Haziran seçim dönemi, siyasi partilerin; torbalarından çıkardıkları tüm söylem ve vaatleri ile son kurşun(!)larını da sıkarken, yine bu süreçte siyaset etiğinin de son noktasına kadar istismar edildiğini görebilmekteyiz.
Bel altı vuruşlarla siyaset kirlenmesi yaratılırken, partilerin birbirlerini toplumsal tercihte alta itme çabalarında, kadınlar; toplumda ötekileştirilmekte, cinsel meta konumuna sokulmakta; siyasetin en asli unsuru olması gerekirken, siyasete meta unsuru olarak sokulmaktadırlar.
Bu durumun, şüphesiz ki çeşitli anlatım biçimleri ve nedenleri varken; Türkiye siyasetinin geldiği durum açısından daha başka anlatımı da vardır.
Türkiye’de uzun zamandan beridir var olan siyasi tıkanmışlık, kimi esintilere rağmen tıkanmışlığı devam etmektedir.
Tıkanmışlık; siyasi partileri devletle özdeşleşme durumuna düşürürken, yanı başlarında duran gerçekliğin direngen hali varlığını kararlılıkla sürdürmesidir.
Daha düne kadar CHP dendiği zaman devletin sözcülüğü akla geliyor idiyse, bugün de MHP dendiği zaman devletin dili akla gelmektedir. Her iki partide kendilerini devleti savunmakla görevlendirmişken, aynı zamanda bu partilerin gerçek hallerinin toplumsal karşılığı olarak dar bir alana hapsolma gerçekliğidir.
Çeşitli nedenlerin ortaya çıkardığı Kaset skandalı CHP’yi; yüzünü topluma döndürme imkanlarını yaratırken, günümüzün popüler kasetleriyle de MHP’de; örgütsel güçsüzlüğe ve yokluğa yolcu edilmeye çalışılmaktadır.
Durumun bu olması; bu partilerin dışarıdan yaratılan senaryolar dahilinde krizlere sokulduğu anlatılmaya çalışılsa da, bundan çok daha doğrusu olan bu partilerin siyaseten tıkanmış olma halleridir.
Adı geçen partiler açısından durum bu iken; bu partilerden CHP halkın ipine sarılmaya çalışırken, MHP ise; siyaseti ve örgütselinde dumura uğramış vaziyetteyken, kendinde kalan son gücüyle devletin ipine sarılarak kendini kurtarmaya çalışmaktadır.
Uzun yıllar muhalefetin dilini kullanarak sıkıntılı olsa da hükümet olmayı sürdüren AKP’nin, 12 Eylül referandumu ve sonuçlarıyla birlikte devlet denen lokomotifin vagonu olma yolunda hızla yol aldığı görülmektedir. AKP, 12 Haziran seçimlerine giderken devletin dilini kullanmada ve sırtını ona dayamada zirveye çıkmış durumdadır.
Paydaşlıkları devlet olan partiler; nüanslılıklarına rağmen 12 Haziran sonrası yeni yol alma biçimi sorunuyla karşı karşıya kalmış durumdadırlar. Onların bu yeni durum karşısında nasıl yol alacakları; kendi parti siyasal karakteriyle olduğu gibi, hem de Türkiye sorunlarını isimlendirebilme yetenekleriyle ve bu isimlendirmenin gerçek sorunlar olup olmadığı ile ilgili olmasıyla da ilgilidir.
Türkiye:Emek, demokrasi, özgürlük ve barış sorunlarına sahiptir.
Siyaset; bu sorunlar karşısında kendisini konumlandırış biçimiyle kendisinin ve Türkiye’nin önünü açacaktır ya da yanlışlarında ki sorunları gerçekliğin kendisi sanıp, bunalımın odağı konumunda olacaktır. Her iki durumda da 13 Haziran, adı geçen partiler açısından yeni bir sabah olacaktır.
Seçim bildirgelerindeki yeni dil ve anlatımlarıyla halka göz kırpmaya çalışan CHP, bu anlamıyla yeni bir soluk yaratmaya çalışırken bir taraftan da Haberal gibi Ergenekoncu zevatları listelerine alarak; örgütsel ve fikri karışıklılıklarına son vermek zorunda kalacaktır.
Ya söylemlerine denk düşen örgütsel yapılanmalar yaratacaklar ve yeni söylemlerinin parti dili olmasını sağlayacaklardır ya da beyhude bir şekilde devletin dilinden seçmenin tercih edeceği çabası içinde olacaklardır.
Varlık nedeninin önemli gerekçelerinden olan Kürdü kart-kurt göstermelerinden, farklı etnik kökenlilikten Türklüğe gelen MHP siyaset anlayışı; yaşamış olduğu örgütsel ve siyasal krizini; Kürt gerçeğini anlamayı parti diline katarak sıkıntılarını ancak yeni bir solukla aşabileceğini bilince çıkarması pratiği olacaktır. Ya da; var olan düşünme tarzını devam ettirerek, azalan düşünce ve azalan güç’ün tarafı olacaktır, kendisi olacaktır.
Her ne kadar dilinde ümmet, ümmetçilik kavramı var idiyse de esas olarak dini millileştirerek İslami-milliyetçi kavramdan siyaset yapmanın bugün en güçlü aktörü olan AKP; kendisi açısından zorunlulukların getirdiği Kürt sorunu, etnisiteler sorunu, mezhepler sorunu, dinler sorunu, demokrasi sorununu; kendisinin devletle uyumlulaştığı, devletin kendisiyle uyumlulaştığı oranda aslına rücu eden dili ortaya çıkarmaya başladı.
Bu anlamıyla AKP’de 13 Haziran sabahı kendisini yeniden anlatmak zorunda kalacaktır. Etnisiteler, etniklerin demokratik katılımı ve bunun en doğru kaynağı olan yetkilerin yerelleştirilmesi, yönetimin özerkleştirilmesi olacaktır ya da İslamcı-milliyetçi özünü güncelleyip, Türkiye’yi; demokrasi-özgürlük-barış problemleriyle baş başa bırakacaktır.
13 Haziran, Türkiye’nin ya daha iyi ya da kötü şafağı olacaktır.