26 Mart Cumartesi günü Londra’da Muhafazakar-liberal iktidarın kamu harcamalarını yüzde 25 oranında azaltan ekonomik politikalarını protesto eden yüzbinlerce gösterici Hyde Park’ı doldurdu. Ekonomik krizin faturasını halka ödeten bu politikaları hükümet ”Başka Alternatif Yok” tezi ile savunduğu için, bu gösterinin adı ”Alternatıf İçin Yürüyüş” olarak konmuştu. Gösteri İngiltere’nin en büyük işçi federasyonu olan TUC tarafından organize edildi. Bir kaç yüzbin insanın katıldığı eylem 15 Şubat 2003 te yine Londra’da yapılan Irak işgalini protesto gösterisinden sonraki en büyük gösteri sayılıyor.
Ancak bu gösteri varolan ekonomik düzene muhalif olan ve ona muhalif politikaları üretecek kesimler tarafından değil, bizzat İngiltere’deki kapitalist sistem tarafından ve İngiliz emekçilerinin hükümetin ekonomik politikalarına duydukları öfkeyi kontrol altına almak için düzenlenmiştir.
Önce mitingi düzenleyenlerden başlayalım. TUC lideri Brendan Barber sozkonusu vahşi politikaları uygulayan emperyalist sistemin bir üyesidir. Dikkat edin sarı sendikacıdır demiyorum, söz konusu olan bundan da öte bir şeydir. Örneğin Türk-İş Başkanı Mustafa Kumlu bir sarı sendikacıdır, sisteme çalışır ancak Barber sistemin kendisidir.
Örneğin Barber bu vahşi iktisadi politikaları uygulayan milyonlarca işçiyi yoksulluğa ve işsizliğe mahkum eden İngiltere Merkez Bankası’nın ( Bank of England) Genel Direktörlerinden biridir. İngitere Merkez Bankası İngiliz kapitalizminin en önemli karar alma ve uygulama merkezlerinden biridir. Barber’in Merkez Bankasındaki yakın çalışma arkadaşları arasında Merkez bankası Başkanı Mervyn King, bir gas tekeli olan Centrica Başkanı ( eski adı British Gas) Roger Carr, Lloyds Bankası Genel İdare Müdürü Lady Susan Rice, İngiltere’nin en büyük sigorta şirketlerinden Legal and General’in Başkanı John Stewart, Finans Hizmetleri Kurumu ( Financial Services authorıty) Başkanı Lord Adair Turner bulunmaktadır. Bu insanların hepsi Merkez Bankası idare yönetiminde yer almaktadırlar. Barber mevcut iktisat politikaların hem uygulayıcısı olarak çalışmakta, hem de bu politikalara olan muhalefeti kontrol altında tutmakta, emekçilerin protesto ettiği neoliberal politikalara değil, bu politikaları uygulayanlara alternatifler bulmaktadır.
Brendan Barber aynı zamanda bir ‘King Maker’dir (Kral yapıcı). Gordon Brown’dan boşalan İsçi Partisi liderliğine elinin altındaki TUC un desteğini vererek Ed Miliband’ın gelmesini sağlayanlardan birisi de odur. Zaten mitingde benzer neoliberal politikaları küçük farklarla savunan İşçi Partisi Lideri Ed Miliband’a konuşma hakkı verilmesinin bir nedeni, 13 yıllık iktidarı döneminde Thatcher’den bile azgın bir şekilde neoliberal politikaları uygulayan İşçi Partisi’nin emekçiler arasındaki prestijini yükseltmektir. Seçimler sonrası Muhafazakar-Liberal ittifakı kurulması arifesinde bazı yorumcular bir daha seçilmemeyi göze alacak bir hükümetten bahsediyorlardı. Gerçekten de tekelci finans kapitalizminin krizin yükünü emekçilere ve diğer burjuva kesimlere yıkma politikası o kadar yıkıcı ki mevcut hükümetin tekrar seçilme olasılığı pek yok. Ama 1980 lerden beri kesintisiz uygulanan neoliberal politikalar bırakılacak diye bir şey yok tabii ki; Devreye tekrar İşçi Partisi’nin girmesi lazım. Brenda Barber ve TUC emekçilerin öfkesini kontrol altına almaya ve bu öfkeyi tekrar İşçi Partisine kanalize etmeye çalışıyorlar.
