Türkiye Komünist Partisi’nin yasadışı olarak yayınlanan “Yeni Çağ – Barış ve Sosyalizm Problemleri Dergisi”nin Temmuz, Ağustos ve Eylül sayılarında 1974’deki Kıbrıs’taki gelişmeler değerlendirilmiş, TKP Merkez Komitesinin açıklamalarına yer verilmişti.
[Not: Bugün Türkiye’de olan TKP ile ilgili Nabi Yağcı şöyle bir not düşmüştü: “2001 senesinde kendisine SİP diyen eski TİP’ten kopma küçük burjuva, troçkist karışımı bir grup bir gecede yangından mal kaçırır gibi kendi ismini değiştirdi, adına TKP dedi, bunu da devlete tescil ettirdi. (…) Bu parti devletten icazetli bir TKP’dir” Bu nedenle bu açıklamalarla bugünkü TKP’nin bir ilişkisi yoktur…]
Konu ile ilgili sayıda yer alan açıklama ve yazılar (http://www.tustav.org arşivinden):
Yeni Çağ – Barış ve Sosyalizm Problemleri Dergisi – Temmuz 1974, Sayı 7, Sayfa 593 – 602
Açıklama
15 Temmuzda Kıbrıs’ta bulunan ve Atina’daki faşist cuntaya bağlı Yunanistanlı subaylar Makarios hükümetini askerî bir darbe ile devirmeye giriştiler. Faşist Yunan cuntasının arkasında da NATO ile Amerikan emperyalizmi var. Yani Kıbrıs’ın bağımsızlığını, halkın seçtiği hükümeti kanlı bir darbe ile devirmek isteyenler Atina’daki faşist cunta, NATO ve Amerikan emperyalizmidir. Emperyalizmin niyeti Kıbrıs’ı Yakın Doğu halklarına, Türkiye, Yunanistan ve Arap halklarına karşı askerî, politik bakımlardan bir NATO üssü haline getirmektir.
Kıbrıs emekçilerinin devrimci partisi AKEL ve başkan Makarios taraftarları Adanın bağımsızlığını, halkın demokratik halklarını savunmuşlar, emperyalizmin üslerinden arınması için uzun yıllar çetin bir savaş yürütmüşlerdir.
Amerikan emperyalizminin, NATO’nun, Yunan cuntasının amacı Enosisi gerçekleştirmek, yani Kıbrıs’ın bağımsızlığına son vermek ve onu bir NATO üssü haline getirmektir. Böylece NATO’nun, emperyalizmin elinde halkların demokratik haklarına ve ulusal bağımsızlığa karşı kanlı faşist darbeler tertipliyen askerî bir saldırı örgütü olduğu gerçeği bir daha doğrulanmıştır.
Kıbrıs’taki faşist darbe ile Yakın Doğu, Balkanlar ve Avrupa’da gerginlik birdenbire artmıştır. Türk ve Yunan orduları alarma geçirilmiş, bir harp ve çatışma tehlikesi artmıştır. Emperyalizm ve onun emrindeki Yunan cuntası Kıbrıs’taki darbe ile aynı zamanda soğuk harbi körüklemiş, barıştan ve gerginliğin azalmasından yana güçlenen gelişmeyi de baltalamak istemiştir.
Yunanistan’da faşist cunta, Yunan halkının ulusal ve sosyal kurtuluş savaşını bastırmak ve hedefinden saptırmak için fırsat elde etmiştir.
Türkiye’de eldeki kısıntılı demokratik hakları daha da budamak, hükümeti zor duruma düşürmek isteyen azılı gerici ve işbirlikçi çevrelerin, militarist kliğin harp ve gerginlik psikozundan istifade etmeleri için elverişli bir ortam yaratılmak istenmiştir.
Kıbrıs’taki emperyalist-faşist saldırıyı önlemenin yolları vardır. Avrupa’da ve dünyada emperyalizmin elini bükecek barışçı devrimci güçler mevcuttur. Bunların başında sosyalist ülkeler geliyor.
Sovyetler Birliği’nin Kıbrıs’ın bağımsızlığını ve halkın seçtiği hükümeti savunmadan yana tutumu kesindir. Sovyetler Birliği’nin ve öteki sosyalist ülkelerin bu tutumları gözönünde tutulmadan emperyalizmin ve Yunan cuntasının bağımsız bir devlet olan Kıbrıs’a saldırısını Ada halkı, bağımsızlık, demokrasi ve barış yararına çözümlemeye imkân yoktur. Bugünü koşullarda Kıbrıs Türklerine de tarihsel bir sorumluluk düşüyor. Kıbrıs’ın bağımsızlığını, tarafsızlığını savunan, emperyalizme karşı cephe alan, demokratik hakları genişletmek isteyen AKEL partisini, Makarios hükümetini ve bütün Rum yurtseverlerini desteklemek, onlarla birlikte ortak düşmana, emperyalizme, NATO’ya ve Yunan faşist cuntasına karşı savaşmak Kıbrıs Türklerinin de, Türkiye’nin de menfaatlerine uygun bir tutumdur. Kıbrıs Türkleri için de tek çıkar yol Adanın bağımsız olması, bütün dış müdahalelerden, emperyalizmin, NATO’nun baskısından ve üslerinden arınmasıdır.
Bütün Türk yurtseverlerinin ve örgütlerinin ödevi, faşist saldırılara karşı savaşta omuz omuza vermektir.
17.7.1974
TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ MERKEZ KOMİTESİ POLİTİK BÜROSU
Çağrı
Yunan faşist cuntası Kıbrıs Cumhuriyetinin varlığına saldırdı. Kıbrıs halkının seçtiği hükümeti devirdi. Kanlı teröre geçti. Bu saldırıyı Amerikan emperyalizmi ve NATO’nun belli çevreleri plânlaştırdı. Böylece Yakın Doğu ve Balkanlar bölgesinde barış ve güvenliği tehdit eden bir durum meydana geldi.
Yunan cuntası Kıbrıs’a karşı saldırıya geçerken Adayı «kurtarmak» gibi sözler ettiydi. Fakat bu sözlerin ardında Kıbrıs’ın bağımsızlık ve egemenlik haklarını çiğnemek, Adayı Yunanistan’a katmak amaçları vardı.
Başta Sovyetler Birliği olmak üzere, bütün sosyalist ülkeler, dünya demokratik kamuoyu, Türkiye Komünist Partisi, Yunanistan Komünist Partisi, Kıbrıs Emekçi Halkın İlerici Partisi-AKEL emperyalistlerin, faşistlerin bu saldırısına kesinlikle karşı çıktılar.
Burada Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu’nun aldığı kararlar özel bir önem taşır. Bu kararlar Kıbrıs’ın iç işlerine dışardan karışmaları önlemenin barışçı yollarını gösteriyor. Sovyetler Birliği, Güvenlik Konseyi’nde bu kararların alınmasında büyük bir rol oynadı.
