Toplumsal olayların tansiyonu yükseldikçe olayları kontrol etmekte zorlanan Polis de giderek sertleşmekte, yeni stratejiler ortaya koymakta, tutumuyla herkesi yakalayıp tutuklayabileceğini göstermeye çalışmaktadır. Polisin bu kadar sertleşmesi ayni zamanda rejimin korkularının da bir göstergesi sayılmakta, rejim olayları kontrol etmek, isyan havasını bastırmak için Polis, Yargı ve Yürütme üçgenini devreye sokmaktadır. “Elm Sokağında Kabus” filminin kahramanı Freddy’i aratmayacak düzeyde kamuoyunda terör estirilmekte, yapılan uygulamalar ve kullanılan metotlarla dikta rejimlerini aratmamakta, hak arama mücadelesi veren vatandaşları meydan dayağından geçirmektedir. Son olarak DAÜ Rektörlüğü önünde gerçekleşen eylemde, 17 yaşındaki bir kızı kolaylıkla durdurabilecekken kafasına cop’u ölümüne vurmuş, bu da amacın olayları önlemek değil, insanlarımızı tahrik etmek ve yüreklere korku salmak olduğunu göstererek, “Elm Sokağında Kabus” senaryosunu bir kez daha canlandırmıştır! Burada dikkat edilmesi gereken bir başka önemli husus da, Polisin her zaman olduğu gibi yaka numaralarını ve isimlerini sökmesidir. Hangi polisin kime vurduğu bilinmeyeceği için pataklananlar tabiri caizse kim vurduya kurban gidecek ve hukuk boşluğundan faydalanılarak suçlular beraat ettirilecektir!
“Vur ve Dağıt”!
Kendi diplomatlarının yoklanması esasında bize Cenevre anlaşmalarını hatırlatan TC Elçiliği, her nedense kendi otoritesine bağlı Polis teşkilatının hukuk kuralları dışında davranmasına göz yummakta, TC’de bile Polisin kasklarına numara uygulama zorunluluğu varken, burada bu uygulamanın es geçilmesi niyetlerini de açıkça ortaya koymaktadır: “Vur ve Dağıt”!
Cuma günü Polis KTOEÖS’ün kapısını çalıp, DAÜ’deki olaylar neticesinde Tahir Gökçebel için bir mahkeme kararı olduğunu, ifade vermesi için onu Mağusa Polis Karakoluna davet ettiğini bildirdi ve bunun sadece bir ifade verme olacağı güvencesini verdi. Sendikal Platformun da bir üyesi olan Gökçebel, arkadaşları ile birlikte Mağusa Karakolu’na geldiğinde kendisine tutuklanacağı tebligatı yapıldı. Kısaca, Polis eskimiş bayatlamış bir numaraya başvurup, yalan söylemiş ve güvenilmez olduğunu açıkça göstermiştir. Bu karara vatandaşlar ciddi tepki göstermiş ve Karakolu adeta abluka altına alarak protesto etmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken ikinci bir husus da, İnterpol tarafından sorgulanmak için hakkında arama emri bulunduğu iddia edilen Mağusa Emniyet Genel Müdürü Erdal Emanet’in kendisi bu sorgulamadan kaçarken, çalışanların haklarını savunmaya çalışan bir Sendika Başkanı’nı ısrarla tutuklamak istemesidir. Bu da Emanet’in kimlere emir subaylığı yaptığını çok açık göstermektedir. Tabii ki Freddy full time devrededir!
“Dışarısı ile içerisi arasında fark kalmadı”
KTÖES Başkanı Tahir Gökçebel, avukatı Barış Mamalı ile kitleye yaptığı konuşmada Polisin kendilerini aldatarak buraya getirmesini kınadıktan sonra, buna rağmen kaçmayacağını çünkü “dışarısı ile içerisi arasında fark kalmadığını, mücadelenin bu fark giderilinceye kadar devam edeceğini” ifade etmistir.
Demokrasi tatilden hiç dönmeyecekmiş gibi bir durum var zaten. Ayşe tatilden döndü mü ki Demokrasi de dönsün? Ama bugüne kadar Rejimin koruyucusu olan Polis’le toplum arasında çatışma olmamışsa, bu Rauf Raif Denktaş sayesinde olmuştur. Karizmasıyla Kıbrıslı Türkleri nasıl yöneteceğini iyi bilen Baba Denktaş, Rejime örtü olmuş ve bir çok gerçeğin saklanıp örtülmesinde başrol oynamıştır. Örneğin 12 Eylül 1980’de Evren Cuntası, Kıbrıs’ın kuzeyinde de sıkıyönetim uygulamak istediğinde Baba Denktaş: “Bu, uyuyan insanları uyandırmak olur” deyip uygulamaya itiraz etmiş, bunda da başarılı olmuştur. Sonradan onun makamına oturanlar ise o karizmaya sahip olmadığından Polisle Toplumun çatışması kaçınılmaz olmuştur. Burada dikkat edilmesi gereken üçüncü şey ise Meclisteki Muhalefetin tutumudur.
