Şimdi dıştan kaynaklı bir dayatmanın olmadan Kıbrıs Sorunu’nun çözülemeyeceğini söylüyorduk bundan on-onbeş sene önce. Bu belki o zamanlarda doğruydu. Belki de şimdi de gerekli motivasyon olsa o da olabilir ama görülen şekliyle artık dış dinamiklerin de motivasyonlarını yitirdikleridir. Çünkü esasında iç dinamiklerin dayatmalarının söz konusu olduğunu da kabul etmemiz gerekiyordu. İç dinamiklerde artık bu motivasyonun da yitirildiğini görmek olayı açıklığa kavuşturuyor. 2000’li yıllardan itibaren Kuzey’den kaynaklı bir hareketlenme oluyordu. O yıllarda, Güney Kıbrıs’ın AB’ye girmesi ve Kıbrıstürk Toplumu’nun dışta kalıp çeşitli sorunlarla boğuşacağı yönünde bir inanış ve somut koşulların dayatması söz konusuydu. Bir de Kuzey’deki hükümet çevreleri de bu gelişmelere bayağı duyarsız davranmaktaydı. Kuzey’de bir yeraltı örgütü derin bir şekilde varolan barış çabalarını da akamete uğratmak ve kişiler üzerinde baskı yapmak için faaliyetteydi. Halk her taraftan sıkışmış bir durumdaydı. Bankalar iflas etmekte ve halk parasını geri almak için sokakları doldurarak öfkesini göstermekteydi. Yani infial oldukça büyüktü. Kıbrıstürk toplumuna baktığımızda sosyal, kültürel , ekonomik ve gelecek telaşı vardı. Türk parasının piyasada kullanılmasından doğan belirsizlik yanında Türkiye’nin AB ile ilişkilerindeki belirsizlik bayağı göze çarpmaktaydı. Kıbrıstürk toplumu bu konularda hem ekonomik hem de gelecek telaşı içerisinde infial içindeyken, elbette meydanlar da, sokaklar da insanlarla dolmuştu. Denktaş ve Clerides arasındaki görüşmeler gene başlamıştı. Ama Denktaş’ın da siyasi çizgisinden ötürü görüşmelerdeki isteksizliği gözler önündeydi. Dolayısıyla bir bakıma halktaki tepki bir o kadar daha artmış durumdaydı. İşte bu gelişmeler içinde barikatlar da açıldı ama barikatların açılması, Kuzey’deki hareketlenme, Türkiye burjuvazisi içerisinde Türkiye devlet politikalarına yön verenlerin, bilhassa AB yönündeki isteksizliğine karşı tepkisi de bu sırada Türkiye’de görülmeye başlamıştı. AK-parti olayı, bu olgular içerisinde ortaya çıktı. Türkiye burjuvazisi Türkiye’deki rejimde bir hafifleme yaratarak AB ile ilişkilerini normalleştirme makyajı yapmak istedi. Esasında kökten bir demokratikleşme hareketi de değildi bu. Belki 12 Eylül 1980 yılından itibaren mevcut rejimi biraz daha yumuşatma hareketiydi. Yapılacak olan yumuşak makyajlama ile hem Kuzey Kıbrıs, hem de Türkiye dışa karşı geçici bazı mevziler elde edecek, dışta Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemelerinde sıkışmasının da biraz frenlenmesi gerekmekteydi.
Öyle de oldu. Kuzey Kıbrıs’taki siyasal tansiyon CTP’nin ağırlıklı koalisyon üyesi olması, yine CTP’den bir devlet başkanının Cumhurbaşkanlığına seçilmesi tansiyonun çoğunu indirecekti. Olay istikrar gibi gösterilecekti ama resmi politikalarda temelde değişen çizgi olmayacaktı. Bu konuda CTP rolünü çok iyi oynadı. Kısmi olarak güya demokratikleşme sağlanmıştı ama esas perde gerisinde gene rejim veya sistem olduğu gibi durmaktaydı. Ama CTP de rolünü iyi kıvırdı. Mesela yeraltı örgütü ortadan kayboldu ama gene derinden bir cızırtı duyuldu. Her zaman için değişim politikalarına karşı bir frenleme yapıldı. Önemli olan halkın ateşinin söndürülmesiydi, o da yapıldı. AİHM’deki Kıbrısrum müracaaatları bir şekilde yumuşak bazı geçişlerle frenlendi. O hız orada da kesildi. CTP misyonunu oynadıktan sonra ki zaten ekonomik politikalarla oldukça itibar kaybetti, yerine UBP geçti ama UBP, CTP’nin de sürdüremediği ekonomik önlemleri balyozla sürdürmeye başladı , bu arada eski CTP icraatları da bayağı kendilerine yardımcı oldu.
Tüm bunlar yaşadığımız olumsuzluklardı ama Kıbrısrum kesiminde çözüm konularında büyük bir gayret görülmedi. Gerçi kendi açılarından Kuzey’in rejimini tongaya getirip Güney olarak, tek toplumlu bir şekilde AB’ye girmişlerdi ve bu onlar için ulusal olarak olaya baktıklarında büyük bir başarıydı. Sınıfsal analiz yapamadığınız zaman ve kapitalizmin her yerde çürüdüğünü göremediğinizde bu ulusal başarının da tüm dünyada global olarak gerilediğini göremezdiniz. Şu anda Kıbrıs’ta olan da bu oldu. Esasında bir savaşta kazanan hiç olmaz. Kıbrıs sorununda da ne AB’ye bağlananlar ne de daha önce kazananlar galip çıktı. Kapitalizm Global krizle büyük sorunlar yaşarken ve dünya genelde bir değişime doğru giderken hepimizin de aynı gemide yaşadığımız, hem son birkaç aydır Kıbrıs’ta yaşanılanlarla hem de dünyada yaşanılanlarla ortaya çıktı.
Kıbrıs sorunu her iki halkın da istenciyle çözülecek. Ama öyle ulusal güdülerle veya şah-mat hesaplarıyla değil. Hep beraber kurtularak olacak bu. Sürüden ayrılanı da kurt her zaman kapmaya hazır olacak. Böyle biline…