Bu koşullarda karagün dostumuz Sovyetler Birliği ile daha yakın, daha içten ilişkiler kurmak, hem ulusal menfaatlerimiz, hem de bölgede barış ve güvenliğin yeniden güçlenmesi bakımından bir zorunluktur.
Amerikan emperyalizmi ve NATO, Yunan faşist cuntasının Kıbrıs’ta tertiplediği hükümet devirmesini bir oldu bittiye getirmek için, her türlü baskı ve manevralara .başvurdular. Türkiye hükümeti başka bir tutum aldı. Türk ordusu Adaya çıkarma yaptı. Karşı çıkan Yunan cuntasına bağlı birliklerle Türk birlikleri arasında savaş başladı.
Türk hükümeti, açıklamasında: «Adaya savaş ve kan götürmediğini», yasal hükümeti geri getirmek istediğini belirtti.
Türkiye hükümeti, Güvenlik Kurulu’nda alman kararların Cenevre Konferansında kabul edilmesi için kesin davranmalıdır. Çünkü bu kararlar hükümetin yapmış olduğu açıklamaya uymaktadır. Türkiye Komünist Partisi, hükümetten ilk yaptığı açıklamasıyla verdiği sözü tutmasını istiyor.
Türkiye’de de «kurtarmak» sözleri ile Adanın bir kısmına oturmak isteyen gerici çevreler vardır. Bunlar şovenizm duygularını körüklüyorlar.
Türkiye Komünist Partisi öteden beri Kıbrıs Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğüne, ulusal bağımsızlığına, ne biçimde ve kimden gelirse gelsin yapılacak saldırıya, «Enosise» karşı çıkmış ve çıkmaktadır. Adada savaş tamamiyle durdurulmalıdır. Cenevre Konferansı’nın başarı ile sonuçlanması için çalışılmalıdır.
Olayların süreci şu gerçeği bir kez daha doğruluyor: NATO harp, kışkırtıcılık, saldırganlık ocağıdır. Bugünkü çıban başını koparan Amerikan emperyalizmi ve NATO’dur. NATO sık sık Türkiye’yi harpçi serüvenlere, ekonomik yıkımlara sürüklemiştir. NATO’dan çıkmak, ikili anlaşmaları yırtmak, NATO’nun, Amerika’nın topraklarımızdaki ‘üslerini kaldırmak ve ilk adım olarak bu üslere girmek, onları kontrol altına almak zorunluktur.
Türkiye Komünist Partisi Kıbrıs Cumhuriyeti’ne karşı yapılan bütün askersel müdahalelerin durdurulmasını ve Adada Yunan cuntasının yaptığı hükümet devirmesinden önceki durumun geri getirilmesinde ayak diriyor.
Türkiye halkının, Yunan halkının, Kıbrıs halkının ortak can düşmanı emperyalizmdir, NATO’dur. Halkımız, işçi sınıfı, bütün yurtseverler, Yunan ve Kıbrıs halkları ile yanyana ulusal bağımsızlık ve kurtuluş için emperyalizme ve NATO’ya karşı, sıkıyönetimlere ve demokratik hakların ayaklar altına alınmasına karşı savaşmalıdır.
20-25.7.1974
TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ MERKEZ KOMİTESİ
Kıbrıs olayları – A.Saydan
NATO’ya egemen Amerikan tekelci ve militarist çevrelerinin uzun yıllardan beri uygulamak istedikleri bir plân vardır. Kıbrıs’ı NATO için bir askerî üs, sabit bir uçak gemisi haline getirmek.
Amerikan egemen çevreleri gerek Türkiye, Yunanistan, Kıbrıs, gerekse Arap kurtuluş hareketleri ile ve genellikle Yakın Doğu halkları ile mevcut çelişkilerini, zor ve tehdit yollan ile dondurmak, çabalarını sonuçlandırabilmek için Kıbrıs’ı üs haline getirmeye çalışıyorlar. Demek oluyor ki, Adaya yerleşmek amacı, emperyalizmin, halklarla mevcut objektif çelişkisinin sonucudur. Emperyalistler bir yandan da Sovyetler Birliğine ve öteki sosyalist ülkelere karşı bir tehdit aracı olarak kullanmak için Kıbrıs’ta üslenmek istiyorlar.
Amerikan emperyalizmi ve NATO’ya egemen öteki emperyalist çevreler için Adayı NATO üssü haline getirmenin en kestirme yolu Enosis, yani Kıbrıs’ı Yunanistan’la birleştirmektir. Bu olmazsa emperyalistler çifte Enosis’e, yani Adayı Türkiye ile Yunanistan arasında paylaştırmaya razıdırlar. Türkiye ve Yunanistan da NATO’ya üye olduğuna göre bu yoldan da yani taksimle de emperyalizme Adaya yerleşmek olanakları açılır. Bunun içindir ki, Türkiye Komünist Partisi, Yunanistan Komünist Partisi, bütün sosyalist ülkeler, dünya komünist ve işçi hareketi hem Enosis’e hem de taksime karşıdırlar.
Burada bir soru akla geliyor. Amerikan emperyalizminin, NATO’nun öteki egemen çevrelerin, gerek Türkiyede gerekse Yunanistan da bol bol üsleri vardır. Neden üs haline getirmek için Kıbrıs’a göz diksinler? Emperyalizm yalnız bugünü değil, yarını da düşünüyor. Türkiye ve Yunanistan’da gittikçe hızlanan anti-emperyalist, sosyalist akımın günün birinde NATO’yu ve emperyalizmi ekonomik, politik etkileri ile kapı dışarı edebileceğini hesaplıyor. Kıbrıs bu günler için Türkiye ve Yunanistan halklarına karşı da emperyalizmin global stratejisi hesaplarına giriyor. Ayrıca Kıbrıs küçük bir ülkedir, iki cemaatin varlığı, emperyalizme, Türklerle Rumları birbirine düşürmek ve Adada egemenlik sürmek yönünde umutlar veriyor.
Emperyalistler zaman zaman Rumlar ve Türkler arasındaki ajanlarını harekete geçirerek karşılıklı saldırılar, hatta cinayetler tertiplemiş, iki halkı birbirine düşürmek için kanlı plânlar uygulamışlardır. Bu kışkırtmaların sonucundadır ki, Lefkoşe’de iki cemaati birbirinden ayıran Yeşil Hat çekilmiş ve Birleşmiş Milletler askerî birlikleri iki cemaati ayıran hat boyunca yerleşmişlerdir. Fakat durumun daha ağırlaşması, Kıbrıs Emekçilerinin İlerici Partisinin (AKEL) ve öteki yurtseverlerin ortak sabası sonucunda önlenmiştir. Gerek Türk gerekse Rum komünistleri, yurtseverleri ve ilericileri yüzyıllardan beri bir arada kardeşçe yaşayan Türk ve Rum Kıbrıslıların tekrar aynı şekilde yaşamalarını devam ettirmek için olağanüstü çabalar harcamaktadırlar.
