Güney’imizde bu hafta sonu ve daha sonra kuzey’imizde üç hafta sonra yapılacak seçimlerden hala “umut” besleyenler var mı, bilemiyorum ama seçimlerin tek başına, en azından bizim olayda bir “çözüm” olamayacağını 50 yılda yaşadıklarımızdan çok iyi kavrayabiliyorum! Seçim propagandalarına bakın ne demek istediğimi anlarsınız? Birinde ırkçı/şovenizme kaçan suçlamalar, diğerinde “devletin” gücünü bir halk üzerinde denemeye kalkışmak suretiyle siyasal rant sağlamak amacında bulunan bir zihniyet… Anlatamadıysam açıklama getireyim; AKEL Genel Sekreteri Andros Kiprianu “Kıbrıs Cumhuriyetine solcu bir Kıbrıslıtürk’ü sağcı bir Kıbrıslırum’a tercih ederim” demiş! Bu, en doğal – ideolojik görüşünü belirtince muhalefet de “mal bulmuş mağrubi” kızılca kıyameti kopardı! Bunda yanlış ne var allahaşkına? Yanlış yok da, bana göre “eksiklik” var… geri kalmış tüm toplumlardaki “düşünce algılama” yoksunluğu çekenler için, keşke “Kıbrıslı solcu bir Latin, Ermeni, Maronit veya Kıbrıslıtürk’ü tercih ederim” deseymiş, o zaman ırkçı/faşist kafalılara belki “kırmızı görmüş boğa” malzemesi verilmezdi. Faşist her yerde aynı… milliyeti veya coğrafyadaki yeri (Hitler, Mussolini, Salazar, Franko, Pinochet / Yunan veya Türk askeri rejimleri) bunu değiştirebilir mi? Hristofyas yoldaş bunun farkında, bir yanda Andros Kiprianu’yu savunurken diğer yanda 1974 darbe mağdurlarından özür dilemiştir. 4 Mayıs‘ta Panikos Neokleus’un “Tarihe Işık Tutan Anılar” türkçeye çevrilmiş kitabı KTÖS’te tanıtıldı… nereden nereye gelindiğine cidden ışık tutuyor. Toplumlarca sorgulanması halinde ülkemizde bir çok şeyin değişebileceğine sadece basit bir örnek. Yeter ki toplumlar ölmeden tıkılan “kefeni” yırtma cesaretini göstersinler! 28 Ocak, 2 Mart “toplumsal varoluş” mitingleri ve Brüksel çıkarması bir başlangıç olarak görülebilir.
Gelelim seçimlerin diğer ayağına; seçimler demokrasi ve halkın serbestçe iradesini belirlediği sistem deniyor ama Anadolu’ya bakınca bunu görmek mümkün değil… Kürt halkının özgür sesini kısmak için yüzde 10 gibi dünyanın hiç bir ülkesinde bulunmayan seçim barajı yeterli kalmayınca, baktılar kendi sistemlerinin yarattığı bağımsız aday yoluyla da merkezi yönetimde temsiliyet kazanıp halkın sorunları dile getiriliyor! Bu kez, tam da seçim arifesinde 15 milyon nüfusun büyük çoğunluğunun yaşadığı bölgelerde terör bahanesiyle “devlet terörü” estiriliyor! Yapılan açıklamalardan “devlet gücünü gösterecek” anlıyoruz. Ancak 30 yıldır süren bu yöntemin başarı sağlamadığı, aksine durumu daha da karıştırdığı bir türlü ne yazık ki görülemiyor. Çözüm cidden istense bunun yolunun bu olmadığı, o halkın da en azından kültürel (kendi dilinde eğitim, yerel yönetimlerde söz sahibi hatta özerklik) haklarının tanınması, tek kelimeyle ifade edersek insan haklarına saygı ve “demokrasi” olduğu anlaşılmaz mı?
Bizde, kıbrıs’ta savaşla yerlerinden sürülen insanların topraklarında 200 bin kişi için ayrı bağımsız hatta (ganimet, gazino, kumar eğlence sektörüne bağımlı) “egemen” devlet kurduranlardan bunun beklenemeyeceği de açıktır. Bir türlü çağdaşlaşamayan sağcısı, solcusuyla idrak edilemeyince, bölgedeki çıkarları nedeniyle arkasına aldığı anglo-amerikan desteği sayesinde (Uluslararası hukuk ve anlaşmalara saygı duyma gereğini duymadan) ayakta duran otoriter rejimle bu “savaş” da belli ki sürecektir. Bu durumda Türkiye’nin ve rehine Kuzey Kıbrıs’ın AB serüveni de hep mayınlı yollarda “şehit” vermeye devam edecek demektir. Ner zaman, her iki yanda acı çeken, gözyaşı döken “analar” kendilerini yönetme iddiasındaki otoritelere isyan eder, düze çıkan yolu da kendileri bulacak diye düşünüYorum. Yoksa bayrak, cami, imam hatip veya ilahiyat fakültesiyle değldir! Birileri bundan “rant” sağlarken, kimileri de ülkenin geleceğini daha çok “kumarhane” açmakta görmesi doğal karşılanmalıdır.
“KARAVANA” YEMEZ DE NE YAPAR?
