Bilinen dalavere uğruna bir de parti kuruldu ve başkanlık rejiminin parlamenter sisteme üstün olduğu çünkü siyasetin yönetime etkisinin ortadan kalkmış olacağı iddiası pompalandı. Halbuki biz 1976’ya kadar başkanlık rejimini yaşadık ve gördük. Hatta UBP’nin başkanı olan Denktaş, 1980’lerin ortasına kadar her dediğini yaptırdığı için başkanlık rejimi ta ki Eroğlu 1985 seçimlerinden sonra başbakan olsun ve giderek Rauf R. Denktaş ile ipleri koparsın devam etti.
Gördük ki başkanlık rejimi de olsa siyasi atamalar ve uygulamalar eksilmedi. Sonra Denktaş’ın gölgesinde parlamenter uygulama sürdü ve konunun başkanlık mı parlamenter mi konusu değildi.
Şimdi de başkanlık rejiminin Güney uygulamasını yaşıyor ve parti etkileriyle siyasetin icraata önemi görüyoruz. Başkanlık rejiminde koalisyon olmaz diyenlere de koalisyon kavgaları örnek oluyor.
Bu kadar parti disiplini merakı olan yerlerde başkanlık sisteminin parlamenter sistemden farkı olmaz ve daha iyi bir düzen için milletvekilinin haysiyetinin ve meclisin karar organı, hükümetin yürütme organı olduğunun anlaşılmadığı geri ülkelerde al birini çal ötekine!
Kanun gücünde kararname ile ceza affını bile getiren çağ dışı kafalara dur diyecek bir mekanizma yoksa ve yargı organına çare için başvurulursa yargı “meclise şans tanımak gerek” diye garip bir gerekçenin arkasına saklanırsa rejim tartışması bu şekilde bir amaca hizmet etmez. Esas olan hukuk devleti var mı, meclis yasalarını ve daha genel bir ifade ile kararlarını savunabilir mi sorusu rejim tartışmasının esası olmak zorunda kalır.
Amerikan sistemi başkanlık rejimidir ve meclisi başkana bütçe ile sınırlar koyar. Bizdeki parlamenter rejimdir ve anayasayla daha güçlü ve özel olarak görüşülüp karara bağlanacak bütçe öngörür. Siz burada başkanın meclisle memurlarını bile ödeyemeyecek hale gelecek kadar borçlanma yetkisine engel çıkarıldığı gördünüz mü? Yani görülür ki başkanlık rejimi olsa da olmasa da meclis bütçe yapmak için orada vardır ve başkan da olsa başbakan da olsa meclisten izin almadan borçlanamaz lakin bizim meclis hesap sormaz ve bizimki bulabildiği yerden borçlanır.
Bizim derdimiz ilkel duygularla örgüt disiplini, adını vererek çeteleşmek ve partinin adamı olan başbakana sıkın tı çıkarmamaktır. Hukuk izin vermezmiş? Varsın vermesin. Kim hesap soracak? Polis mi?
Polis tüm yasakları uygulamak zorundadır ama bunu idrak ettiği yoktur. Meclisten izin alamdan halkı borç altına soktu diye bütçe yasasındaki maddeyi kullanmaya kalkacak bir polis düşünebilir misiniz?
Doğal olarak rakibi olan ve hükümetten devrilirse yerine gelmeyi bekleyen muhalefet bunun hesabını sorar beklesiniz değil mi?
O zaman ne halt etmeye seçimde konuşulanlar seçim meydanlarında kalır, devri sabık mı yaratalım diyen partilere oy veriyorsunuz! “yahu bakan oldun. Hani yolsuzluk olduğunu söylerdin? Yakalasana hiç olmazsa başında bulunduğun bakanlıktaki yolsuzları?” diye çok laf attım ama hiçbir muhalif bakan kendi bakanlığında bile yolsuzluk aramaya kalkmadı.
Bunlarla ne başkanlık rejimi ne de parlamenter rejim olmaz. Bunlarla ne olacağını zaten gördük. Halk buna çare bulmalıdır. Nasıl çare bulacağı da bellidir. Rejimi beğenmediğini gösterip değişmesini talep etmeli ve partileri sorumlu tutmalıdır. Meclisteki partiler hesap vermeli ve bütçe ile sınırlamalara aldırmayan, nereden ne kadar borçlanacağını onaylatmayan ve bütçede görülen yerler dışında harcama yapan hükümete rest çekmelerini sağlamalıdır.
Böyle bir bütçe uygulaması olan bir ülkede seçime seçim deme olanağı yoktur. Halkın parasını ve halkı borçlandırarak toplanan paraları har vurup harman savuran bir hükümet varsa orada bunu onaylayanlar yani bu paralardan geçinenler ve geçinmek için yarışanlardan başkası seçim kazanamaz.
Halk bunu bilir onun için önce seçilme şansı var mı diye partilere bakar. Hükümete katılma şansı olmadığına inandığı partiye oy vermez. Hükümette olan bu paraları sadece yandaş beslemek için de kullanmaz. Medya satın alır. Polisi kullanarak karalama kampanyası açar ve uydurma gerekçelerle tehditlerle partinin desteğini azaltır. Türkiye’nin politikasını onaylamayanlara yönelik yer altı ve yerüstü operasyonlar da cabası.
Protokol yapmışlar ve protokolde borçlanma ve borç yönetimi için kurallar getirmişler. Ancak protokolde sosyal fonların yasaklanması da vardır ama gene de borçlanılmıştır. Var mı bunun bir yaptırımı?
Meclis olan bir ülke olsa ustası bu hükümete de yaptırım çaresini orada arayacak ama yok. Başkanlık rejimi isteyen şaklabanlar Türkiye’ye başkanlık olsun, başkanı elde tutun ne isterseniz yapsın mı diyorlar?
Türkiye’de 2010 yılı bütçesi onaylandı. Kesin hesapları sunulunca göreceğiz marifeti ama 2009 yılının kesin hesaplarının ne olduğunu duydunuz mu? Murakabeden siyasete atlayan ve yolsuzluk saldırılarıyla temeyyüz edip CHP’nin başkanı olan Kılıçdaroğlu kesin hesapları eleştirip AKP’yi yeren yere vurdu mu? Duymadınızsa bir şey söylemedi demektir. Söylemesi de beklenemezdi çünkü harcanmış para şapılmış şeydir davası olmaz anlayışı hakimdir. Bütçe görüşmesinde aslan kesilirler, daha da ver ona vermedin buna da ver derler. Paralar gittikten sonra meclis yetkisi var mı idi? Yasaya ve yasalara uyuldu mu diye dert etmezler çünkü meclisin gereğini anlamazlar. Sadece hükümete sıçrama tahtası olarak görürler.
Başkan olsa iş daha da kötü olacak demekten başka bir şey kalmaz. Üstelik meclisle dengelenmeyen bir başkanlık.