Şöyle ki; her eylemde Polisin orantısız güç kullandığından şikayetçi olup, ama konuyu geçiştirip bir perdeleme de onlar yapmaktadır. Nedense Polisin sivil otoriteye bağlanmasını hep es geçiyorlar ve adeta bir yerlere göz kırpıyorlardı. Manifestolarına Polisin sivil otoriteye bağlanacağını yazmalarına rağmen oralara geldiklerinde bir şey de yapmıyorlardı. CTP-BG bu konuda en somut örnektir. Keza, UBP’de öyle! Bu davranış biçimleri kendilerini ele vermekte, hepsi de ayni deliğe işeyerek rejimle işbirliği yapmaktadır. O akşam, Polis Karakolu önünde yapılan tartışmalardan TDP Başkanı da etkilenmiş olacak ki, bu eleştiriden kurtulmak için Meclise Polisin sivil otoriteye bağlanması için önerge vereceğini söylemiş ve sözünde de durmuştur. E hele şükür yani! Çünkü Rejimin; Polis, Yargı ve Yürütme üçgenindeki şiddeti ancak böyle kırılabilir. Tabii, iş bununla bitmez. Başaramazsanız Meclis’i de terk etmeniz gerekir. Aksi halde Mecliste kaldığınız sürece, kimse de size inanmayacaktır; benden uyarması!
Sevsinler seni, sevsinler ve zeytin yağlı sabunla zemzem suyunda da yıkasınlar.
Polis yaptığı davranışla “Herkesi tutuklayabilirim” mesajı vermesine rağmen, vatandaşların tutuklamaya çok yoğun bir tepki göstermesi meyvesini vermiş ve ertesi gün AFRİKA gazetesi muhabiri için çıkan bir başka tutuklama emri ise yerine getirilemeyerek Polis sadece dava okuyabilmiştir. İşte örgütlü mücadele farkı budur. Fakat siyasi partiler nedense bundan hep kaçınmıştır. Sendikal Platforma destek verdiklerini söylemelerine rağmen Platformun Meclis önünde son yaptığı mitinge ise, destek vermeyişleri kimsenin gözünden kaçmamıştır. Söyledikleri ile yaptıkları maalesef ayni değildir ve bu da göstermektedir ki ya rejimin ya da korkularının esiri olmuşlardır! Nitekim, Meclis önündeki eylemde de bu davranışlarından dolayı halk tarafından linç edilmekten Polis sayesinde kurtulabilmişlerdir,
Burada dikkat edilmesi gereken 4’ncü unsur ise, kendini Partiler üstü ilan eden 2’nci Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’tır. Ben % 43’ü temsil ediyorum demesine rağmen, düzenlenen mitinglerin hiçbirisine katılmamış, rejime gösterilen tepkilere ise “Marjinal” yakıştırması yaparak toplumunu yalnız bırakmıştır. Destek olacağına yaptığı her açıklama ile AKP’ye göz kırparak halkına da köstek olmuştur. Son marifeti ise şudur: “Seçme hakkım olsa AKP’ye oyumu atardım”. Sevsinler seni canım, sevsinler ve zeytin yağlı sabunla zemzem suyunda da yıkasınlar. Belki günahlarından biraz arınırsın!
AKP’nin verdiği talimatlarla Polisi toplumun üstüne salması, net bir şekilde ortada olmasına rağmen, Talat’ın toplumunun yanında değil de AKP’nin yanında olmayı tercih etmesi, taşıma oylarla yeniden o makama dönme hayali ile yanıp tutuşmasının da bir işaretidir.
GÖZDEN KAÇMAYANLAR!
Belediyelerden sonra, itirazlara rağmen Ortaokul ve Liselerin de elektriği kesilmeye başlandı. Peki yaa Oteller? Sıra onlara gelince yaygarayı koparıyorlar! Yaz mevsiminde kesseler, besleme Medya hemen devreye girip onlar adına “Turizm mevsiminde skandal” diye manşetler atıyorlar. Kış mevsiminde kesseler, “Oteller kış aylarında daha zor koşullarda ve düşük performansla çalışıyor, ödeyemeyiz” şikayetleri yükseliyor. Üstelik hatırlatmak durumundayım, aldıkları onca teşvik primleri yetmezmiş gibi en ucuz elektriği yine oteller kullanıyor, taksitlendirmesi de cabası! Esnafa ise en pahalı tarifeden bindirdiklerini söylememe gerek yok sanırım. Bu durumda çoğu TC’li olan turizm sermayesinin finansmanını da esnaf kardeşlerim ve halk ödüyor. Gazanız mübarek olsun kardeşlerim…