“Meydanlara daha çok kalabalık taşıyın, daha kalabalık mitingler yapın. Ne kadar çözüm istediğinizi bize gösterin. Sokakların gücü hissedilmeli ve halkın iki toplumlu bir çözüm istediği görülmelidir. Biz şahsen bunu görmek istiyoruz. Maalesef liderler şu aşamada çözümün gereklerini yerine getirmiyorlar. Hatta ve hatta bu düzenleyceğiniz mitinglere, gösterilere bizi de çağırın ki katılıp katkı koyabilelim”. İşte Andrew Duff’in söylediği en çarpıcı, tahrik edici sihirli cümle burada idi: Bizi de Çağırın!
Sendikal Platforumun arda arda yaptığı eylemler ve Brüksel’e yaptıkları ziyaretin etkili olmakla kalmayıp siyasette de tsunamiye sebep olduğunu yazmıştım. Brüksel’e yapılan ziyaret yine meyvesini verdi ve AB yetkililerini harekete geçirdi. AB’nin ağır toplarından Di Bucci’nin Sendikal Platforumla Merit Otel’de gayri resmi bir toplantı yaptığını sizlere aktarmış, bu toplantıyı takip eden birisi olarak rejimin kedi sendikalarını deşifre eden bir de yazı yazmıştım. Di Bucci yaptığı ziyarette gerekli dirsek temasını gerçekleştirmiş, Sendikal Platforumun şikayetlerini not ettikten sonra adamızdan sessizce ayrılmıştı. Şimdilerde ise AP üyesi Liberallerin Grup Başkanı ve Federalistlerin Başkan Yardımcısı AB’nin değerli isimlerinden Andrew Duff adamıza yaptığı ziyarette Sendikal Platforumu resmi olarak ziyaret etti.
Bu toplantıyı da ÇİVİ gazetesi köşe yazarı olarak yine bir tek ben takip ettim. Öncelikle şunu söylemeliyim; lafım tabii ki işini yapan sendikalara değil ama sendikacı dostlarım kusura bakmasınlar, rejimle bu şekilde güreşeceklerse şimdiden söyleyim tuş olur, kurda kuşa yem olurlar. Demek istediğim şu ki, yürüdükleri yolu zaferle taçlandırmak istiyorlarsa kendi içlerindeki dayanışmayı artırmak zorundadırlar. Bu arkadaşların sendikacılıklarından ciddi şüphelerim var. Yani siz “Sorun var, haklarımız sürekli budanıyor” diyeceksiniz ama kendi meslektaşlarınızla değil rejimle birlikte hareket edip arkadaşlarınızı yalnız bırakacaksınız. Sonra da size birileri “Rejimin Kedi Sendikalari” diye hitap ettiğinde aslanlar gibi kükreyeceksiniz. İşte bu olmaz miyav kardeşlerim! Çok net ifade ediyorum: Bazı Sendikaların birlikte hareket etmek yerine, sürüden ayrılıp yalnız başlarına hareket etmeleri benim nazarımda Rejimle işbirliğinden başka bir şey değildir ve bu tip davranışlar toplum katında da kabul görmez.
Okullardaki Kıbrıslı Türk öğrencilerin sayısı yalnızca %34!
Andrew Duff ile yapılan toplantıya maalesef bir avuç sendıkacı katıldı. Rejimin Sarı ve Kedi Sendikaları yine ortalıkta yoktular. Herhalde emekçilerin sorunlarını sahiplerine miyavlayarak çözeceklerini sanıyorlar, ama fena halde yanılıyorlar.
Toplantıda Platforum adına ilk sözü Sendikacılıkta rüştünü fazlasıyla ispatlamış KTÖS Genel Sekreteri Şener Elcil aldı. Hoca çok netti ve hic kıvırmadan konuştu: “Kıbrıs sorunu en büyük rahatsızlıklarımızdan biridir, Platforum olarak görüşlerimizi düzenlediğimiz mitinglerde ortaya koyduk. Argümanımız, Federal çözüm ve insan hakları temelinde çözümdür. Talat’ın yaptığı 1 Temmuz ve 23 Mayıs antlaşmalarının bir an önce hayata geçmesini talep ediyoruz. Taleplerimiz:
1- Tek Vatandaşlık
2-Tek Egemenlik
3-Tek Kimlik
4-Dönüşümlü Başkanlık
5-Çarpraz Oylama
Tüm bunlar temel isteklerimizdir.
