Ülkede “stratejist” bolluğuna bakıp toplumun olaylardan “doğru” bilgilendirildiği sanılmasın! Eskiler “horozu çok olan yerde sabahı tahmin etmek zor” derken anlatmak istediği gibi… ama artık ne kümes, ne de horoz kalmayan ülkede, zaman, işte bu “stratejist”leri yarattı! Çoğu hazineden geçinmeli “kendinden menkul” topluma sözüm ona “çok değerli” yorumlarında mantıklı ve çağına yakışanı vermeye çalışacaklarına, tamamen “manipülasyon” gerçeğin tersini aktarmakla görevlendirilmişlerdir. Medyada boy gösteren kimi yazar-çizerlerin gazete veya TV programlarına bakın, toplumun gözüne baka baka “yalan/yanlış” bilgileri rahatlıkla savunabilmektedir. Genellikle hep kendi sahalarında oynadıklarından, deplasman veya karşılarında ‘rakip’ bulunmaz… yani her zaman “topu birbirlerine pas verirken attıkları ‘gol’ün nizami olduğuna kendilerini acayip şekilde inandırmışlardır”
Müzakereleri ele alalım, tabii ki sürdürülürken masada yaşananları tam olarak bilemeyiz, çoğu haberi de Rum basınınından öğreniyoruz ya; Rumlar BM kararlarıyla Uluslararası anlaşma ve hukukta ısrar ederken, Türk tarafının ayrılığa oynamasını “doğru” siyaset kabul edip, üzerinden yorum yapanlara “gazetecilik” demek mümkün olabilir mi? Aslında zamana yani “çözümsüzlüğe” oynandığı ortadadır. Zemini, ortak mutabakatı olmayan durumun sürdürülmesi sadece “iş ola” ise “bile bile” neden devam edilir diyeceksiniz? Ne yapsınlar yani… müzakereden/masadan kaçmamak ve kimilerin “hışmını” çekmemek için! Bu arada “nüfus” aktarması ve seçme ile seçilme hakkı sayesinde ülkeye el konuluyormuş, kimin umurunda? Varsa, yoksa sanayileşmiş Batılı zengin ülkelerin coğrafyadaki stratejik çıkarlarının korunması…bunu da, daha iyi kimin koruduğu açık değil mi?
Şikayet edilen bir konu “güvenlik” idi ama baksanıza müzakerelerde mesafe kat edilerek “yakınlaşma” sağlandığı açıklanmaz mı? Hayra alamet mi demeli yoksa … bir de Rumların hakimiyetini Kuzeye taşımak istediği söylenir de AB içinde Kıbrıs Cumhuriyeti’nden dolayı onun kimliği, pasaportunu taşıdığımız ve tartışılan ülkenin tümden bir AB toprağı olduğu unutuluyor! Türkiye’nin uluslararası toplantılarda Rumları “Rum yönetimi” değil de gerçekte Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanıdığı da vatandaştan saklanıyor. “Anavatan” amma KKTC ile Ticaret yapmazken Rumlarla diğer AB ülkeleri gibi, Rum bakanlarla Türk bakanların toplantılarda (üstelik Türkiye’de yer alanlarında da) bir araya gelip, dünya meselelerini de konuştukları bilinmiyor mu sanılır. Ama kendi toplumuna dürüst davranıp açıklamak yerine yok farz edilerek, olmayan devlet için “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” ve var olan Kıbrıs Cumhuriyeti için “Güney Kıbrıs Rum Yönetimi” devam edilmesi olsa olsa “pişkinlik” değil de nedir!