Aslında Muhafazakar-Liberal hükümetin tüm iktisadi önlemleri ya İşçi Hükümeti zamanında başlamıştı, ya da planlanmıştı. Varolan neoliberal politikalar Tekelci finans kapitalizminin 1970 lerdeki krizine bir çözüm olarak Thatcher tarafından ”Alternatifi Yok” sloganı ile yürürlüğe konulmuş, daha sonra Tony Blair ve Gordon Brown İşçi Partisi hükümetleri döneminde aynı kararlılıkla sürdürülmüştü. Şimdiki hükümetin yaptığı aynı politikaları son finans krizinin etkisiyle daha yoğunlaştırmaktan başka bir şey değil. Miting de konuşan Ed Miliband bu politikaları uygulayan İşçi partisinin bakanlarından biri idi. Neoliberal politikaları protesto eden yüzbinlerce kişiye konuşma yapan Ed Miliband bu politikaların savunucusu ve uygulayıcısı idi. ConDem hükümetinin ( siz bunu üçkağıtçı demokratlar olarak da okuyabilirsiniz) tüm iktisadi politikaları ( Sağlık sektürünün piyasaya açılıp özelleştirilmesi, Üniversite eğitiminin paralı hale getirilmesi, kamu kaynaklarının özelleştirilerek finans oligarşisine peşkeş çekilmesi, emekçilerin vergi yükünün artırılırken tekellerin vergi yükünün daha da azaltılması, sosyal harcamaların budanması vb) Labour hükümeti döneminde başlamıştı.
Brendan Barber’ın TUC daki başyardımcısı Frances O’Grady aynı zamanda Labour’a yakın bir düşünce kuruluşu olan IPPR (Institute of Public Policy Research) in yönetimindedir. Bu kuruluş İşçi Partisi hükümetlerine en çok bakan ve milletvekili veren düşünce kuruluşlarından biridir. Patricia Hewitt ve David Miliband İşçi Partisi hükümetünde bakan olmadan önce bu kurumun çalışanıydılar. Şİmdiki mütevelli heyet başkanı James Purnell de İşçi Partisi hükümetlerinde bakandı. Bir başka Mütevelli heyeti üyesi olan Lord Eatwell ( bu arada belirteyim, Brenda Barber de bir şövalyedir- İngiliz devleti kendine büyük yararları dokunan herkese bir ünvan vererek asılzade yapar) Ed Miliband’ın basın sözcüsüdür. Zaten kendisi eskiden Securities and Futures kurumunun başında idi. Bu kurum şu an isim değiştirerek Financial Service Authority adını almıştır. Görevi finans piyasalarını kontrol etmektir.Yine bir mütevelli heyeti üyesi olan Lord Clive Hollick Labour bakanlarından Lord Mendelson’un danışmanıdır. IPPR internet sayfasında Lord Mendelson’un kendileri için bir araştırma yaptığını haber veriliyor. İşçi Partisinin neoliberal politkalarının mimarı olarak bilinen Lord Mendelson IPPR adına yaptığı ” Küreselleşmenin Geleceği” adlı araştırmada, krizden çıkış için neoliberal politikaların daha da derinleştirilmesini önermektedir. Bir başka Mütevelli heyeti üyesi olan Davıd Pıtt-Watson Hem Tony Blair’e hem de Gordon Brown’a başbakanlıkları sırasında danışmanlık yapmıştır. Kendisi 2008 yılında İşçi Partisi Genel sekreterliğine getirilmiştir. IPPR işçi partisinin, özellikle neoliberal İşçi Partisinin beyinlerinden biridir.
IPPR işçi partisinin neoliberal politikalarını çizen kuruluşların en önemlileriden biridir ve TUC Genel sekreter yardımcısı Frances O Grady böyle bir kuruluşun yöneticisidir. IPPR Başkanı James Purnell 2008 yılında Çalışma ve Emekliler bakanı iken devletin emekli ve işşizlere verdiği kredilerden yüzde 23 den fazla faiz almaya kalkmıştı, ancak bu durum o kadar tepki çekmişti ki Gordon Brown müdahele edip engellemek zorunda kalmıştı. İngiltere de kredi kartı faizleri dahi bu orandan düşük ve devletin emeklilere ve işşizlere sağladığı küçük kredilerde şu an faizler sıfır. Bankaların verdiği normal kredilerin faizleri ise yüzde 5 ile 12 arasında değişiyor. Bu Örneği TUC liderlerinin yöneticisi oldukları kuruluşların, neoliberal politikalar konusunda ne kadar radikal olduklarını göstermek için veriyorum.