Bu çabalar, emperyalizmin Kıbrıs’a yerleşme plânlarını boşa çıkaracak niteliktedir. Çünkü emperyalizm, her zaman iki cemaati birbirine düşürmek taktiğinin uygulanmasıyla meydana gelen yarıktan sızmak imkânlarını aramış ve arıyacaktır.
Yunan faşist cuntası emperyalizmin Kıbrıs plânlarını uygulama araçlarından biridir. Amerikan emperyalistleri NATO’nun öteki egemen çevreleri Yunan cuntasının eliyle uygulanacak bir Enosisle Adaya yerleşmeyi denediler. 15 Temmuz günü Kıbrıs ordusundaki Yunanlı subaylar Cumhurbaşkanı Makarios’un sarayına saldırdılar. Başkanın öldüğünü, iktidarı ele aldıklarını ve Kıbrıs Helen Cumhuriyeti’ni ilân ettiler. Samson adlı bir katili de cumhurbaşkanlığına getirdiler. Kanlı bir terör, yığınsal tutuklamalar aldı yürüdü.
20 Temmuz günü Türk hükümeti garantör devlet sıfatıyla Adaya asker çıkardı. Bundan sonra olaylar birden hızlandı. Yunanistan’ın kuzeyinde ayaklanan zırhlı birlikleri cuntayı suçladılar ve Atina Cuntasının istifasını istediler. Cumhurbaşkanı general Gizikis’ten başka bütün cunta üyeleri istifa etti. Gizikis Paris’te yaşayan eski başbakanlardan ve sağcı politikacılardan Karamanlis’i tekrar işbaşına çağırdı.
Türkiye Komünist Partisi Politik Bürosu 17 Temmuz tarihli Açıklamasında Yunan cuntasının Amerikan emperyalistlerinin desteğiyle yaptığı darbeyi protesto etti. Emperyalizmle Yunan faşistlerinin Kıbrıs’a yaptıkları saldırıya son vermelerini ve Adadan çekilmelerini, yasal hükümetin tekrar geri getirilmesini istedi.
20 Temmuz tarihinde ise Türkiye Komünist Partisi Merkez Komitesi yayınladığı ve dünya basınında geniş yankılar uyandıran çağrısında Yunan cuntasının emperyalizmle elele Kıbrıs’a saldırısını bir daha kınadı. Kıbrıs’taki bütün yabancı askerlerin derhal çekilmesini, Güvenlik Konseyinin aynı gün aldığı kararların derhal yerine getirilmesini, yani Adanın bağımsızlık, toprak bütünlüğü ve egemenliğine saygı gösterilmesini istedi. TKP emperyalizmin, Yunan cuntasının Kıbrıs’a yaptığı saldırının, Yakın Doğu, Balkanlar ve Avrupa’da gerginliği arttırdığını belirtti. Sovyetler Birliğinin, öteki sosyalist ülkelerin Kıbrıs’ın bağımsızlık ve bütünlüğünü korumak için harcadığı çabaları gösterdi.
Kıbrıs olayları, NATO’nun kokuşmuşluğunu, üyeleri için bile bir harp, kışkırtma ve silâhlanma yarışını körükleyen bir örgüt olduğunu bir daha gösterdi. TKP Merkez Komitesi Çağrısında NATO’dan çıkmayı, ikili anlaşmaları yırtmayı, topraklarımızdaki NATO ve Amerikan üslerini kaldırmayı teklif ederken, halkımızın ezici çoğunluğunun bir arzusunu dile getirdi. Çünkü son Kıbrıs olaylarında kamuoyu Amerikan emperyalizminin, NATO’nun Türkiyeye düşman olduğunu bir daha gördü. Aynı zamanda karagün dostumuz Sovyetler Birliğinin barış ve güvenliği savunmakla halkımızın da menfaatlerini, kalkınma çabalarını savunduğunu kamuoyu bir daha anladı.
Pekin yöneticileri Kıbrıs bunalımı sırasında emperyalizme yardımcı olmak politikalarından şaşmadılar. Kıbrıs’ı bir NATO üssü haline getirme, Yunan cuntasının darbesine, Lefkoşe’de faşist bir cuntanın kurulmasına ses çıkarmadılar. Dünya kamuoyunu «iki süper devlete» karşı kışkırtmaya kalkışmakla, Yunan cuntasının Kıbrıs’taki darbesine karşı çıkan, Kıbrıs’ın bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü savunan Sovyetler Birliği ile emperyalist Amerika’yı aynı tahtaya koymakla, Yunan ve Kıbrıs halklarının kurtuluş hareketini en kıymetli destek ve dostlarından yoksun bırakmayı amaçladılar.
Bu da anti-emperyalist ulusal kurtuluş hareketlerini arkadan vurmak ve emperyalizmi korumak politikalarının uygulamasından başka birşey değildi.
Amerikan emperyalizmi Kıbrıs darbesiyle Yakın Doğu halkları, sosyalist “ülkelerle çelişkilerini Kıbrıs’ta üs haline getirmekle de çözümlemeyi denedi. Yunan cuntası da Yunan halkı ile çelişkilerini bu yolla dondurmaya çalıştı. Bir yandan Adayı yutmakla bir «başarı» kazanmış olacaktı, öte yandan Yunan halkının dikkatini kurtuluş savaşından başka yönlere çekecekti. Yunan faşistleri ile Amerikan emperyalistlerinin çıkarları birleşiyordu.
Ne var ki, Yunan burjuvazisi ile Türk burjuvazisi arasındaki çelişkileri ve bu çelişkilerden çıkacak sonuçları gereği gibi hesaplayamadılar. Türk ordusunun Kıbrıs’a çıkarma yapması, Yunan ve Kıbrıs cuntalarının yıkılma sürecini hızlandırdı. Bu bakımdan Türk ordusunun Kıbrıs’a yaptığı çıkarma olumlu bir rol oynadı. Ama burjuva ordularının halkları kurtarabileceği düşünülemez. NATO’daki militarist klikler arasındaki çelişkiler, Türk ve Yunan burjuvazisinin çatışmaları çıkarmayı tarihsel bakımdan olumlu bir yörüngeye oturttu. Ama çıkarmadan hemen sonra Türk Sanayicileri ve işadamları Derneği Yürütme Kurulu Başkanı Berker verdiği bir demeçte, Türk sermayecilerinin Kıbrıs’ın Türk kuvvetleri tarafından işgal edilmiş kısmına yatırım yapmak istediklerini açıkladı. Böylece Türkiye’yi sömüren yerli yabancı tekeller Kıbrıs halkını da sömürmek üzere tedbirler almaya başladılar. Bütün bunlar Türk hükümetinin Kıbrıs’ta işgal ettiği topraklardan çekilmek niyetinde olmadığını gösteriyordu.
