Dinler (ister tek tanrılı, ister çok tanrılı olsun) ortaya çıktıklarından bu yana, egemen anlayışların egemenliklerinin devamında konumlanış biçiminde olmuştur. Ya da var olan din anlayışına yönelik olarak, kendi din anlayışlarını egemen kılma biçiminde olmuştur. Her iki halde de toplumu yönetmede esas alındığı gerçekliğidir.
Dini kurumlar, yöneten gücün yönetme kolaylığına devamlı olarak sahip olması için, kendi üzerlerine düşen görevleri fazlasıyla yerine getirmişlerdir. Onların bu tutum alışları, onlara aynı zamanda ayrıcalıklar sağlanmasına tekabül etmiş ve yönetmeyle zaman zaman iç içelik yaşamalarına dönüştüğü gibi her zaman da yönetmenin ana dayanakları olmuştur.
TC devletinin kuruluş düzenlemeleri yasamaları yapılırken Genel Kurmay Başkanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı kuruluş kanunları aynı günde yayımlanarak; o da var olan halin takipçisi olmuştur.
Kuruluşun bu şekilde organize edilmesi, toplumda var olan din anlayışına devletin merkezi olarak müdahale etmesi, toplumu kendi kuruluş ölçeğine koyması başlangıç planlaması içerisindedir.
Toplum resmi olarak tek din ve onun içinde de tek mezhep etrafında örülmeye çalışılmıştır. Ve bu örülmelerde ana bileşkenin diğer öğesi olan Türklükle bütünleştirilmesi ilkesel bir duruş şeklinde olmuştur.
Toplumsal direnç noktalarının oluştuğu alanlarda devlet; kendi haline muhalefetin olmasını, hegemonya kurduğu dini/mezhebi anlayışı toplumdaki anlayışla da kucaklaştırarak ezmeye, yok etmeye kullanmakla hiçbir sakınca görmemiştir. Maraş, Sivas gibi devlet destekli, himayeli saldırmalar, öldürmeler aklımıza hemen düşen örneklerdir. 12 Eylül darbesiyle devlet kendi terörünü dinle alalandırarak siyasetini meşrulaştırmaya çalışmıştır. Kuran’dan ayetler bildiriler haline getirilerek propagandanın malzemesi yapılmıştır.
Türk-İslam (siz bunu Hanefi anlayın) felsefi düzenlemesi topluma biçim verme ana yöntemi haline getirilmiştir.
Politik referanslarını dinden alan AKP’de bugün bu uygulamaları en geniş şekilde yeniden düzenlemeye çalışmakta ve bunu Milli Güvenlik Kurulu (MGK) kararları khaline getirmiş durumdadır.
Bu anlamıyla, bugün; geçmişin yeniden ve üst noktada yeniden-yeniden üretilmesinin halidir.
Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı Türkiye Diyanet Vakfı tarafından yayınlanan “Güncel Dini Meseleler” adlı yayında:
“Bir düşünce, zihin planında kaldığı ve herhangi bir şekilde dışarıya çıkmadığı sürece sahibini ilgilendirir. Fertlerin temel hak ve hürriyetlerine saygılı olmayan, milletimizin birlik ve beraberliğini zedeleyen, toplumu ayakta tutan, milli ve manevi değerleri tahrip eden söz ve davranışları, düşünce özgürlüğünün bir gereği olarak savunmak mümkün değildir.”
“Eğer kalbinden çıkmıyorsa sorun yoktur, fazlası intihar ettirir.”
Toplumlara evvelden beri empoze edilmeye çalışılan bu anlayış, görüldüğü gibi tekrar güncelleştirilmiş bulunmaktadır.
Düşünmek hiçbir zaman özgürlük sorunu değildir. O, kişinin akli yetisinin bir sonucudur. Ve bununda kendisinden başka birisini ilgilendirmesi mümkün olamaz. Kişi düşündüğünü ifade etmeye başladığı zaman özgürlük kelimesiyle karşılaşmaya başlar. Ki bu da ifade etme özgürlüğüdür. İfade edilmeyen bir şeyin dışarıya yansımasına imkan olmadığına göre bunu düşünce özgürlüğü olarak ifade etmeye çalışmak en hafif deyimiyle özgürlüğü bilmemek demektir. İnsanı diğer varlıklardan ayıran ayraç, onun, düşünme yeteneğine sahip olmasıdır. Dolayısıyla düşünmek/düşünce insan olmak halidir. İnsan olma halinin ifade edilmesi ise, kişinin düşündüğünü ifade etme hakkıdır. Bu hakka da ifade özgürlüğü denir.
Düşünmek “milli ve manie değerleri tahrip edecekse…” gibi ne olduğu belirsiz bir anlayışın içine koymak; insan olmak halinin kısıtlanmaya, yok edilmeye sokulmasıdır ki sıra kendini ifadeye gelmemişken.
Ve bunların hepsi din anlatımı üzerinden yapılmaktadır. Toplumda siyasette buna göre dizayn edilmektedir.
Bu kadarla da kalınmamaktadır.
Kürt meselesinin geldiği diren ve kendini ifade noktası ve kararlılığını bertaraf etmek için:
Diyanet İşleri Başkanlığına yeni yasayla 7 ayrı “Dini Yüksek İhtisas Merkezi” kurma yetkisi verilerek, ilk yer de Diyarbakır yapılmaktadır. Devlet politikası tekrar güncellenerek; Şubat ayındaki Milli Güvenlik Kurulu MGK toplantısında İçişleri Bakanlığı Kamu Düzeni ve Güvenliği Müşteşarlığı tarafından yürütülen “Terörle Mücadele Stratejisi” gözden geçirilerek “Bu mücadele kapsamında Diyanet İşleri Başkanlığınca ortak çalışmalar yapılacağı öngörülmüştür.” Denilmektedir.
Bunun AKP’de bölge politikasına yansıması da “imamlarla, diyanetle ve maneviyatla” şeklinde olmaktadır.