İngiltere’de Sivil toplum kuruluşu yok denecek kadar azdır
TUC yayınladığı bildiride eylemi sivil toplum kuruluşlarının bir eylemi olarak ilan ediyor. TUC eğer kendisini kastediyorsa bu yanlış. Sivil toplum her türlü iktidardan bağımsız kuruluşlar için kullanılan bir terim. Yukarıda da gördük ki TUC ne sermayeden bağımsız ne de devletten. Hatta başındaki yöneticilere ve pozisyonlara bakarsanız rahatlıkla TUC un devletin bir kolu olduğunu görebilirsiniz. İngiltere de bağımsız sivil toplum kuruluşları sanıldığının aksine çok azdır. Devlet toplumsal muhalefeti kendi denetimi altındaki sendikalar ve diğer kitle örgütleri aracılığı ile denetim altında tutar. TUC bu sendikal kuruluşların en önemlilerinden biridir.
Sendikalar, İnsan Hakları Kuruluşları, kalkınma, silazsızlanma, uluslararası yardım konularında faailyet gösteren vakıflardan oluşan bu kuruluşlar genelde kendilerine liberal denen kişilerce yönetilir. Tabii emperyalizm ne kadar liberalsa bunlarda o kadar liberaldir. Örneğin TUC Başkanı Barber son Libya saldırısından önce, Dişişleri bakanı Wıllıam Hague’ye bir mektup yazıp Libya ya müdahele istemişti. Bunlar hesapta muhalefet ederler ama muhalefetleri halkın öfkesini sakinleştirmeye dönüktür. Brenda Barber mitingde yaptığı konuşmada kendi alternatifini açıklamıştır; ‘bırakalım millet çalışsın ve ekonomiyi büyütelim, ekonomi büyüsün vergiler aksın, ayrıca vergi kacaklarını engelleyelim!. Bunların demagoji olduğu açıktır. Condem hükümeti ekonomi büyümesin demiyor zaten, büyüsün ama finans oligarşisinin ekonomideki payı daha da artsın. Bu ekonomik politikaların tek alternatifi vardır o da finans oligarşisinin elindeki şirketlere el koymaktır. En büyük beş bankanın dördünde devlet en büyük hisselere sahiptir. Devletin parasını kendisinin verdiği bu bankalara el koyması bile yeter. Bankalar geçen yıl 90 milyara yakın karlar elde ettiler. Bu yılki kesintilerin çapının 20 milyar, önümüzdeki yıl için planlanan kesintilerin ise 40 milyar sterlin olduğunu düşünürseniz, gerçek alternatifin ne olduğu açığa çıkar. Devletin zaten sermayesinin büyük kısmı kendine ait olan bu bankalara el koymak. Ama TUC mitinglerinde bunun imasını bile göremezsiniz.
Muhalefeti kontrol etmenin ikinci ayağı liberal kuruluşları, işçi partisini solda meşrulaştıran sol kuruluş ve partiler oluşturur. Örneğin Troçkist Socialist Workers Party 1940lardan bu yana düzenli olarak en şiddetli sözlerle eleştirdiği İşçi partisine oy verme çağrısında bulunur. Yani yetmez ama evet politikasının kökleri ingiltere solunda bulunabilir. Birgün yazarı Ali Işık geçenlerde Doğan Tarkan için troçkistlerin yüzkarası diyordu, anlaşılan Işık troçkistleri pek tanımıyor. Troçkist örgütlerin çoğunluğu Doğan Tarkan’dan farklı politikalar savunmaz. Zaten geçmişte sıkı bir stalinist olan Tarkan ( Tarkan’ın da önderlerinden olduğu örgüt 1977 yılında İstanbul’da devgencli bir genci infaz ettiğinde, bu eylemini Stalin’den yaptığı alıntılarla savunuyordu) troçkistliği İngiliz Socialist Workers Party’de (SWP) öğrenmişti. Eğer Sosyalist İşçi partili birine sorsanız kendilerinin İsçi partisinden ne kadar farklı olduklarını anlatmaya başlayacaktır. Ama konuşmanın sonu İşçi partisini desteklemenin neden gerekli olduğu yolunda sözlerle biter.Mitingde SWP liler genel grev çağrısı yapıyordu. Ancak tüm bu radikal söylemlerden sonra SWP ve Komünist Parti başta olmak üzere bir çok sol parti ve kuruluşun tek yaptığı, İsçi partisine oy vermek ve sendika bürokrasisinin ardında yer almaktır.