Oysa, Başbakan Ecevit 20 Temmuz sabahı Türk ordusu Adaya çıkarma yaptığı saatlerde verdiği demeçte: «Biz Adaya harp ve kan götürmeye değil, barış ve özgürlük götürmeye gidiyoruz» diyordu. Ayrıca, Yunan cuntasının askerleri Adayı terk ettikten, yasal hükümet tekrar işbaşına geldikten sonra ordunun Kıbrıs’tan çekileceğini belirtiyor, Kıbrıs’ın bağımsızlık ve egemenliğine saygı gösterileceğini de sözlerine ekliyordu. Militarist kliğin, gerici ve işbirlikçi çevrelerin dili başkaydı. Bunlar Kıbrıs’tan çekilmenin sözkonusu olmadığın,! belirtiyorlardı. Başbakan yardımcısı Erbakan taksim diyordu. Başbakan Ecevit, bu gerici etki ve baskısı altında sürekli olarak geriledi ve ilk günü bütün dünya kamuoyuna ilân ettiği ilkelere taban tabana zıt bir dil kullanmaya başladı. 30 Temmuz günü, Genel Kurmay Başkanı Sancarla yaptığı uzun bir konuşmadan sonra verdiği demeçte Türk silâhlı kuvvetlerini Adadan çekmenin hiçbir şekilde sözkonusu olmayacağını, Adadan çekilmemek için bir formül arandığını söyledi.
Türk kuvvetlerinin Adanın bir kısmını işgal altında tutmaları, geri kalan kısmının da Yunanistan tarafından işgal edilmesi gibi Adayı taksime götüren bir durum yaratabilir. Bu da Adanın bölünmesi demektir ki, NATO’nun ve Amerikan emperyalizminin Adayı üs haline getirme plânlarından biridir. Ecevit hükümeti bu tutumuna devam ettiği takdirde dünya kamuoyu karşısında işgalci ve saldırgan ‘durumuna düşecektir. Çünkü dünya ilerici kamuoyu, sosyalist ülkeler Güvenlik Konseyinin 20 Temmuzdaki kararının uygulanmasını, yani Adadan bütün yabancı askerî kuvvetlerin çekilmesini, Adanın bağımsızlık ve egemenliğine saygı gösterilmesini ve yasal hükümetin geri gelmesini istiyorlar. Türk Hükümeti 20 Temmuz tarihinde ilân ettiği ilkelere sadık kalmadığı, verdiği sözü tutmadığı takdirde emperyalizmin ve NATO’daki en gerici çevrelerin aleti haline gelmiş olacaktır.
Üç garantör devletin katıldığı Cenevre Konferansı Türkiye, Yunanistan ve İngiltere arasında Kıbrıs’taki oldubittilere dünya kamuoyunu alıştırmak için bir manevra alanı haline geldi. Güvenlik Konseyinin ateşkes kararını kabul etmesine rağmen Ecevit hükümeti Adaya asker ve harp malzemesi çıkarmaya devam etti. Adaya 40 bin kadar asker, 250 tank yığıldı. Taraflar ateşkesi sık sık bozdular. Cenevre Konferansına Kıbrıs hükümetinin temsilcileri davet edilmediler. Ada halkının yazgısı sözkonusu olduğu bir konferansa Kıbrıs hükümetinin çağrılmaması, garantör devletlerin Kıbrıs halkına karşı manevralar çevirmelerini kolaylaştırdı. Sovyetler Birliği 29 Temmuzda Güvenlik Konseyine sunduğu önergede, Konseyin 20 Temmuz tarihinde aldığı kararların uygulanmasını isterken, Kıbrıs hükümeti temsilcilerinin de Cenevre Konferansına katılmasını teklif etti.
Dışişleri Bakanı Turan Güneş, Cenevre Konferansına giderken, Türkiye-nin Kıbrıs’ta federasyon tezini savunacağını söyledi. Federasyon tezi, taksimin başka bir şeklidir. Taksime yöneliktir. Emperyalizmin kışkırtmaları, iki cemaatteki faşist ve gericilerin çabalarıyla federe hükümetler her zaman Yunanistan ve Türkiye’ye katılma kararı alabilirler. Bundan ötürü, federasyon, emperyalizmin taksim plânını uygulamaktan başka bir şey değildir. Ayrıca, Adadaki demografik durum da federasyona elverişli değildir. Türklerle Rumlar yüz yıllar boyunca yanyana ve kardeşçe yaşadıklarından demografik durum içice geçmiştir. Bu şartlar altında yüz yıllar boyunca sürdürülen cemaat sisteminin bugünkü koşullara uydurularak yeniden canlandırılması ve uygulanması Kıbrıs’ın bağımsızlık ve egemenliğini sağlamanın tek yoludur.
Gerek Kıbrıs’taki uyanık Türk ve Rumların, gerek Türkiye’deki ilerici, yurtsever örgütlerin, gerekse yurt dışında yaşayan yurtsever Türklerin, Rumların istekleri bu merkezdedir. Batı Almanya, İngiltere, ve Fransa’daki Türk ve Yunan komünistleri elele emperyalizmin ve Yunan faşistlerinin Kıbrıs’a saldırısını yerdiler. Bağımsız ve iki cemaatin kardeşçe yanyana yaşayacağı demokratik bir Kıbrıs ilkesini savundular. Demek oluyor ki, Kıbrıs’ın bağımsızlığının temeli olan Türk ve Rum cemaatlerinin kardeşçe yaşamaları için gereken sosyal ve politik taban vardır. Emperyalizmin müdahaleleri, provokasyonları bu tabanı zaman zaman sarsıntıya uğratıyor. Emperyalizmin Adadan üsleriyle, ajanlarıyla, askerleriyle tamamen çekilmesi, Türkiye ve Yunan hükümetlerine Adada asker ve ajan besleme imkânlarının kaldırılması ile Kıbrıs Türkleri ve Rumları asırlar boyunca olduğu gibi, haklarına karşılıklı saygı göstererek yine yanyana yaşayabilirler.