Ülkemizde güzel şeyler de yapılmıyor değil… iki toplumlu etkinlik veya eylem denince milletin aklına hemen “yeme içme” gelir(di). Nasıl gelmesin ki, daha önce yapılanlara ne yazık ki “öyle” görünüm verilmiş! Evvelki gece (26 Nisan) Lefkoşa Lokmacı Kapısı ara bölgede, her iki yanda toplanan iki toplumun ilerici, barışsever ve daha güzel bir dünyanın yaratılmasının mümkün olduğuna ınanan örgütleri Çernobil nükleer faciasını 25. yılında (kimilerin dikkatini belki çeker diye) anmak VE yapılması öngörülen, bölgemizi tehdit edecek Akkuyu (Mersin-Türkiye) nükleer santralını protesto amacıyla gerçekleştirilen eylemde bir araya geldi. Çevre dostu diye her gün gazete ve TV programlarında “mangalda kül bırakmayan” örgüt(cük)ler yoktu. Varsın olmasın, bu “işler” söylemden ziyade eylem istediğini nereden bilecekler… onlar aldıkları “talimat” ve sağlanan “rant” ile hareket ettiklerinden bunda şaşılacak bir şey yoktur. En basit “çöp” sorununu dahi çözemeyen ve tarihini korumayanlarla yürüyenlerin zaten başaracağı şey değildir. Son Fukuşima felaketi bile (bize bişey olmaz abi anlayışıyla) ders olmazsa ne yapılabilir? Ancak “kervan durmaz, yürür” misali geriye “inananlarla” yola devam etmekten başka çare kalmıyor!
YÜZLEŞMEKTEN KORKAN TOPLUMLAR
Diğer güzel başka bir şeyden bahsetmem gerekirse; 22 Nisan gecesi KIBRIS TV “markaj” programında Ali Baturay’ın konuk ettiği Panikos Neokleus ile Serhan Gazioğlu idi. Her iki toplumun içinden kimilerin “sırf başka/farklı diye” katlettiği insanlar… Panikos katliamlarla ilgili kitabından yaptığı açıklamalardan öğreniyoruz ki toplum henüz “yüzleşmekten” uzaktır. Güney’de okulların kütüphanelerine gönderilen kitaplarının öğrencilere ulaşmasında sorunlar yaşandığını belirtmesi esasen olayın “korkunçluğunun” kanıtı. Ne diyor? “Ben elen değil, Kıbrıslıyım ve ülkemde her gün bunun savaşını veriyorum” Bu durum Kıbrıslıtürkler için de geçerlidir… Katliamları yapanların aynı merkeze bailı yer altı örgütler olsa da, aslında odağında “şoven eğitim” bulunduğunu kabul edelim. Diyeceğim; program “tartışılamaz” sayılan “katliamları” cesaretle ele aldığı için her iki toplumda var olan bir çok “tabu”yu yıkacak kilometre taşlarından sayılmalıdır. Bu nedenle yapımcıları kutlarken, ileride benzeri programlara da örnek olmasını dileyelim.
Akla dostum Tony Angastiniodis’i getirdi… o da, katliamlarla ilgili film yaptığı için toplumunca “aforoz” edilmişti. Bir süre DAÜ İletişim Fakültesi’nde “gzetecilik” dersleri verdikten sonra BM organizasyonunda Kuzey Amerika’da “beyazlar tarafından yerlilere uygulanan ‘katliamları’ araştıran ekipte” görevlendirilmiş… Bizde gazeteci Sevgül Uludağ’ın “katliam ve kayıplar” konusundaki araştırmaları keza tarihe ışık tutacak olaylardır. Toplumlar eğer bu coğrafyada daha güvenli yaşamak istiyorsa, yolunun geçmişte yaşananları bir daha yaşamamak için bunlarla bire bir “yüzleşmesi”nden geçtiğini anlamalıdır… Yoksa Kıbrıslıtürkler “sadece Rumlar katletti”, Kıbrıslırumlar da “Türkler katletti” dediği sürece, yanlışlık düzeltilmedikçe “tehlike” var olacak demektir. Yani, en başta okullarda genç nesillere “doğruları” aktarmaktır.
Mayıs’ta Güney’imizde, Haziran’da da Kuzey’imizde “seçim”ler var… ne olacak diyenler için söyleyeyim “arada kalıp eziliyoruz!” Seçimler “deva” olsaymış bizim “dava” bunca yıl sürdürülebilir miydi, kendimize sormamız gerekir? Tabii ülkede seçimleri “demokrasi” göstergesi görenler doğru dürüst bir nüfus sayımına dahi karşı çıkarken, yöneticilerimiz de sağolsunlar hiç boş durmazlar ve “ülke çok önemli günlerden geçiyor, birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyulan zaman” ile başlayan nutuklarıyla bir güzel kulaklarımızın “pasını” alıyor! Allah aşkına 50 yıldır “duymadığımız” yeni bir şey söyleseler ya!