Bilindik, ‘Şimdi sol ne yapmalı?’ sorusu coğrafyasına ve durumlarına göre en azından 20 yıldır soruluyordur. Özellikle Sovyetler Birliğinin yıkılmış olması, baskın bir sol bir alternatifin bir daha hiç oluşamayacağına, komünizmin bir ütopya olduğu cümlesiyle kendini sola yakın hisseden herkesin yüzüne acımasız bir biçimde vuruyor. Bugün, Sovyet deneyiminin bir çok boyutta başarısız olduğuna, sayısı son derece sınırlı olan bir kaç romantik dışında neredeyse herkes kabul ediyor. Son derece net bir şekilde Sovyet deneyimini başarısızlık ve hatta başarısızlığın ötesini timsal ettiğini kabul edenler bile, aynı zamanda Sovyetlerin yıkılmasını tarihi bir nokta olarak görmesi ise oldukça ilginç bir paradoks değil mi? Öyle ki Sovyet deneyimine rağmen çekiç ve orağa böylesine nostaljik ve derinden ilgi duymamız başka nasıl anlatılabilir?
Kapitalizmin, üstünden ‘medya’ denilen tanklarla hiç acımadan geçtiği ‘sol’, bugün nasıl kurtulur, deyip haddimi aşan genellemeler yapmamaya özen göstererek Kıbrıs’a ve Kıbrıs solunun geleceğine dair kendi düşüncelerimi özet bir biçimde geçmek için elimden geleni yapacağım. Bunu yaparken son dönemlerdeki Yunanistan, İspanya, Mısır deneyimlerinden neler anladığımı ve bunların ışığında Kıbrıs’ta neler öğrenebileceğimi(zi) anlatmaya çalışacağım.
‘Şimdi sol ne yapmalı?’ diye sormadan önce sanırım öncelikle cevaplanması gereken sorunun ‘Sol ne yapmalı?’ sorusunun cevabını kuantum fiziğinden bile daha karmaşık hale getiren nedir?’ sorusunun cevabını vermekte saklı olduğunu düşünüyorum. Sorunun bu denli karışık olmasının ötesine giderek verilecek cevabın daha ileriye giderek anlamlı açılımlar yapabileceğimize inanıyorum.
Bu soruyu cevaplayabilmek için Yunanistan, İspanya ve Mısır’daki son dönemdeki sol hareketleri değerlendireceğim. Belli boyutlarda farklılaşmalar olsa bile öncelikle kitlelerin siyasi partilerin ötesine geçtiğini görüyorum. Yani birinci tespit, Tahrir Meydanı, Sydagma Meydanı veya Puerto de Sol Meydanı: otonom, anarşist, sosyalist, özgürlükçü ya da adları ne olursa olsun farklı grupların bir arada olduğu buna ek olarak siyasi partilerin meydana hükmedemediği kitlelerden oluşmaktadır.
İkincisi, kitleler genellikle gençlerden oluşuyor ve aslında kitleler kendiliğinden politize olduğu için ortada herhangi bir uzlaşı yok. Farklı bir şekilde söylenecek olursa, kimse ne istediğini bilmiyor. Buna rağmen daha yüksek bir ortak çatıya sahipler. Kitlelerin talepleri tek kelime ile özetlenecek olursa ‘özgürlük’. Fakat bu özgürlük bildik Laissez Faire özgürlüğü değil, Avrupa Birliğinin havucu hiç değil. İstenilen özgürlük, kokuşmuş yapıdan kurtuluş için bir taleptir. Nerede olursa olsun esas olan talep: Siyasi kirlilikten, ekonomik çıkar ilişkilerinden, toplumsal baskıdan, her türlü şiddetten ve zulümden azad olmaktır.
Üçüncü ve son tespit ise işin ekonomik boyutudur. Detaylı istatistiksel bir araştırma yapmadan yazmak benim kabahatim olsa da, Yunanistan’da Aralık 2008 döneminde yaşanan olaylar sırasında bir süre orada bulunmamın verdiği deneyimden yola çıkacağım. O dönem ve sonrasında Yunanistan’da yaşananlar gelecek ve gençlik karşıt kavramlar haline nasıl dönüşecebileceğini görebileceğimiz eşsiz bir emsal olmuştur. Gençliğin daha iyi bir gelecek talebine karşıt, mevcut sistemle beslenen orta ve üst düzey sınıfların bu talebi sağlayamamanın çatışması, gençliğin geleceğini yaşadığı toplumsal yapı içerisinde hayal edememesi, Yunanistan’dan umutsuz bir kaçışın ya da radikal bir başkaldırının yapıtaşlarını oluşturuyordu. Sanırım gençliğin kendini yaşadığı toplumun içerisinde tahayyül edememiş olması, yeni bir uyanışı da yanında getiriyor. Klasik iktisat’ın özgürlüğünün getirdiği bireyci ve kendini düşünen insanın ardından, yeni gençlik ya da arkadan gelenlerin kendilerine hiçbirşey kalmadığını farkına varması, sistem içinde usulca yapılan eşitlik talebinin de görmezden gelinmesi, bugün son derece etkili bir hareket alanı yarattı. Üstelik ‘hayali cemaat’in kendisine umutsuzluktan başka hiçbirşey vermediğinin son derece farkında olan gençlik hareketi bugün ‘Ulus üstü bir bilinçle’ sınıfsal farkındalık içerisinde hareket edebiliyor.
