“Temmuz sıcaklarında ‘misafir’ memnun etmek kolay değil, ama bu ‘varta’yı da madem ki atlattık, ‘koltuklar’ artık garanti” mi diyor acaba bizim efendiler… bilemiyoruz ancak ‘anavatanda’ “açım iş istiyorum” diyen kendi vatandaşına eğer “ananı da al git” fırça çekiliyorsa, yarın sana “yaşam biçimi kendi kültürüne, kimliğine, öz varlıklarına sahip çıkmayana” kim bilir neler yapmaz? Eğer “yavru” büyümekte acizlik “kucakta” biberon / emzik durumu “kurtarılmışlık / özgürlük” masalı sürdürülürse toplumsal “felaket” kaçınılmaz.! Yüz yıllarca ada’da iç ve dış tehlikelere göğüs gererek gerçekleştirilen Toplumsal yaşam, her alanda (onlardan) kat kat üstün iken, bir bir elinden alınmasına onay verip (tembel, besleme, paragöz vb) hakaretlere boyun eğilirse, üstüne üstlük bir de “şükran” çekilmesi affedilecek gibi değil… 40 – 50 yıllık meselede yapılan hatalar bugünkü “zavallı” durumu yarattığı ve toplumu Toplumsal Varoluş Mücadelesine ittiği kabul edilmelidir.
Toplumsal Varoluş mitingleri ile arada yapılan protesto eylemlerinin “marjinal” grup eseri, tek yürek hikayeleri inanın ki ‘anavatanda’ “beslemelerin nankörlüğü” olarak görülmektedir. Ki, bu durum bizim efendileri hiç mi utandırmıyor? Ne demeli, gazino / kumarhane / karapara aklama sektörün kaçınılmaz hizmeti “mafya düzeni, uyuşturucu, fuhuş” ülkenin kalkınması olarak 74 milyona yutturuluyorsa tabii ki bizimkiler de “koltuk” belasına kafa sallayıp el pençe duracaktır. Hatta rahmetli Erbakan Hoca’nın zamanında Süleyman Demirel’in uluslararası bir toplantıda elini masaya vurduğu iddiasına karşılık “sen ancak onların huzurunda ‘takla’ atarsın” dediği gibi bizim effendiler de “gurdumbella” atmaz da ne yaparlar!
Kıbrıs’ta kendi ülkelerinde barışcıl çözüm bekleyen toplumların yok farzedilip dünya kamu oyu önünde “tehditler” savrulması ise başka bir uluslararası / diplomatik ayıp! Hele AB dönem başkanlığı Rumlara geçtiğinde bizimle üyelik teması yapılmasını beklemesin demesi de keza öyle. Başbakan Erdoğan belli ki devletin – kendinden önceki – dış siyaseti hakkında bilgilendirilmemiş. İlgili dosyalar arşive henüz kaldırılmamış olmalı, hala yeni çünkü; Rum dediği Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB üyeliği aşamasında kendi (TC) devleti hükümetinin “Gümrük Birliği” belasına onay verdiğini nasıl bilecek? Bilmeyince de tabiatıyla “rest” de çeker, stratejik çıkarlardan da bahseder! Ortada Uluslararası hukuk ve anlaşmalar dururken, buna rağmen böylesi “Çengelköy havası” açıklamaların gerisindeki gücü tahmin etmek zor değil; Burası bir AB toprağı ve toplumların AB kimliğine sahip vatandaşları olduğu da kendisine anlatılmamış… Coğrafyadaki Anglo-amerikan gücünü kimse inkar edemez ancak bunu sağlarken menfaat çatışmalarında Türkiye’nin bir ön “karakol” görevi üstlenmesi, ona haddinden daha çok “yüz” verilmesine yol açtığı bilinmeli! Ülkesi, malum gücün arka bahçesi iken bizim ülkemizi de kendi bahçesine döniştürme anlayışında bir gariplik olamaz. Esas mesele AB’nin toprağına ve vatandaşlarına ne denli sahip çıkma yetki ve sorumluluğunda olduğudur. Olsaymış onlar da ona kendi ifadesiyle “sen de kim oluyorsun be adam” demez miydi? Tartışılması ve sorgulanması gereken olay budur!
TOPLUMDA ONLAR DA OLMASA!
Bazı cesur Toplumsal Platform üyesi örgüt temsilcilerinin Brüksel ziyareti doğru adres kabul edilmelidir. Ancak bundan henüz gözle görülecek, elle tutulacak bir adım atılmadığı da ortadadır. Onlar ve bizim “marjinal” örgütler de olmasa burada neler yaşanmazdı? Düşünmek bile istemiyorum. BM ise “müzakere müzakere” diye diye 50 yılı yutan taraf olması ayrı bir garabet tabiatıyla! BM Güvenlik Konseyi kararları ne işe yarar, hiç bir yaptırım gücü olmadıktan sonra! Cenvre’deki son üçlü toplantıdan elde edilen ne diye baktığınızda söyler misiniz ne? Yoğunlaştırılmış müzakere süreci ve uluslararası örgütlerin katkısı falan deniyor ki “değişiklik” neresinde? Bugüne kadar yapılanlar neydi allahaşkına, “uzayıp giden tren yolları” hiç olmazsa Kıbrıslı toplumlarla dalga geçilmesin!