Ordunun Kıbrıs’a çıkmasıyla Türkiye’de egemen çevrelerin, halkın şövenist hislerini kışkırtma ve bu duman perdesi ardında sömürü düzenini pekleştirme eylemlerine daha fazla hız verdiler. Bunlar, işsizlik, umutsuzluk ve yoksulluk içinde bulunan usluları bu kışkırtmalarına alet etmek istediler. Emekçilere iş, ekmek, özgürlük vermeyen, vermek istemeyen işbirlikçi burjuvazi onlara silâh vermek, istilâcı hedefler peşine takarak onları afyonlamak taktiğini daha geniş ölçüde uyguladı. Sarı sendikacıların büyük sermaye çevreleriyle işbirliği daha açık görüldü. Bunlar fırsatı ganimet bilerek bütün grevleri ertelediler. Toplu sözleşme konuşmaları kesildi, pahalılık, enflâsyon daha geniş ölçüler aldı. Yani emekçi yığınların talanı daha amansızlaştı. Karaborsacılık, istifçilik, soygunculuk, vurgunculuk aldı yürüdü. Hükümet ve egemen çevreler halkın talan edilmesine karşı tedbir alma yoluna gitmediler. Fakat enflâsyonu hızlandırmayla birlikte 14 ilde Sıkıyönetim ilân etmekten geri durmadılar. Sıkıyönetimin ne olduğunu yurttaş iyi bilir. Sıkıyönetim eldeki kısıntılı hak ve özgürlüklerin daha da kısılması, militarist kliğin, işbirlikçilerin daha geniş ölçüde güçlenmesi, gemi azıya almaları demektir.
Kıbrıs’taki Türkleri «kurtarmak» şiarını ortaya atan gerici çevrelerin asıl gayesi Kıbrıs Türklerine yardım değil, Türkiye’lileri daha geniş ölçüde sömürü düzenine bağlamak, yerli-yabancı tekellere daha geniş talan imkânları, açmak, hak ve özgürlükleri daha kaba bir şekilde ayaklar altına almaktır.
Yeryüzünün her ülkesinde azınlıklar vardır. Her devlet, başka bir ülkenin sınırlarında kalan kendi soydaşlarını «kurtarmaya» kalkıştı mı dünya kaosa ve yıkıma sürüklenir.
Yeni Çağ – Barış ve Sosyalizm Problemleri Dergisi – Ağustos 1974, Sayı 8, Sayfa 682 – 688
Ordu’ya çağrı
Silâhlı Kuvvetlerimiz 20 Temmuz’dan beri Kıbrıs’ta çarpışıyor, kan döküyor, kurban veriyor. Oysa, hükümet çevreleri Kıbrıs’a barış ve özgürlük götürüleceğinden, Ada’nın bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne saygı gösterileceğinden söz etmişlerdi, ediyorlar. Kıbrıs’a barış ve özgürlük değil, harp ve harabe götürüldü.
Amerikan emperyalizmi, NATO’daki egemen çevreler Kıbrıs’ı bölmek ve NATO’nun üssü haline getirmek plânını, hükümet, Genel Kurmay başkanı Sancar’ın emrindeki militarist klik eliyle uygulamak istiyorlar.
Halka ekmek ve özgürlük veremiyenler, omuzuna silâh verip harp serüvenlerine sürüklüyorlar. Sıkıyönetimle sömürü ve talan düzenini sağlama bağlamaya, istilâcı hedeflerle halkın anti-emperyalist kurtuluş hareketini bastırmaya, onu hedefinden şaşırtmaya çalışıyorlar. Asker üniformalı halk çocuğudur, köylüdür, işçidir, emekçidir. Halkımızın emperyalizme, NATO’-ya karşı kurtuluş savaşı onların da savaşıdır. Gerçek düşmanlar askeri Kıbrıs’a gönderenler, militarist, Amerikan emperyalizmi ve NATO’culardır. NATO’dan çıkmak, ikili anlaşmaları yırtmak, topraklarımızdaki Amerikan ve NATO üslerini kaldırmak Ordu’daki yurtseverlerin de başlıca hedefidir.
Yurtsever subaylar, erler; Amerikan emperyalizminin, NATO’nun harp ve kışkırtma plânları uğruna Kıbrıs’ta kan dökmeyin!
MEHMETÇİK MEMLEKETE DÖN!
5 Ağustos 1974
Türkiye Komünist Partisi Merkez Komitesi
Türkiye Komünist Partisi Merkez Komitesi’ne
Yunanistan Komünist Partisi Merkez Komitesi
Politik Bürosu’nun Mesajı
Değerli yoldaşlar!
Yunanistan Komünist Partisi Merkez Komitesi Politik Borusu, partinizin, Türkiye’de yayılıcı çevrelerin Kıbrıs’a saldırısıyla yayınladığı son çağrısı karşısında duyduğu yüksek kıvancı ve büyük sevinci Yunan komünistleri ve tüm Yunan halkı adına Sizlere ve partinize bildirmeyi bir görev sayar.
Bu çağrı, partinizin Leninci proletarya enternasyonalizmi ilkelerini örnek bir biçimde uyguladığını gösteriyor. Bu çağrınız, Kıbrıs halkına Amerikan emperyalistlerinin, NATO’cuların canavarca plânlarını açığa vurması, Ada’nın bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü sağlaması uğrundaki haklı ve çetin savaşında önemli bir destek oluyor.
Memleketlerimizin halkları ve Kıbrıs halkı ancak ortak düşmanımız Amerikan emperyalizmi ve NATO’yu yenilgiye uğratmak yoluyla bağımsızlığa ve özgürlüğe kavuşacaklar, toplumsal ilerleme yoluna koyulma olanaklarını bulacaklardır.
Değerli yoldaşlar, proletarya enternasyonalizmine ve halklar arası dayanışmaya olan bağlılığınız karşısında duyduğumuz içyükümünü derin bir içtenlikle bir kez daha bildiririz.
Yoldaş selâmlarımızla.
YKP MK Politik Bürosu
18.8. 1974 ATİNA
Kıbrıs olayları ve sonuçları – A.Saydan
Emperyalizmle bütünleşmek, içerde de en gerici, en sömürücü güçlerle bütünleşmekle sonuçlanır. En gerici, en sömürücü güçlerin kaçınılmaz olarak emperyalizmle ve onun NATO gibi askeri politik örgütleriyle bütünleştikleri gibi.
Başbakan Ecevit’in İstanbul’da Gübre Fabrikasının açılışında söyledikleri, CHP yöneticilerinden bugün iktidarda olanların önemli bir kısmının Kıbrıs’a yapılan saldırı ile birlikte bir yandan emperyalizmle, NATO ile bütünleşirken, bir yandan da işbirlikçi burjuvazi ile bütünleştiklerinin •klasik bir örneğidir. Ecevit İstanbul’daki konuşmasında büyük özel teşebbüsün daha fazla destekleneceğini, onlara daha fazla kredi açılacağını söyledi. Kabaran enflâsyonu örtbas etmeye çalıştı. Enflâsyonun «yoksullar yararına işletildiğini» iddia etti.
Emperyalist tekellerin, yerli yabancı büyük sermayenin, finans kapitalinin, bankaların, büyük toprak beylerinin egemen olduğu bir toplumda enflâsyon hiç bir zaman yoksulların yararına işlemez. Aşırı ve azılı sömürü talan çevrelerinin yararına işler.
Nasıl ki, Ecevit hükümetinin enflâsyonist bir tutumu olan tarım ürünlerinin taban fiyatlarını artırmak politikası eninde sonunda orta ve küçük üreticinin aleyhine bir sonuç vermiştir.
