Seçim kampanyasının son dönemecine girilirken, partiler son sözlerini de heybelerinden çıkarmaya başladılar.
Son iki genel seçimde, kendisini halka anlatımda çatışmacı dilden alabildiğine uzak tutmaya çalışan Erdoğan, bu dönemde bu dili terk ederek, çatışmacı dili öylesine şuursuzca kullanmaktadır ki, bununla da kalmayıp bunu bir tarz şekline, çatışmacı-karalamacı biçimini en üst noktaya dönüştürmüş bulunmaktadır.
Onun bu tarz seçim kampanyası yürütmesi, şüphesiz ki toplumsal bölünmeyi kendi tarafında çoğaltması amacına yönelikken, aynı zamanda en az bunun kadar önemli olan diğer bir hakikatte; topluma sözünün bitmiş olmasıdır.
Daha önceki kampanyalarında, Türkiye sorunlarını; demokrasi,özgürlük kavramı üzerinden anlatmaya ve tarihten sırtlanan yanlışları ifade etmeye çalışırken; bugün sanki geçmişte parmak bastığı sorunlar yokmuş gibi yeni bir dil geliştirmeye çalışmaktadır.
Geçmişte din sorununa kendisini, dinler arası hoşgörü noktasından konumlandırdığını ve bununda eş başkanlık olarak görevlenmesiyle anlatmaya çalışırken; ülkenin derinliklerinden gelen alevi sorununu çalıştaylar düzenleyerek pozitif noktada taraf ifade girişimlerinde bulunurken; bunlar dünler de söylenmemiş anlatımlarmış gibi durmaktadır. Bugünü, dünün tespit etmiş olduğu doğru sorunlarını sanki başkası söylemiş gibi yabancı durmaktadır.
Siyasi muarızlarıyla girmiş olduğu polemiklerde toplumda var olan alevi-sünni derin ayrılığını güne canlı halde sokmakta; Kılıçdaroğlu’nun alevi halini topluma olumsuzluk noktasında sunarak, toplumsal ötekileştirmeler yapmaktadır.
Türkiye topraklarının bölünme kaynağı olan milliyetçilik/Türkçülük söylemleri ile oy transferleri sağlamaya çalışırken, ırkçılığın değirmenine şu taşımaktan herhangi bir sakınca görmemektedir.
Erdoğan artık ‘yeni şeyler söylemek lazım cancazım’ noktasında değildir.
Partisiyle hükümet olma halini çeşitli nedenlerle ve çeşitli desteklerle iktidar olmayla sonuçlandırmıştır. Onun için esas olan iktidarını sağlam ve devamlı halde tutmaktır. İktidar olmak ona düzeni korumak ve kollamak yükümlülüğünü getirmiştir, o da yükümlülüğünü sonuna kadar yerine getirmekte son derece heveskar ve kararlı durmaktadır.
Özgürlük ve demokrasi taleplerini ifade etme girişimlerini en sert şekilde bastırmakta, güvenlik güçlerinin meydana getirdiği ölüm olaylarını anlatmak zorunda kaldığı durumda ise ‘birisi ölmüş’ deme fütursuzluğuna götürmektedir.
Kürt nüfus coğrafyasından ve Kürtlerden ümidini o kadar kesmiş ki; Zerduşilikten bahsederken tarihsel ahlak ve siyasi dürüstlük hiç aklına düşmemektedir.
Özgürlük platformu bağımsız adaylarının seçim çalışmalarında seçim büroları hiç kimsenin bulunmadığı zamanda basılarak, yüklüce Molotof kokteyl ele geçirildiğini söyleyen polis güçlerinin hukuksuzluğunu görmezden gelerek ve tutanak taraflarının yokluğunu umursamaz durarak, seçim bürolarında patlayıcılar ele geçirildiğini ifade edebilmektedir.
Bunlar, bugünün/seçim döneminin beslediği sorunlarmıdır.
Hayır. Bu durum uzun bir dönem planlamasının sonucudur (2500’ü geçen ve uzun zamandır tutukluluk halinin devam ettiği KCK dosyası). Seçim dönemi bunun sadece doz artımına katkısı şeklinde olmuştur.
Devletler tarihinde; güç odaklarının ortaklaşması kendisini ne kadar yetkinleştirirse ve gücü ne kadar elinde tutarsa, devlet, o oranda topluma yabancılaşır ve toplum üzerinde baskı unsuru olur.
Siyaset odakları; iktidar olma mücadelesi verirken bunu iktidarlaşmak, iktidarla paydaşlaşmak şekline dönüştürdükleri andan itibaren, onlarda yabancılaşma sürecine girmiş olmaya başlarlar. Onların yabancılaşması, doğal sonuç olarak devlet örgütlenmesinin güçlendirilmesini beraberinde getirmektedir. Bu güçlendirmenin geriye dönüşü ise topluma baskı ve tahakküm şeklinde ifadesini bulmaktadır.
Dolayısıyla:
Siyaset yapıları, topluma yabancılaşmamak, özgürlük-eşitlik-demokratiklik, toplumsal refahın paylaşımı noktasında kendisini devamlı olarak duyarlı tutabilmesi için; siyasete iktidar olarak bakmak yerine, siyasete yönetici/yön verici olarak bakmak noktasında olmalıdır. Siyaset yapılanmalarının canlı olabilmesinin en önemli ayraçlarından bir tanesi budur. Siyasette yön verici olmayı ve bunu topluma meclisleştirmek şeklinde kullanmayan siyaset yapılarının en muhteşem vaatleri bile onları yabancılaşmaktan kurtarmamaktadır.
Seçim dönemi siyaset manzaraları bu iken; akıldane dahil olmalar da eksilmemektedir.
KKTC’nin 2.Cum.başkanı TALAT buyurmuşlaş ki:
Kıbrıs sorununun çözümü için AKP’nin desteklenmesi gerekmektedir.
Talat, Denktaş’tan devralmış olduğu TC misyonerliği görevini anlaşılan o ki AKP’ye de fayda ettirmeye çalışmaktadır.
Mum misali, önce dibine ışık verse ya.