Erdoğan geldi gitti…
Bu süreçte çok şey yaşandı ve bir kez daha gördük ki birçok örgütle çok ciddi yaklaşım farklılıklarımız var… Bu hali ile ortak hareket kurulabilir mi? Süreç bizi zorladığı zaman bazı kesimlerle çeşitli başlıklarda kurduk, kurmaya devam edeceğiz… Ancak bu yaklaşım farklılıklarına sistemli bir çözüm getiremediğimiz için de çok uzun süreli birliktelikleri başarmak mümkün olmuyor. Bu nedenle böylesi ciddi yaklaşım farklılıklarının olduğu koşullarda ortak iş üretme üzerine birliktelikler yaratmak ve bunları canlı tutmak en akla yakınıdır…
Sistem için sol ile olan ciddi ve kapanması çok güç yaklaşım farkını son 10 gün içinde çok net gördük…
Son süreçte, TDP ve CTP liderliği ağızlarına misafir sözcüğünü sakız edip, Erdoğan’ın geliş gidişini bunun üzerinden meşrulaştırmaya çalıştılar…
Erdoğan yabancı bir misafir mi? Net olarak söylenmelidir ki, hayır! Ev dediğimiz yer Kıbrıs ise, bu evin yüzde 35’ini girip işgal eden ve 74’ten beri buradan çıkmayı reddeden kişiye yabancı konuk demek ne kadar doğrudur? AİHM’in kullandığı haliyle söylemek gerekirse “Kıbrıs’ın kuzeyi Türkiye’nin yerel bir alt idaresi” olduğuna göre, bu yerel alt idareye yapılan ziyareti yabancı konuk statüsünde algılatmaya çalışmanın tek bir anlamı olabilir: “KKTC” denen yasadışı yapının meşrulaştırılması. Veya bir başka deyişle bu söylemler; işgal düzene uydurulan bir kılıftır.
Ziyaret sırasında onu karşılamaya gidenlerin ezici çoğunluğunun kimliği, Mağusa’daki konuşmasında sık sık atılan ‘Türkiye seninle gurur duyuyor’ sloganları; benzer sloganların pankartlarda olması; törenler sırasında taşınan “her şey Türkiye için” pankartları ve dövizleri bunun yabancı konuk ziyareti olmadığını net olarak ortaya koymaktadır…
Velev ki yabancı konuktur, CTP’lilerin ve onun çevresindekilerin uzun bir süredir kullandığı Türkiye’nin bizim IMF’miz olması şekli ile gelen “bizim IMF”nin başıdır. Dünyadaki IMF ve Dünya Bankası toplantılarına, G8 buluşmalarına bakın ve yapılan protestoları inceleyin! Hade biraz daha yakına gelelim: İstanbul’daki NATO toplantısına dünyanın çeşitli ülke lideri katılmıştı. Bu “yabancı konuklar” nasıl karşılanmıştı? Yüzlerce eylem ve miting yapılmış; zirve öncesinde ve sonrasında protestocular her gün sokaklarda polisle çatışmıştı. Bu durumda İstanbullular hiç mi misafirperver değil?
Dünyada işgalciler, neo-liberal politika uygulatıcıları her nasıl karşılanırsa burada da o düşüncelerle ve o çerçevede eylemler organize edildi.
Bunun yanında son dönemde Erdoğan Türkiye’nin her neresine giderse gitsin birçok protesto gösterisi ile karşılanmaktadır. Hopa zaten hâlihazırda Türkiye’nin gündemine oturmuştur. Kürdistan’da yaşananlar da biliniyor… Ama Türkiye’nin dayattığı neo liberal düzenlemeler, dayatılan ekonomik paket, süren işgal ve fetihçi zihniyet politikalarına karşı düzenlenecek protestolara taraf olmaya niyeti olmayan TDP ve CTP liderliği ancak böyle bir kulp bulabilirdi. Erdoğan adadan ayrılınca seslerini yükseltmeleri de onların ikiyüzlü oluşlarından başka bir şey değil…
KTHY önündeki eyleme CTP ve TDP liderliğinin her şey olup bittikten sonra gelişi de, her şeye rağmen orada süren direnişe gözlerini kapatamıyor oluşlarıdır. Oradaki kitle ile ilişkileri koparmadan, Erdoğan’a da çok radikal gözükmeden iki arada bir derede hali ile günü geçiştirme çabasının deşifre edilmesine de canlarının sıkılmasını anlamak mümkün değildir.