Bizim tüm Garöntör ülkelerle ciddi sorunlarımız vardır.
İngiltere de bunlardan biri olup onunla tarihsel ilişkilerimiz olduğundan İngiltere’nin çözümde daha aktif, etkin olması beklentimizdir. Çözüm bizim için acildir.”
Hoca’nın, “Garantörlerden bir tanesi ekonomik sorunlarla uğraşırken, diğer bir tanesi de bizimle uğraşıyor” demesi toplantıda gülüşmelere yol açtı.
Hoca sözlerini şöyle sürdürdü: “Türkiye Cenevre antlaşmalarına rağmen ada’ya nüfus taşımaya devam ediyor. Bizse nüfusumuzu bilmiyoruz ama yönümüzü bulmak için bazı istatistiki bilgiler sunabiliriz. KTÖS olarak okullarda yaptıgımız araştırmalarda okullardaki Kıbrıslı Türk öğrencilerin orani sadece %34 ‘tur.” Bu aslında herşeyi özetliyordu ve Ada bir asimilasyon politikası ile karşı karşıyaydı. Duff söylenenleri büyük bir dikkatle dinleyip bizzat notlar aldı.
Okul yerine sürekli cami yapılırken, kamusal alanlar AKP’li Yeşil sermayeye peşkeş çekiliyor…
Hoca, taşınan nüfusun getirdiği hendikapları sıralamaya devam etti:
1-Ucuz işçilik,
2-Kayıt dışı ekonomi,
3-Sendikasızlaştırma,
4-Kriminal olaylarda artış.
“Hapisanede bulunan 426 kişiden sadece 26’sı Kıbrıslı Türk bize sadece nüfus pompalamıyorlar ayni zamanda suçları da ihraç ediyorlar. Vergiyi biz ödüyoruz ama hastanelerden faydalanamıyoruz. Başbakanımıza nüfusla ilgili soru sorulduğunda kalabalık olduğumuzu söylüyor ama rakam veremiyor. Biz nüfus sayımı talep ediyoruz. Bu ülkede 400.000 kayıtlı araç, 450.000 cep telofonu, her gün için de 810.000 ekmek üretilir. Seçimlerimiz yasal çerçevede yapılmıyor. AKP hükümeti okul yerine sürekli cami yapıp şimdilerde ise imam hatip liselerini ve ilahiyat fakültelerini buraya taşımak istiyor. Ülkede 162 okul varken, 187 cami olması ve buna her gün yenilerinin eklenmesi bunun bir özel Politika olduğunu gösteriyor.”
Yaşananlar, ikinci dünya savaşında Fransa’daki Vichy hükümetini hiç aratmıyor.
“Rejimle ciddi sorunlar yaşıyoruz, TC Yardım Heyeti herşeye karışırken Sivil İşler Dairesi de istediği yere anıt ve Cami yaptırmakla meşgul. Her Bakanın TC’li danışmanı varken, Kıbrıslı Türkler lehine bir şey yapmaları mümkün görünmüyor. Ülkedeki askerin % 95’i Türkiye kökenli olurken, Polis’te ise %75’i oluşturuyor. Buradakı durum maalesef ikinci dünya savaşında Fransa’daki Vichy hükümetini hiç aratmıyor. Son dönemlerde ise kamusal alanlar AKP’li yeşil sermayeye peşkes çekilirken ülkede ne tam rekabet, ne anti Tekel, ne de anti Damping yasası var.
Daha kötüsü TC’de Kumarhaneler ve Gece Kulüpleri kapatılırken tümünü buraya taşıdılar. Bununla birlikte kadın ticareti de geldi, kara para da geldi”.
Sorunları çözememenin çok pahalı bir maliyeti olacak!
Bu sözler üzerine dikkatle dinleyen Duff aynen şu ifadeyi kullandı: “Yani sizi Türkiye’ye benzettiler”. Hoca da çok net konuştu; “Hayır, daha da kötüsü onun çöplüğü konumuna düştük!”
