih hata kabul etmiyordu. YKP’lileri partisinden atan parti yetkilileri işte böyle o partinin de sonunu böyle getirmişlerdi. Demir tavında dövülürdü. AB konusunda en fazla gülenler ve meclisi ise tekkeleri görenlerse siyasal irade konusunu görmezlikten gelirken, aradan on beş sene geçmeden bu defa sadece AB konusuna ve AB pasaportlarına bel bağlayarak ortaya çıkmış ve Durduran’ı bir kere daha haklı duruma getirmişlerdi. Esasında pek tabi ki YKP içerisinde bulunan devrimci ve sol kesimin koyduğu ortak payda ve strateji ile taktiklerin ne kadar doğru olduğu ortaya çıkmaktaydı ama mevcut rejim partileri, kopya kaçıran çocuk gibi kökeninde akıl yürütmedikleri bilgi ve yüzeysel kopyacılıkları ile bu iki slogana sarılmışlar ve pek tabi ki esas bu sloganların üreticileri olmadıkları için fire de vermekteydiler. 2000 yılında serbest irade konusu patlamış, bu saldırıya hazır olmayanlar olayı seçim kaynağı olarak görerek gene AB konunda sadece yatırım ve rejimin devamı için statükonun devamında fayda uman sözde rejim partileri olarak, tahtaravalli misali rejimi yaşatma doğrultusu ve hedefinde oldukları için gelen tazyiklere fazla dayanamayarak hükümetlerden de olmuşlardı. Oysa AB pasaportları YKP için rejimde meydana gelecek bir sarsıntı ve bu sarsıntının acil bir çözüme gitmesi için bir taktikten öteye değildi. AB pasaportları bir taktik, serbest irade konusu ise bir strateji idi. Bunun yanında serbest irade konusuna rejimin demokratikleşmesi ve bir iki toplumlu çözüme, bir iki toplumlu federasyona gitmek ve sosyalist mücadeleyi başarıya götürmek olarak bakıldığını, kopyayı çalanlar bilmedikleri ve tahmin edemedikleri için tökezleyecek ,söylem olarak da sadece seçimlerde bir satılacak pazarlık reklam sloganı olarak kullanacaklardı YKP’den çaldıkları ve ellerinde gerçek sahibi olmayan sloganları. Hırsızlık mal eğer siz üretmediyseniz ve hakkını da vermediyseniz elinize pek fazla yakışmayacaktır. Üstelik halkı kandırmak için kullanılan sahte bir makyajdan da öteye geçemeyecektir.
Son zamanlarda gene bir yanlışlık ortaya çıkmakta. Kitleler artık serbest irade için meclisin boykot edilmesini ve meclis dışında gerçekten rejimi tasfiye edecek bir mücadele şekli olarak bakıyorlar boykota. Meclis içerisinde olan partilerde ise meclisi terk etmek konusunda bir isteksizlik var. Hatta sivil toplum örgütleri ve meclis içindekilerin en büyük çatıştıkları nokta da burası…
Lenin Kitle İçinde Parti Çalışması adlı eserinde (sf.167,Nisan 1977) şöyle demekteydi:
“Genellikle dar kafalı bir hayat yaşayan ve sefil bir varlık sürdüren ve siyaset hakkında asla bir şey işitmemiş olan partisiz birkaç bin işçi devrimci bir şekilde hareket etmeye başladı mı kitle haline gelirler. Hareket yayılır ve şiddetlenirse, tedricen gerçek bir devrime dönüşür..”
Unutulmasın ki Sovyetlerde de devrim başladığında Komünist Partisi daha işin ciddiyetini anlayamamıştı. Kitleler harekete geçince Komünist Partisi kitlelerin önüne geçip hareketin liderliğini yüklenmek mecburiyetinde kaldı. Dolayısıyla şu anda kitlelerin ne istediği konusunda duyarsız kalanlar, AB ve serbest irade konularında olduğu gibi gene sınıfı geçemeyecek öğrenciler olmaya adaydırlar.
Bir slogana veya bir fikre gerçek değerini vererek başarıya ulaşabilirsiniz. Serbest İrade olayını da eğer ileride seçim için kullanılacak bir vizyon veya alınıp satılacak bir mal olarak görenler bakın göreceksiniz gene halkı hüsranlara uğratmaya hazırdılar. Ama görülen de şu: artık yağma yok…