Her şey bununla kalsa neyse denebilirdi ama özellikle TDP liderliğinin açıklamalarına yansıyan Erdoğan’ın davranışını basit bir bilgi eksikliği noktasına getirme çabası iyi niyetli olmayan bir şeylerin olduğunu gösteriyor… Benzer davranışları Şubat 2011’de Erdoğan ilk kez besleme dediğinde CTP’li üst düzey kişilerden de duymuştuk, Erdoğan yanlış bilgilendiriliyordu, ona “doğru” bilgi aktarılması gerekiyor. Bunun tam karşılığı ‘Erdoğan ile kavga etmeyelim, zavallı yanlış biliyor’ çağrısıdır. Böyle bir yaklaşım kabul edilemez…
Kıbrıs konusunda daha bakan olmadan Davutoğlu’nun yazdıklarını kitaplarından okumak mümkün. Hatta verdiği röportajlardan Türkiye’de son dönemde çıkan “Hoca” kitabından da Kıbrıs’a bakışı okumak mümkündür. Bunlar Davutoğlu’nun kendi görüşleri değil Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi tezleridir. Bir önceki dönemde Cemil Çicek, hem önceki hem şimdi Erdoğan bunları çok daha yalın, çok daha net dile getiriyor. Bunu yalnız bize değil, Türkiye’deki Kürtlere de, gayri-müslimlere de yapıyorlar. Erdoğan’ın Kürtlerle ilgili açıklamalarına da “bilgi” eksikliğinden kaynaklanıyor diyebilirsiniz eğer çok safsanız. Ama gerçek bu değildir.
Hem Erdoğan’a karşı eylem geliştirilmesine karşı çıkacaksınız, hem de onun davranışları için avukatlığa soyunacaksınız ama üstüne üstelik varoluş hareketi başlatacaksınız. Kime karşı varoluş mücadelesi? Varlığımızı tehdit eden UBP mi? Nüfus taşıyan UBP mi? Paketleri dayatan UBP mi? Türkiye’yi kapsamayan neyin varoluş mücadelesi, nasıl verilecek? Belli oluyor ki kara kara bayraklarla yola dökülenlerin ilk hedefi bakanlık koltukları…
Canı UBP’den fena yananları da etraflarına alıp, tıpkı 2000’lerde olduğu gibi, onların sırtına basıp bakanlık koltuklarına atlama niyetindeler, bunu açık açık söyleyince de bize kızıyorlar. Öyle olmasa Erdoğan’dan icazet alma yarışına girme niye? Baş başa görüşmeler neyi simgeliyor?
Bu olurken bizim kendi içimizde de dertlerimiz olduğunu atlamamak gerek. Erdoğan’ın ziyareti için yapılan basın toplantısında örgüt temsilcileri tek tek konuştu. Kimi Erdoğan’dan özür beklediğini söyledi, kimi ‘Rum’a direndik, Türkiye’ye de direneceğiz’ gibi imalı cümleler kurdu. Erdoğan’ın özrü Türkiye Cumhuriyetinin süren politikalarını değiştirmeyecek, kaldı ki böyle bir özründe mevcut koşullarda zemini yok, ziyaret sırasında Erdoğan’ın açıklamalarından bu net olarak anladık.
Yakın tarih konusunda bu kadar sığ bilgilerle nereye gidilir bilinmez. 27-28 Ocak’ı İngiliz’e karşı direniş gibi sunmak, basit bir tarih çarpıtmasından daha fazlasıdır. ‘63’ten 74’e Rumlara karşı direndik’ demek de yakın geçmişte yaşananların şoven bir bakış açısı ile sunan Türk milliyetçilerinin çarpık, çarptırılmış propagandasının tekrarından başka bir şey değildir. Her gettonun başında TC’li bir subay ile ayrılıkçı devlet için hazırlıkların yapıldığı süreci “direndik” diye sunmak basit bir dil sürçmesi olamaz. Benzer sorun Kemalizm ile yaşanmaktadır. Son dönemdeki birçok tartışmaya inat Türkiye’de yaşanan onca araştırma ve kitabı yok sayarak Kıbrıs’ın kuzeyindeki Kemalizm bakışı hala 60’lardaki, 70’lerdeki dönemin solunun bakışının tekrarıdır. Tek fark “tam bağımsız Türkiye” sloganını buraya “tam bağımsız Kıbrıs” şekilde ama gene Kemalizm sosu ile sunuyoruz. Erdoğan’a çok kızıldığında da hemen iyi bir Kemalist olunmakta…
Ama unutmamak gerek ki yanlış yoldan doğru adrese gidilmez!