Bu üç tespitin ardından Kıbrıs’ta (en azından Kıbrıs’ın kuzey tarafında) bir çok benzerlikler olduğu halde neden benzeri bir hareketlenmenin oluşmadığını soruyorsanız, önemli bir ‘ayrıntıyı’ gözden kaçırdığınızı söylemeliyim. Biz, ‘Sol ne yapmalı? sorusunu kuantum fiziğinden daha zor hale getiren sebepleri henüz sorgulamadık.’ Kıbrıs’ın kuzeyinde (ve de güneyinde) sol henüz kendi dilini oluşturamadı. Moskova merkezli soldan, Avrupa Birliği fonlarının desteklediği solculuğa geçiş sırasında sınıfı, hegemonyayı, ezileni, sömüreleni ve dışlananı unuttuk, ya da görmezden geldik. Oysa ki kimlik karmaşamız ile sınıfsal kaygılarımızın birbirine geçtiği solculuk oyunumuzda tavizi sadece ‘ötekini daha fazla ötekileştirmek’ için kullandık. Bu öteki, kimi zaman soldan çatlak bir ses, bazen yanında durmamız gereken bir işçi, bazen Kıbrıslırum, bazen kabul edilemeyecek bir politik tercih, kimi zaman ise ırkçılığa maruz kalan azınlığımız, göçmenimiz, temizlikçimiz, kadınımız, oldu. Oysa ki solu işlevsiz kılan kitleselleşmeyi iktidar dürtüsüyle birleştiren ve sol olup olmadığına bir türlü karar veremeyen gruplar değil midir? Yani aslında solu, kendi iç dönüşümlerine rağmen bir türlü sol ol(a)mayan grupların temsil ettiğine olan inanç var olduğu sürece ‘sol ne yapmalı?’ sorusu çözülememeye mahkumdur.
Mısır, Yunanistan veya İspanya’da yaşanan alternatif, bağımsız gençlik hareketleri benzer bir şekilde Kıbrıs’ta sol ne yapmalı sorusu için bir ipucu daha veriyor. Meydanlardaki halk başta tek kelimeyle özetlediğim ‘özgürlüğü’ birinin malı olarak görmüyor. Aynı şekilde özgürlük talebini de metalaştırmıyor. Kıbrıs’ta ise partiler veya örgütler düzeyinde olsun dar veya geniş kitleler tarafından kabul edilen tüm siyasi talepler grupların kendi ‘markasını’ oluşturuyor. Tıpkı Annan Planına evet kampanyasının günün sonunda CTP-BG’nin, Vicdan-i Red talebinin YKP’nin, Beleşe denize girmenin Baraka’nın, Burs talebinin KGP’nin olması gibi… Sanırım iktidara karşı verilen farklı taleplerin tümünün toplumsallaşmasından çok markalaşmasını sağlayarak kitleseleşme denemeleri yine solu Kıbrıs’ın kuzeyindeki solu anlamsız bir rekabetin içine sokuyor.
Son olarak, adanın kuzeyinde son dönemde yapılan ekonomik tedbirler ardından, gençliğin aslında geleceklerinin en büyük tehdidinin kendi anaları ve babalarının olduğunun farkına varmalarına sebep olacaktır. Bugün Kıbrıs’ta yaşayan gençliğin aileleri büyük oranda mevcut yapı sayesinde orta ve üst sınıfları oluşturmakta, ya da kendilerini bu sınıflara ait olduklarını göstermek için mücadele etmektedirler. Halbuki bugün dünyanın çeşitli yerlerinde veya Kıbrıs’ta eğitim alan, çalışan, belli bir deneyime sahip olan gençlik ileride çerez parasına çalışarak hiçbir güvenliği olmayan bir sistemde var olmaya çalışacaklardır. Bunun ötesinde kendinden önceki kuşak çok azını yaparak yatlar ve katlara sahipken kendilerine koca bir ‘hiç’ kaldığını görmeleri çok uzun sürmeyecektir. İşte bu bariz bir şekilde önümüzde dururken bunun ötesini planlayabileceğimiz, hedefin gerçek anlamda adalet ve özgürlük mücadelesi olacağı kendi çözümlerimizi ciddi bir şekilde oluşturmamız gerekmektedir. Kabaca bu çözüme erişebilmek için Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum toplumuna, adanın kuzeyinde ve güneyinde geldiği yer, dili ve dini ne olursa olsun göçmenlere, mültecilere, ezilenlere, üst sınıflara, ezenlere, sömürgeciye, patrona, kadına, toplumdaki görünmeyenlere ve gözden çıkarılanlarla, yani başka bir deyişle toplumun tüm katmanlarına olan yaklaşımların değişmesi ve yeniden kurgulanması gerektirecektir. Özel sektörde geleceğini bilmeden güvensiz bir biçimde çalışan yeni işçi sınıfı ile bunun dışındaki dağınık öğrenci örgütleri, gençlik örgütleri ve zümresel çıkarlarının ötesini düşünebilecek olan sendikalar (eğer varsa) arasında geleneksel deneyimlerin ötesinde ortak hedefler doğrultusunda güclü bir bağ kurmak sol için gerçekleştirilmesi elzem bir hedef olmalıdır. İktidar, dağınık hareketi birbirine düşürerek zafer kazanmayı başarı saydığını varsaydığımızda, solun buna karşı alternatif duruşunu ve kendi dilini oluşturmasıyla değişimin mümkün olacağı ortadadır.