Toplumlarda yanlış bir algılama var… dünyanın dengesi fakir halklar nedeniyle bozuluyor! Halbuki işin gerçeği dünyayı korkunç ve çekilmez hale getiren “sanayileşmiş zengin ülkeler” ellerindeki en gelişmiş teknolojik aygıtlar sayesinde gizleyebilmektedir. Ancak kabul edelim yoksulluğun da rolü var “buna çanak tutar!” Doğa (Amazon ormanları vb), çevre katliamı, nükleer santrallar, savaşlara yol açan aşırı silahlanmalar vs… Durduk yerde bir ülkenin başka bir ülkeye demokrasi götürmesi inandırıcı olabilir mi? Örneğin Suudiler dururken Irak, Libya veya Suriye öncelikli hale getirilmesi düşündürmez mi? Ya İsrail’e ve onu izleyen diğerlerine ne demeli… O başka, bu başka “bunlar müttefik, işbirlikçi” derseniz (ki bir yerde doğru ancak) yine olmaz! Hade super güç ülkeler yaptı, ya geri kalmışlar neden yapsın… kendileri başkalarınca ezirlirken, onlar da kendi halkını eziyor ki “ego” tatmin olsun, olamaz mı yani?
Gündem öyle bir oluşturuluyor ki bir çok “gerçek” kolaylıkla bir anda ikiinci hatta son sıralara itildi. Sendikal Platformun (50-60 bin kişilik meydanda onaylanan) yol haritası 13 maddesi kağıt üzerinde durmasına duruyor ama kimin aklında kaldı… Usame Bin Ladin’in öldürülmesi (o da eğer gerçekse), İngitere’deki kraliyet düğünü, IMF başkanı Strauss Kahn’ın hotel hizmetçisini taciz iddiasıyla tutuklanması ve bizde Girne’ye gökdelen dikilmesi, tasfiye edilen bankaların batırılan paraların tahsil edileceği gündemi alt üst etmeye yetmiştir. Bu arada Emeklilerin kazanılmış maaş hakları, kimilere devredilen KTHY çalışanlarının (hükümet edenlerce yutulan) henüz ödenemeyen alacakları, taksicilerin sorunu AİHM’ne kadar taşıyacakları ve tabii ki kanayan yara Elektrik Kurumu ile Telefon İdaresi’nin özelleştirilmesi “karavana” yemez de ne yapar?
Tanıtım çok önemlidir ama nasıl yapıldığı daha bir önem kazandığı da ortadadır… İngilizler, majestelerinin “kraliyet düğünü” tüm dünyaya ülkenin tanıtımı için (canlı TV yayınları dahil) çok iyi kullandığını kabul edelim. Bir de bizdeki duruma bakalım; Cumhurbaşkanı Eroğlu sarayda geniş katılımlı “ekonomi nasıl düzelir?” toplantısı düzenledi… kutlanası, hatta geç kalınmış bir olay ancak yöntem ve uygulama “yanlış” olursa sonuç da tabiatıyla bekleneni vermeyecektir. Öncelikle ülkede sağlıklı bir nüfus sayımı ve planlaması yapılması gerekir… Aksi halde tüm “icraat” boşuna kürek çekmekten ibaret kalacaktır. Nüfus bilinmezken en başta eğitim, sağlık, çalışma düzeni, imar/ yol/ iskan/ güvenlik/ yönetsel önlemler ve tabii ki hizmet sektörü turizm ile beledi hizmetlere nasıl yön vereceksiniz. Kayıtdışılık “üstün” gelirken, iyi niyetle ne yaparsanız yapınız “gidilecek köyün minareleri” her zaman “gök kubbe” altında size sırıtacaktır. Çevre özellikle dökülürken (bunu biz değil, uzmanları söylüyor) bir turizm potansiyelinden bahsetmek mümkün olabilir mi? Ülke nasıl kurtulur derken, bu durumuyla akla ister istemez “Asiye kurtulur mu?” getirir! Ülkemiz iklimi, zengin doğası, tarihi ve kültürüyle turizmde en başta güreşen ülkelerle yarışabilecekken sadece gazino, kumarhane, betonlaşma ve ne yazık ki “kara para aklama” ve “uyuşturucu/ fuhuş/ kaçakçı yuvası” olarak tanınması inanın ki “Afrodit adasına” hiç yakışmamaktadır.
Tanıtımla devam edelim isterseniz… enstrümanları kullanmakla aynı “rithmi” veya “harmoniyi” eğer farklı “nota” uygularsanız almanız mümkün değildir. Yani uyumu bir yerde ve şekilde “nota” belirlemektedir. Bu bakımdan Batı ile Doğu, Balkan – Anadolu – Kafkas vd. yörelerde aynı enstrüman kullanılsa dahi farklı nota uygulaması sonucu müziklerinde kültürel farklılık arzediyor, ki bu da onların zenginliğini oluşturmaktadır. Özgür ve uygun ortamında uygulanacak “yöntem” olumlu başarıyı da getireceği açıktır. Bunu başkalarına dayatmanız halinde ise adı herhalde “çağdışılık” olur. Yaşam biçimi, inanç, insan hakları ve kültür bunların başında gelen değerlerdir!