Andrew Duff bu ziyaretten duyduğu memnuniyeti dile getirirken Temmuzda Başbakan Erdoğan’ın adayı ziyarete geleceğini, belki bir işaret verebilecegini, üye olacak ülkenin öncelikle Kıbrıs konusunu çözmesi gerektiğini ifade etti. Duff “Bunu yapacaksa şimdi yapacak, uluslararası toplumun daha fazla tahammülü kalmadı” deyip, sorunları çözmemenin çok pahalı bir maliyeti olacağına da özel olarak vurgu yaptı ve Türkiye’nin eskiden güçlü olmadığını ama konjoktürün değişmesi ile birlikte bölgede belli bir güce ulaştığını söyledi. Duff, en azından iyi ya da kötü bir şeyler yapma noktasında olduğunun altını çizdi. Duff “Brüksel’de AB yolundaki çabaları önem kazandı ve Erdoğan dış baskılara maruz kalacağını çok iyi biliyor. Adaya geldiğinde bir karşılık vermesini bekliyoruz. Maraş’la ilgili bir açılım ticarette de olumlu etkiler yapacaktır. Bunun karşılığında da Hristofyas Türkiye’nin üyelik konusundaki itirazlarını geri çekecektir. Bu da herkesin önünü açacaktır. Mevcut durum, genişleme sürecinin Türkiye için durması demektir” dedi.
“ Bizi de Çağırın! ”
Duff’ın son sözleri çarpıcı olmaktan öte idi, sözleri ile herkesi adeta tahrik etti: “Meydanlara daha çok kalabalık taşıyın, daha kalabalık mitingler yapın. Ne kadar çözüm istediğinizi bize gösterin. Sokakların gücü hissedilmeli ve halkın iki toplumlu bir çözüm istediği görülmelidir. Biz şahsen bunu görmek istiyoruz. Maalesef liderler şu aşamada çözümün gereklerini yerine getirmiyorlar. Hatta ve hatta bu düzenleyceğiniz mitinglere, gösterilere bizi de çağırın ki katılıp katkı koyabilelim”. İşte Andrew Duff’in söylediği en çarpıcı, tahrik edici sihirli cümle burada idi: Bizi de Çağırın!
Sanırım bundan daha net ifade kullanılamazdı. Adamlar kararlı, ya Biz???
“Ama bizim de sözcümüz değil”
KTÖES Başkanı Tahir Gökçebel: “Kıbrıslı Türkler tarihin en ağır asimilasyon politikası altında kaldı. AB bize çare-çözüm üretmeli. Çözümsüzlük bizi her gün daha da eritiyor. Çözüm için TC’nin iradesine kalmışsak ki görüntü odur, burada sahipsiz bir halk olduğumuz ortaya çıkar. Biz kimiz? AB Projeler gerçekleştirmeli ki, sivil toplum örgütleri olarak biz de bunlarda doğrudan yer alalım. Türkiye üzerinden görüşmelere son verilmelidir”.
Bu sözler üzerine Andrew Duff “Tabii ki buna sıcak bakarız, sizleri dinlemek isteriz. Brüksel’e geldiğinizde lütfen bizimle muhakkak irtibata geçiniz”.
Tutuklandığına da atıfta bulunan Gökçebel kendisini tutuklama emrini veren Erdal Emanet’in de Türkiye’nin tasarrufunda bulunan bir militer olduğuna dikkat çekerek, “Ben bir AB vatandaşıyım ama beni AB’nin direkt duyacağı bir kanalım yok’ bu konuda Barosso’ya da bir mektup yazacağım” diye sitemde bulundu.
Tartışma böyle sürüp giderken Andrew Duff burada yaşananların benzerlerinin TC’de de yaşandığına vurgu yaparak, yeni dönemde daha sivil bir anayasa yapılmasını umduklarını, Türkiye’nin buraya empoze etmeye çalıştığı Paketi de mercek altına aldıklarına değinip, Ankara’nın UBP’den memnun olmadığı izlemini edindiğini de söyledi. Talat döneminde daha yakın ilişkiler kurduklarını da söyleyen Duff, Talat’a daha yakın durduklarına da gizlemeyip, onu ne AKP’nin neAnkara’nın, sözcüsü olarak görmediklerini söyleyince, Platforumun tepkisi de anında geldi: “Ama bizim de sözcümüz değil”…