İngiltere de Sivil Toplum Kuruluşları
İngiltere’de sivil toplum kuruluşu görmek istiyorsanız sokaklarda dayak yiyen, hatta ölen göstericilere bakacaksınız. TUC un mitingi ile eşzamanlı olarak Oxford Street te bazı anarşist ve demokrat gruplar eylemler yaptılar. UK uncut adlı grup ülkedeki vergi yükünün emekçilere yıkılmasını protesto ediyor İngiliz tekellerinin daha fazla vergi vermesi gerektiğini savunuyor. Bu amaçla değişik banka ve şirketlerin merkez ya da şubelerinde barışçıl eylemler yapıyor
UK uncut o gün Fortnum and Mason adlı bir magazada eylem koydu. Eylem barışçi idi. Aynı gün ve saatlerde yine Oxford Street de bazı anarşist gruplar eylem koydu ve bazı camları kırıp polise molotof kokteyli attılar. Sonuçta o gün Polis 149 kişiyi gözaltına aldı 138i barışçıl bir eylem koyan UK uncut dandı. İngiliz polisi bağımsız çevreci sosyalist anarşist gruplar eylem yaptığı zaman üzerlerine vahşice saldırır. Bu tür eylemler öyle terörize edlir ki, insanların bu eylemlere katılımı engellenir. Bu eylemde de öyle oldu. Gözaltına alınanlar bir gün kadar içerde tutuldular ve hepsi mahkemeye verildiler. TUC eylemini organize edenler aynı gün bir demeç vererek UK Uncut ve tutuklananları şiddet kulandıkları için kınadılar. Halbuki daha sonra basına verilen video kayıtlarında polisin bile eylemcilerin şiddet uygulamadığını söylediği görülüyordu. TUC temsilcileri ise, polisin uydurduğu eylemcilerin siddete başvurduğu yalanını söylemeye devam etti.
Polisin barışçıl biçimde protesto hakkını kullanan göstericileri tutuklaması meşru değil ama yasal. İngiltere’de Thatcher ile başlayan, geçmiş İşçi partisi hükümetininde devam ettirdiği baskıcı yasalar sonucu çıkan yasalarla, gösteri hakları dahil bir çok demokratik hak ve özgürlük oldukça budanmış vaziyette. Örneğin 1997 yılında çıkarılan Sarkıntılığa Karşı Yasa G. Bush’u protesto edenleri ve nükleer santrallari protesto edenleri tutuklamak için kullanıldı.( Özal’ın çıkardığı ve küçükleri korumak için çıkarıldığı iddia edilen Muzır Nesriyat Yasası Can Yücel gibi muhalif sanatçıları mahkemeye vermek, kitaplarını yasaklamak için kullanılmıştı). Sözkonusu yasalar genellikle devletin denetimi dışındaki grupların eylemlerine saldırmak için yasal bir temel oluşturuyor.
Bir kaç ay önce, tüm İngiltere’de üniversite ve lise öğrencileri, üniversite ücretlerinin artırılmasını protesto etmeye başladılar. Ancak protestocu öğrenciler ilke olarak paralı eğitimi reddetmeyen Ulusal Öğrenci Birliği’nden bağımsız eylem yapınca kıyamet koptu. Öyleki Öğrenci Birliği Başkanı Aaron Porter eylemci öğrencileri protesto ediyordu. Polis ülkenin hemen her yanında saldırıya geçti yüzlerce öğrenci tutuklandi, bazıları hala içerde. Polis bu saldırıları yaparken tüm liberal basın polisin ”öğrencilerin şiddet kullandığı” yalanını yayıyordu.Benzer baskılar devletten ve sistemden politik ve örgütsel olarak bağımsız her türden örgütlenmenin ve eylemin başına geliyor. Çevreci, öğrenci, anti-militarist vb farketmiyor. Polisin dayandığı yasalar yukarıda da belirttiğim gibi Thatcher ve İşçi Partisi döneminde çıkarılan anti demokratik 1986 Kamu Düzeni yasası, 1992 sendikalar yasası, 1994 Adalet Yasası 1997 sarkıntılıga karşı Yasa, 2003 antisosyal davranışlar Yasası, 2004 felaketler Yasası, ve 2005 Örgütlü suç ve polis Yasası gibi yasalar.