Bu durumu daha açık görmek için 4 Eylül tarihli «Cumhuriyet» gazetesinde yayınlanan bir belgenin bazı kısımlarını birlikte okuyalım: «Devletin üreticilere verdiği zirai kredilerin en geç Ağustos ayı sonuna kadar ödenmesi zorunluğu vardır. Bu nedenle küçük üreticiler, buğdaylarını taban fiyatı 215 kuruştan Toprak Mahsulleri Ofisine satarak kredi borçlarını ödemişlerdir. Bankalarda toplanan bu para ise, ziraatçı adı altındaki büyük tüccarlara verilmiştir. Bu tüccarlar da devletin parasını kullanarak, buğday fiyatını suni olarak 10—15 gün içersinde, 280-290 kuruşa kadar yükseltmişlerdir.»
Büyük toprak beyleri buğdaylarını Kıbrıs saldırısının yarattığı harp psikozundan da istifade ederek, silolarda, depolarda saklamış buğday ve un fiyatlarını yükselterek, büyük tüccarlarla birlikte milyonlar vurmuşlardır, ilerde daha da vuracaklardır. Bu tutumun kaçınılmaz sonucu olarak şehir ve köy emekçilerinin başlıca gıdalanma kaynağı olan ekmek ve bulgur fiyatları daha da artacak, enflâsyon daha da hızlanacaktır.
Büyük sermaye sahipleri, toprak beyleri ile iyice bütünleşen Ecevit hükümeti bu durum karşısında ne tedbir alıyor? Buğday fiyatlarını düşürmek için (!) dışardan dövizle 1 milyon ton buğday ithal etmeyi kararlaştırıyor. Köy ve şehir emekçilerinin ekmeğini çalan büyük toprak beylerine, tüccarlara karşı herhangi bir tedbir almıyor. Oysa bu yıl Türkiye’de buğday üretimi 11 milyon 800 bin ton civarındadır ve Türkiye’nin ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra bir kısım buğdayı ihraç etmek de mümkün olacaktır.
Görüldüğü gibi tarım ürünlerinin taban fiyatlarını artırmak politikası eninde sonunda büyük toprak çiftlik beylerine yaramaktan başka sonuç vermiyor ve Ecevit’in enflâsyonu yoksullar yararına işletmek iddiasının demagojiden başka birşey olmadığını da doğruluyor. Şüphe yok ki, tarım ürünleri taban fiyatlarını artırmak gerek. Ama bunun küçük ve orta üreticilerin elinde kalmasını sağlayacak tedbirleri de almak gerek.
Öteyandan, hükümet tarım alanında mevcut ve sayısı 1 milyon 200 bin aileyi bulan tamamen topraksız köylülerin durumunu hiç düşünmüyor. Ecevit hükümetinin tarım taban fiyatlarını artırmak politikasının tamamen dışındadır bu büyük topraksız köylü yığını. Bu yığın yukarda örneğini gördüğümüz taban fiyatlarının artmasından ötürü meydana gelen enflâsyonun yükünü, şehir emekçileri ile birlikte yüklenmektedir.
Demek oluyor ki, tarım taban fiyatlarını artırmak, esasında büyük toprak ve çiftlik beylerini daha da palazlandırmak, onların politik etkenliğini daha da artırmak.anlamına geliyor.
Ecevit hükümetinin, hegemonyayı elde tutan CHP yöneticilerinin en gerici çevreler gibi demokratik bir toprak reformunu sözlüklerinden silmeleri rastgele değildir. Ecevit-Erbakan hükümeti, demokratik bir toprak reformunu sözlüğünden silmekle kalmıyor, aynı zamanda Erim-Melen hükümetlerinin sıkıyönetim terörü altında çıkardıkları Toprak ve Tarım Reformu Kanunu’nu uyguluyor. Oysa bu Kanunun büyük toprak ve çifttik beylerini daha da güçlendirmek, onların çorak topraklarını yüksek değerle satın almak ve köylüye para ile satmak esasına dayandığını biliyoruz.
İktidarın Kıbrıs saldırısı sonucunda NATO ve emperyalizmle tamamen bütünleşmesi, batmaya başlayan bir gemiye girmekten farksızdır. Avrupa iktisadi işbirliği ve Kalkınma Teşkilâtı’nın (OECD) yayınladığı rakamlara göre aynı zamanda NATO’ya da üye olan Ortak Pazar ülkelerinin ekonomik durumu hızla yıkıma doğru gitmektedir. Bu ülkelerde İkinci Dünya Harbi’ndekini andıran en yıkıcı bir enflâsyon gelişmektedir. Bazı uzmanlar bu enflâsyonun 1929—1933 yıllarında kapitalist alemi saran bunalıma doğru geliştiğini belirtmektedirler.
İtalya iflâs bayrağını çekmiştir. Hazinesi tamtakırdır, ithalât yapamaz duruma gelmiştir. Batı Almanya’nın açtığı 2 milyon dolarlık kredi İtalya’nın borçlarının faizini ancak ödeyebilecektir. Geçen yıla kıyasla pahalılık °/0 16 artmıştır. İşsizlik hızla artıyor.
İngiltere’de de İtalya’nınkine benzer bir durum vardır. OECD’ye göre, bu ülkenin geleceği de öteki Ortak Pazar ülkelerinin geleceği gibi karanlıktır, işsizlerin sayısı, yıl sonuna kadar 1 milyonu aşacaktır. Enflâsyon geçen yıla kıyasla %18 daha fazladır.
Fransa’da da enflâsyon, pahalılık hızla artıyor, işçi sınıfı ve emekçi halk ağır savaşlara hazırlanıyor. Yeni cumhurbaşkanının demagojik tahminleri gerçekleşmemiş, üretim artmamış, enflâsyon hızını kaybetmemiştir. Geçen yıla kıyasla enflasyon % 15 artmıştır.
öteki Ortak Pazar ülkelerine kıyasla görünüşte daha iyi bir durumda olduğu söylenen Batı Almanya’da bankalar sıra ile iflâs etmektedir. Otomobil sanayiinde bunalım hızla artıyor. Kısa iş günü uygulamaları yaygınlaşıyor.
Batı Alman hükümeti enflâsyonun hızını azaltmaya kalkışırken, işsizliğin artmasına sebep olmuştur. Böylece enflâsyonla işsizliğin kapitalist ekonominin ayrılmaz parçaları oldukları bir daha doğrulanmıştır. Gelişmiş kapitalist ülkelerinde işsizliği önleyecek tedbirler, enflâsyonu artırmaktadır. Enflâsyonu önleyici tedbirler işsizliği kabartmaktadır, örneğin Japonya Batı Almanya’nın tam tersine bir yol tutmuş, işsizliği önleyecek tedbirlere kuvvet vermiştir. Ama bu tedbirler Japonya’yı dünyada enflâsyonu en hızlı ülkeler arasına katmıştır.
