Afrika Gazetesi’ne silahla saldırıldı. Yapılan saldırı ne ilk ve de son olacak. Eminim ki bir çok örgüt ve şahıs bu saldırıyı kınayacak. Zaten polis saldıranı da yakaladı, yüksek ihtimal saldıranın azmettiricisine ulaşılamayacak. Yakalanan saldırgan bir kaç yıl Lefkoşa Merkezi Cezaevinde misafir edilecek, adalet yerini bulmuş olacak ve biz Barış şarkıları söyleyip vatanseverlik konusunda mangalda kül bırakmayacağız.
Bu kadar vurdumduymaz olamayız diye düşünen varsa, bir daha düşünsün. Haşmet Gürkan, Ahmet Yahya, Fazıl Önder, yakın dönemde ise Kutlu Adalı öldürülmedi mi? Benzer biçimde Işık kitapevi yakıldıktan sonra ne oldu? Bu gibi olaylar faili meçhul cinayet/saldırı olarak tarihe geçti ve artık ‘münferit’ olarak görülmeye, yani normelleşmeye çoktan başladı. Yani daha önce defalarca olan olaylara bir tanesi daha eklendiğinde toplum bir anda o karanlık mağaradan aydınlığa ulaşır mı?
Afrika Gazetesi, kendine özgü bir söylem ve anlayışla hareket eden bir gazetedir. Gazeteye karşı kafamda çeşitli ön yargılar olduğu gerçeğini saklayacak değilim. Aynı şekilde bir çok siyasi parti, birlik ve kişinin de benzeri biçimde hissettiğini de az çok biliyorum. Öyle ki, eminim birileri Afrika’nın saldırıyı kendi kendine düzenlediği yorumunu yapmıştır. Ya da bu olayı düşünce özgürlüğüne yapılmış bir saldırı olarak genelleştirmiş bir kalıba sokanlar da olacaktır. Bir diğer grup ise ‘Afrika olsun Volkan olsun bu tip saldırılara karşıyım’ tarzında popülist söylemleri diline dolayacak bu yılın barış ve dostluk ödülüne aday olacaktır.
Bilgelik taslayacak değilim fakat mevcut durumu çokça bilinen inekler ve aslanların hikayesine benzetmek son derece yerinde olacaktır. Özetle hikaye aynı ormanda yaşayan aslan ve inek sürüsü konu alıyor. Aslan sürüsünün gözü inek sürüsünde ama inek sürüsü kendini savunacak kadar kalabalık ve güçlü. Aslanlar üstesünden gelmek için aralarından bir elçi gönderiyor. Elçi diyor ki;- size saldırırsak ne olacağını biliyorsunuz. mutlaka aranızdan birini alıp yiyeceğiz, buna engel olamazsınız. gelin, ne kendinizi ne bizi uğraştırmayın, aranızdan birinin rengi çok sarı, sizden de farklı, bizim de gözlerimizi alıyor. onu bize verirseniz size saldırmadan onu alıp gideriz ve bir daha gelmeyiz. bundan sonra da güzel güzel geçiniriz. Çeşitli tartışmalardan sonra inekler razı olmuş, ‘biz büyük bir sürüyüz, bir eksik bir fazla, bize bir şey olmaz’ demişler… Bir kaç gün sonra aslanlar gene acıkmış, elçi ineklerin yanına gitmiş; boynuzu kırık ineği istemiş, ardından benekli inek, kuyruğu kısa inek, şöyle inek, böyle inek deyip inekleri bir bir almışlar sürüden. Ne zamanki inek sürüsü sayıca azalmış, panik içinde tekrar bilge ineğe koşmuşlar. “biz nerede hata yapıyoruz” demişler. Bilge inek cevabı vermiş, “siz hatayı sarı ineği verirken yaptınız…”
İşte Kıbrıs’ın hikayesi de böyle, adadaki sol unsurlar diğer sol/sağ unsurlar tarafından marjinalleştirildi ve bunun önüne geçemedik. Yalnızlaşarak, kendini savunmakta güçlük çeker hale gelen sol, şimdi ne yapmalı? sorusunun cevabını ararken zemin kaymasının ötesine geçmek önlenemez bir hale geldi. Zemin kayması, yenilenme diye sunula dursun askeri ve politik işgalin ardından ekonomik entegrasyon çabaları artık son kerteye ulaşmış olması açık bir gerçek. Peki şiddete, baskıya ve sömürüye karşı olan sol hala daha var olan duruma karşı uzlaşarak, işbirliğiyle çözüm aramaya devam mı edecek?
Başka bir değişle: Polis şiddeti olduğunda ‘Polistir iki cop vurur ama kötü niyeti yoktur, zaten emir kuludur’, paramiliter güçlerin şiddetine karşı ‘onlar da çok ileriye gitti, zaten yanlıs yoldaydılar diyorsanız’, sermayenin şiddetine karşı ‘kriz var, ne çıkar üç beş kuruş da çalışandan gitse, hem zaten bu memlekette kaç tane iş adamımız var’ cümlesi size aitse, elçiliğin şiddetine karşı ‘gerçekçi olarak düşündüğünde parayı onlar verir düdüğü da onlar çalacak yapacak bir şey yok’ zırvalarını tekrarladıysanız ve her itişme kakışmada ‘Şiddete gerek yok, konuşup anlaşabilirlerdi’ diyenlerdenseniz halkın yumruğunu sallamasının önüne geçen ‘işbirlikçi’ sizsiniz. Kafanızdaki işbirliği, uzlaşma gibi idealleri silah size doğrultuğunda, cop kafanıza geldiğinde, işsiz kaldığınızda ve geleceğinizi tayin edemediğinizde nasıl yapılır ki? Ya silahı elinden alır yanınızdaki arkadaşınıza sıkarsınız böylelikle kendini kurtarırsınız ya da baskının şiddetine karşı, özgürlüğü talep ettiğiniz şiddetiniz kullanırsınız.
Sonuç olarak, dün Afrika Gazetesinde silah sıkıldı. O kurşun bir dahaki sefere ıska geçer mi bilemeyiz ama bir sonraki mesajı beklemek yerine bir araya gelmek, marjinalleşen saldırıların sebebi ‘marjinalleştirilen solun değil’, her zaman var olan korku ve baskıcı grupların ürünü olduğunu tekrarlamamız gerek. Aristokrat uzlaşma ayaklarından öteye geçerek, geçmişteki devrimci güzellemelerin gölgesinden sıyrılmalı, kendi ayaklarımızın üstünde durduğumuz, var olan şartlara uygun, kapsamlı ve geniş bir mücadele için kolları sıvamalıyız.