YKP Yürütme Kurulu Sekreteri Kıbrıs’ın kuzeyindeki insan, hak ve özgürlükleri ihlallerini değerlendirdi. Konu ile ilgili açıklama şöyle:
Kıbrıs’ın kuzeyinde son dönemde artış gösteren insan hak ve özgürlükleri, bir kez daha bize nasıl bir rejimde yaşadığımızı hatırlattı.
Birçok parti, sendika ve demokratik kitle örgütü 19 Temmuz’da yaşanan polis terörünü konuşuyor ancak en büyük tehlike bunun bireysel bir davranış olduğu ve suçlu polislerin hemen şimdi cezalandırılması ile bu sorunun çözüleceği beklentisinde olmaktır.
28 Ocak mitingi sonrası yaşananlar, polisin bu tarihten sonraki birçok eylemdeki tavrı bunun bireysel bir davranış olmadığını göstermektedir. 2 Mart mitingi kortejine müdahalede, 7 Nisan’daki eylemde meclis önünde, DAK/DAİ olaylarında yaşananlar daha taze olduğu için bunların bireysel değil kurumsal olduğunu görmemiz için yeterli kanıt sunar.
Polisin TC Genel Kurmayından emir aldığı düşünüldüğünde ve bugün itibarı ile Türkiye’nin dört bir yanında yaşanan polis terörü düşünüldüğünde yaşadıklarımızın tesadüf olmadığı anlaşılır.
Hukukçuların çabaları önemlidir ama bunlara cevap bile verecek makamların olmadığı koşullarda, kendine sorumlu bakan diyenlerin ‘tahrik var’ gibi gerçekten ortamı tahrik eden açıklamalarından sonra bu konularda çözümü hukuk devleti içinde aramak maalesef umut vermemektedir. Birçok video görüntüsü ve fotoğrafa, onlarca hukukçunun açıklamalarına rağmen polis genel müdürlüğü açıklama yapmamıştır. İşin ilginci bu hukuksuzluğa söz söylemesi gereken başsavcılık da susmaktadır. Mahkemeler de maalesef politikleştirilmiş, iktidar ile çelişmeyen bir pozisyon almışlardır. KTOEÖS başkanı, sendikanın eğitim çalışmasından apar topar çıkarılarak hakkında alelacele mahkemeye aldırılan tutuklama kararı ile gözaltına alınmaya çalışılmış, bunun üzerine sendikalar ve örgütler tepki göstererek tutuklamaya karşı çıkınca bundan geri adım atmışlardır. Ancak aynı gece mahkeme kararını da göz önüne alarak ifade vermek için Mağusa Polis Müdürlüğüne giden sendika başkanı gözaltına alınmıştır. Ancak gözaltı sırasında herhangi bir ifade alınmadı. Yani bireylerin özgürlükleri keyfi olarak mahkeme kararı ile ihlal edilmiştir.
Benzer bir mahkeme kararı süreci son 19 Temmuz tarihinde KTAMS için verilen ara emrinde yaşanmıştır. Hiçbir güçlü kanıtın bulunmadığı koşullarda, mahkeme talep üzerine doğru düzgün bir araştırma yapmadan bir sendika binası için arama emri vermiştir. Siyasi parti ve sendika binaları kurumsal binalardır ve tek bir bireyin değil, çoğul kişilerin, o kuruma üye olanların ortak mülküdür. Polisin kurumsal binalara bu kadar kolay girmesi, AİHS tarafından da koruma altına alınan düşünce özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, gösteri yapma özgürlüğü haklarının ihlalidir. KTAMS binasında ayrıca yaşanan gözaltı ile polis bir kez daha keyfi olarak bireylerin özgürlerini kısıtlamıştır. Hem KTMAS’ta hem de KTHY çadırı önündeki gözaltı sürelerini kasıtlı olarak uzatarak, 20 saat gibi bir süre bireyleri gözaltında tutarak kendini mahkemelerin üstünde görerek fiili cezalandırmaya gitmiştir. Bu cezalandırma işini ayrıca 19 Temmuz’da sokakta da yaparak, suçlu addettiği kişileri aleni şekilde dövdürterek gerçekleştirmişlerdir. Yani yaşanan basit bir ‘polis gösterici dövdü’ sorunu değil, polisin kendince yargılamalar yaparak, bazı kişileri mahkûm etmesi ve bunlarla ilgili cezaları da kendince sokakta veya hücrede uygulamasıdır. Bu kez olmadı ama adli konulardaki gözaltında uygulanan işkenceler, gözaltında kötü muameleler bir sonraki aşamada sendikacıların, siyasi parti ve demokratik kitle örgütü temsilcilerinin eylemlerde gözaltına alınması sonrası ortaya çıkabilir, bu polisin yargısız infazlarındaki bir sonraki aşama olacaktır.
Erdoğan’ın Şubat’taki açıklaması sonrası düşünce özgürlüğüne karşı da aleni saldırı başlamıştır. Polis hakkında hiçbir mahkemeden alınmış toplatma kararı olmayan pankart, döviz ve benzeri malzemeye el koymaktadır. Bu düşünce özgürlüğüne aleni bir saldırıdır. Bu saldırganlığı o kadar ileri götürdüler ki sendika binaları üzerindeki pankartları, yetkili kimseye haber vermeksizin toplayabilmektediler.
Bu saydıklarımızın tümü bize Nazi Almanya’sını hatırlatmaktadır. Böylesi bir rejimin adı FAŞİZMdir.
Böylesi bir noktada bizce eşcinsellere karşı girişilen son linç kampanyasını da bu çerçevede değerlendirmek gerekir.
Her bireyin özgürlükleri vardır. Her birey hem biyolojik hem de toplumsal cinsiyeti ne olursa olsun tüm yasalar ve hukuk süreçlerinde eşittir. Eşcinsellikle ilgili yaklaşım tüm dünyada hızla değişirken, dünyanın birçok ülkesi eşcinsel evlilikleri yasallaştırırken, gene Nazi Almanya’sındaki gibi eşcinsel avına çıkmak bu rejimin gerçek yüzünü tanımamız için bir ipucu daha vermektedir.
Sokaktan insanların keyfi olarak toplandığı, polis zoru ile kurumsal yapıların binalarına girildiği, ifade özgürlüğünü kullananların malzemelerine şiddet kullanarak el konulduğu, farklı siyasi düşüncesi, etnik kökeni, cinsel yönelimi olan bireylere psikolojik baskı uygulandığı, keyfi polis soruşturması yapıldığı böylesi bir yapıya yalnızca FAŞİZM koşullarında rastlayabilirsiniz.
YKP, tüm örgütleri mücadeleyi yükseltmeye çağırır.