Birleşik Amerika’da hem işsizlik, hem enflâsyon birlikte gelişiyor. Watergate rezaleti ile uğraşan Nikson yönetimi ekonomik işlere el atmak cesaretini bile gösterememiştir. Nikson yönetiminin son yıllarında dolar iki kez devalüe edilmiş, Amerikan ekonomisinin bunalım hızı daha da artmıştır. Uzmanlar Ford yönetiminin ekonomik çöküntüyü önleyeceği konusunda kötümserdirler.
Avrupa Ortak Pazar ülkelerinde işçi yığınları, köylüler tekelci kapitalizme karşı gittikçe daha yaygın ve daha sert bir sınıf savaşına girişmişlerdir.
Ecevit iktidarı OECD’nin raporlarına göre bile çökmekte olan kapitalist ve emperyalist dünya ile daha yakın bir bütünleşme devrine girmiştir. Kıbrıs saldırısının Türkiye’de yarattığı önemli sonuçlarından biri de budur. Bu politikanın Türkiye’nin içinde bocaladığı bunalımları daha da şiddetlendireceğine şüphe yoktur.
Ne var ki, Ecevit hükümeti Kıbrıs bunalımından önce de enflâsyonu şiddetlendiren bir politika uygulamıştır. 1973 yılı Haziran ayı ile bu yılın Haziran ayı arasında yani 1 yıl içinde Türk parası satın alma gücünü % 33,8 yitirmiştir. Yani toptan eşya fiyatları bu oranda artmıştır. Perakende artışlar hakkında istatistik yoktur.
Türk ordusunun Kıbrıs saldırısı bugüne kadar, Amerikan emperyalistlerinin, NATO’daki egemen çevrelerin umut ettiği sonuçları vermedi. Ordu hâlâ Kıbrıs’tadır. Kıbrıs bir göç, katliamlar, kan ve gözyaşı ülkesi oldu. Dünya demokratik kamuoyu Sovyetler Birliği’nin Kıbrıs sorununu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi çerçevesinde ve tarafsız ülkelerin de katılmasıyla, yani demokratik dünya kamuoyu önünde çözümlenmesini önerdi. Sosyalist ülkeler, dünya komünist ve işçi hareketi, birçok tarafsız ülkeler Sovyetler Birliği’nin bu önerisini kabul ettiler. Bu arada Yunanistan ve Kıbrıs’taki yasal hükümet de bu öneriyi kabul ettiğini ilân ettiler. Ecevit hükümeti Sovyetler Birliği’nin teklifini reddetti.
Oysa bu teklif Ecevit-Erbakan hükümeti için bir kurtuluş yoluydu. Bütün yabancı askerlerin Ada’dan çekilmesi sağlanacak, Kıbrıs’ın bağımsızlık ve toprak bütünlüğü garanti altına alınacak, emperyalizmin ayağı Ada’dan kesilecekti. Ayrıca Türk ve Rum topluluklarının haklarını karşılıklı kabul ettirmeleri, sorunlarını dünya kamuoyu önünde çözümlemeleri olanakları da açılacaktı. Böylece Kıbrıs sorunu Yakın Doğu ve Avrupa barışı, güvenliğin sağlamlaşması, Türkiye dahil bölge halklarının yararına çözümlenecekti.
Türkiye barışa kavuşacak, harp masraflarından, silâhlanma yarışından, soyguncu sermayenin hegemonyasından kurtulacak, demokrasi ve kalkınma yoluna girebilecekti. Ecevit-Erbakan hükümeti, Sovyetler Birliği’nin teklifini reddetmekle Türkiye için her bakımdan olumlu tarihsel bir fırsatı kaçırmış oldu. Sınıfsal politikaları onları daha da batağa sürüklemekle sonuçlandı.
Kıbrıs saldırısı Türkiye’deki kuvvetler dengesinde önemli değişiklikler yaptı. Türkiye Komünist Partisi’nin de tespit ettiği gibi kabartılan şövenist dalga sorunlarımızın daha sivrilmesini önleyemedi. Ulusal burjuvazinin N bazı güçlerinin, cephe değiştirerek işbirlikçiliğe geçmesi, ulusal burjuvazinin anti-emperyalist yönünü ortadan kaldırmadı. San sendikacılığın kabarması, grevlerin, toplu sözleşme konuşmalarının ertelenmesi işçi ve emekçi yığınlarının sınıf savaşına son vermedi. Aksine onun gereğini daha geniş ölçüde doğruladı.
Demagojisi ne olursa olsun bugün artık Ecevit grubu reformcu olmaktan çıkmıştır. Emperyalizmle, NATO ile bütünleşerek reformcu olunamaz. Halkçı reformları başarmak için emperyalizme, büyük sermayeye karşı bir politika izlemek şarttır.
Kıbrıs saldırısının bir yönü de Türkiye halkına, işçi sınıfına, anti-emperyalist, demokratik devrim hareketine karşı dönüktür. Kıbrıs saldırısının içe dönük yönü şovenizm dalgası ardında burjuvazinin «sınıflar arası sosyal barış» görüşünü «milli birlik» gibi aldatıcı şiarlarla dayatmaktır. Sarı sendikacılığa, şovenizme, burjuva ulusçuluğuna sınıf savaşını körletmek, sömürü düzenini daha rahat şartlarla yürütmek için daha da kuvvet verildi.
Harpler, saldırılar, soğuk harp kışkırtıcılığı her zaman, burjuvaziye milli birlik gibi aldatıcı şiarlarla sınıf savaşını körletmek için fırsatlar yaratmıştır.
Türkiye Komünist Partisi emperyalizm-burjuva ikilisinin bu ideolojik saldırısına karşı var gücü ile savaşıyor. TKP, Kıbrıs’ın bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü, demokratik bir hükümeti, hem Türk, hem Rum topluluklarının menfaatlerini savunurken, enternasyonalist bir ödevini de yerine getiriyor. Türkiye’de işçi sınıfının, emekçilerin, bütün halkın anti-emperyalist, demokratik bir düzen için savaşını da savunuyor, bütün ulusal güçlerin eylem birliği için çaba harcıyor.
TKP’nin uyarıları daha şimdiden ilk sonuçlarını vermiştir. Harp ve şove-nist psikozla gözleri kapalı birçok burjuva çevreleri uyanmış, Kıbrıs saldırısının ekonomik-politik çöküntülerini ölçmeye, Ecevit-Erbakan ikilisinden ayrılmaya başlamışlardır. Birçok burjuva çevrelerinde bile ekonomik sorunlara çözüm isteyen sesler yükselmeye başlamıştır. Ekonomik bunalım hızla egemen çevrelerin kapışmasına yol açacak, burjuvazinin içindeki ayrımlaşmayı hızlandıracaktır.