Doğru bir saptama… İsmet İnönü’ye atfederler “sizi kurtarıcıdan kim kurtaracak?” İşte bugün yaşanmakta olan durum! Rum tarafı mı, bu ara birbirlerini yemekle meşguller. Deniz üssünde meydana gelen kaza / patlama sonrası hesap soranlar ile zor duruma düşen (başta tabii ki yoldaş) Hristoftyas ve yöneticiler… onlarda hiç olmazsa başlatılan soruşturmaların selameti “istifa” mekanizması çalıştırılıyor. Savunma bakanı ile Muhafız Ordusu Komutanı hemen istifa etti. İçişleri bakanının da istifası yolda… Ama şikayetler bitmedi, özellikle ırkçı faşist gruplar Cumhurbaşkanı’nın kellesini istemekte! Elektrik santralının zarar görmesi onları zor durumda bırakması üzerine bizimkilerden elektrik satın alması bizimkilerde “gurur” onlarda “utanca” yol açması, insani bir olayın siyasi iştismarını gündeme taşımıştır. Bir zaman yıllarca bedavadan elektrik aldığımız unutuluyor, bari konuşmayın? Aslında en çok vatan, millet, bayrak diye konuşanların mutlaka bir çıkarı, bundan beslendiği doğrulanmıştır. Ganimet mallar onlarda, zor günlerde savaş alanından kaçanların sonrasında “kahraman” madalyasıyla taltif edilenler ve hazineden bolca maaş çekmesi sizce de garip değil mi?
KEŞKE HİÇ YAŞANMASAYDI
TC başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ı Ercan hava alanında karşılayan protokolün çokluğu dikkat çekti, neredeyse el etek öpmek için yarış tuttular. Ancak en ilginci galiba karşılayanların büyük çoğunluğunun Türkiye’lilerden ve her birinin elinde birden çok bayrak bulunmasıydı. Bu da bir yerde bayrakların daha çok sayıda gelecekler için hesaplandığını gösteriyor… hem TC ve hem de KKTC bayrakları tutuşturulan insan kalabalığı sanki kışlada askeri talimgahtaki gibi bir ağızdan tempo tutarak “bedel” öde(til)miştir. Bunlara güvenlik güçlerinin tutumu tıpkı bir batılı uygar ülkesinde yardımcı olurken, ülkelerini karartanların başbakanı gelişi protesto etmek isteyen Kıbrıslı örgüt temsilcilerine tam tersi “faşizan” saldırıda bulunulmuştur. Bu güçler “anavatan” güçlerini iyi örnek almışlar, onlardan belli ki “kurs” görmüş, takdirname almışlardır. Başka türlüsü olamazdı, kendi toplumu insanına bu kadar acımasız davranılamaz. Kimiler bunların “Türkiyeli polis” olduğunu söylemekte ki başka sorunları gündeme taşımyacak gibi gözükmektedir! Bu eylemlerde “mangalda kül bırakmayan” kimi siyasi parti ve onlara sadakatli sendikaların temsilcileri bulunmayışı toplumsal varoluş edebiyatındaki gerçek duruşlarını sergilemiştir.
KTAMS binasına asılan “1 veriyor 5 alıyorsun, utanmadan besleme diyorsun” bez afiş zorla indirilmiştir. Bunda suç ne arar, adamın kendisi top yekün bir toplumu hedef alan hakareti olmuyor da ona yanıt mı gocunduruyor. Halbuki “sivilleşme, demokratikleşme” söylemiyle iktidara gelirken Türk halkı gibi bizler de “umut” bağlamıştık. Hamitköy Çemberi ve Hava Sen çadırındaki protesto eyleminin “nazileri aratmayan” metodlarla basılması çağdaş alemde asla kabul göremeyecek diğer hadiselerdendi. AB, BM vd. örgütler mi, zaten hep uyudukları için onlar sayesinde bu senaryolar burada uygulanmaktadır. Sözde Kıbrıslıtürklerin yönetici temsilcileri mi, keşke hiç yaşanmasaydı “figüran“ rolünü çok iyi yerine getirdiklerine tanık olduk. Türkiye medyası bilmem Lopez, Şakira’nın veya yerli malı artislerin çıkplak dedikodularını haber yaparken burada Kıbrıs’ta ceryan eden olayları her zamanki gibi görmezlikten gelmesi, bakışlarında bir değişiklik yaşanmadığının kanıtıdır. Tıpkı Anadolu’da akan kan ve anaların göz yaşlarını göremedikleri… Veya tek yanlı sadece bir tarafta ölenlerin “şehit” diğerlerinin “oh iyi ki geberdi” gözle bakış gibi! Aslında halkların suçunun olmadığı bir savaş yaşanıyor ve yabancı çıkarlara hizmeti bir güzel gizlenmektedir.
Recep Tayyip Erdoğan buradan AB ve tabii ki Kıbrıslıtürk toplumuna veriştirirken Tğrkiye’de sadece medya dalkavukluğu yaşanmadı. Kendini sol (sosyal demokrat) niteleyen ve yenilenen yönetimiyle değiştiğine kimileri inandırmayı başaran CHP’nin “Erdoğan bizim dediğimize nihayet geldi” açıklamasını yapması oldu. Anadolu’da kimlik mücadelesi veren milyonlarca Kürt, Alevi vd. halkları anlamayanlar bizi nereden anlayacak… Yerel demokratik özerkliği bile çok gören ırkçı devlet yapısının dünya ile bütünleşmesi mümkün olabilir mi?