Türkiye Kıbrıs saldırısı sonucunda daha sert, daha derin bunalımlara gebe duruma gelmiştir.
Yeni Çağ – Barış ve Sosyalizm Problemleri Dergisi – Eylül 1974, Sayı 9, Sayfa 761 – 763
TKP MK Genel Sekreteri İ.Bilen yoldaşın «Gerçeğin Sesi» radyosunda yaptığı konuşma
Kıbrıs’ta geçen dramatik olaylar üzerine «Gerçeğin Sesi» Radyosu, TKP Merkez Komitesi Genel Sekreteri i. Bilen yoldaşa başvurdu, bazı soruları yanıtlamasını istedi.
Değerli yoldaşlar! Sorularınızı yanıtlamadan önce, uzun, çok çetin savaşlardan sonra cuntayı devirmekle Yunanistan emekçilerinin elde ettiği başarıları yürekten, içtenlikle selâmlarız!
Yunanistan Komünist Partisi’nin ve Yunan halkının yürüttüğü çetin savaşlarla Anayurdunuz askersel karabasanlardan kurtuldu. Sevincinizi, biz, Türk komünistleri derin duygularla yürekten paylaşırız.
Soru: Kıbrıs’taki dramatik durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu bölgede kopan acı olaylar karşısında partinizin konumu, tutumu nedir?
Yanıt: Bu konuda, bu olay karşısında görüşümüz, konumumuz açık ve kesindir. Türkiye’de gerici çevrelerin, egemen kliğin, hükümetin Kıbrıs’a karşı politikası saldırganlıktır, halk düşmanı, ulusal çıkarlara aykırı bir politikadır. Bu politika Türkiye’de gericilerin,
işbirlikçilerin ve onlara destek olan Amerikan emperyalizminin, NATO’nun işine yarıyor. Gerici egemen çevrelerin bu saldırıları, bu politikaları Kıbrıs’ta iki cemaatin sorunlarını, hele işbirlikçilerin söyledikleri gibi, çözmek şöyle dursun, bunların çözümlenmesini daha da zorlaştırıyor, çelişkileri daha da sertleştiriyor.
Türk ve Rum toplulukları, bu sorunları, kendi aralarında, dışardan hiç kimse karışmadan, rahat rahat çözebilirlerdi. Bu iki cemaat, uzun yıllar, bu Yeşil ada’da dostça, kapı-komşu yaşamışlardı.
İngiliz emperyalizmine karşı çetin, kanlı savaşlardan sonra Kıbrıs halkı özgürlüğünü kazandı. Bağımsız, bütünlüğü bölünmez, demokratik bir devlet kurdu. Bu devlet emperyalistlerin ve Türkiye’de gerici çevrelerin gözlerine diken oldu.
Amerikan emperyalistleri, NATO, Türkiye’de bunların uyduları, Yunanistan’da cunta, bu adayı bir NATO üssü yapmak, burasını Türkiye’nin ve Yunanistan’ın ulusal çıkarlarına, bu halkların kurtuluş savaşlarına karşı, Arap halklarına karşı, sosyalist ülkelere karşı bir saldırı «atlama tahtası» yapmak için ellerinden geleni arkalarına koymuyorlar.
Yeri gelmişken, Türkiye hükümetinin politikasını, Kıbrıs’a karşı saldırıya geçmekle nasıl bir amaç güttüğünü daha açık gösteren bazı verilere değinmek isterdim. İşbirlikçi güçler, Ankara hükümeti Kıbrıs’a karşı saldırıya geçerken kamuoyunu şaşırtmak, asıl söven amaçlarını maskelemek çabasıyla yalan dolan oyunlarına başvurdular. Başbakan Ecevit: Adaya sözümona «barış götüreceklerinden», Adanın bağımsızlığından, toprak bütünlüğünden, Kıbrıs’ın yasal hükümetini «savunacaklarından» söz etti.
Türkiye Komünist Partisi, gerici çevrelerin bu aldatmaca oyunlarının, demagojilerinin içyüzünü açığa vurdu, hemen maskelerini düşürdü. Olaylar TKP’ni haklı çıkardı. TKP doğruyu söyledi. Türkiye hükümetinin arkasında Amerikan emperyalizminin ve NATO’nun bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Bunu, söz arası belirtelim, Başbakan Ecevit’in kendisi de, saldırıdan sonra, kabul etti. Adaya çıkarma plânı NATO ve Kizincer’le birlikte, görüşüp konuştuklarını, bunu birlikte hazırladıklarını, basın toplantısında gazetecilere açıkladı. Plân eski «Açeson» plânıdır, uygulaması yenidir. Adanın Kuzeyini ele geçirmek, onu bölmek. Adanın Beşparmak dağında Amerikan radar istasyonu olduğu için, o yana adım atmamak. Yunanistan NATO’nun askersel örgütünden çekildiğini açıklaması üzerine Başbakan Ecevit de yüz kızartıcı bir açıklama yaptı. «Yunanistan’ın çekilmesiyle NATO’da boş kalan yeri Türkiye dolduracaktır», «biz NATO’da kalacağız», dedi.
Bilindiği gibi, Türkiye’de işbirlikçi çevrelerin politikası halk düşmanı, ulusal bağımsızlığa aykırı, emperyalistlere, gerici NATO çevrelerine bağlı bir politikadır. TKP bu bağımlı politikaya öteden beri karşıdır, onu yeriyor. Halkımızın çektiği bütün zorlukların, bunalımların kaynağı bu politikadır, yaşadığı cehennem azabı hep bu yüzdendir. Enflâsyon, pahalılık, işsizlik, terör, şovenlik duygularının körüklenmesi, hepsi buradan geliyor.TKP hem memleket içinde, hem Batı Avrupa’da, horantalarıyla birlikte, bir milyonu aşan Türkiyeli işçiler arasında, Türk hükümetinin bu halk düşmanı politikasına, saldın çıkışına karşı geniş bir aydınlatma ve uyarma kampanyasına geçmiştir.Batı Avrupa’da çalışan işçilerimiz, Yunanlı işçi kardeşleriyle omuz omuza, yığınsal gösteri yürüyüşlerine çıktılar. «Kıbrıs’tan elinizi çekin!», «NATO’ya paydos!» ve bunun gibi sloganlarla, haykırışlarla sokakları, alanları doldurdular. Türkiye’deki protestolarda: »Türk askeri Kıbrıs’tan çekilmelidir!», «Türkiye NATO’dan çıkmalıdır!» yazılı pankartlar omuzlarda taşındı. TKP, halka, kamuoyuna, orduda Memetçiğe açıklama ve çağrılarla başvurdu. Bu çağrılar, belgiler halk arasında geniş yankılar uyandırdı.Protesto gösterilerinde komünistler, partimizin üyeleri yaptıkları konuşmalarda: Bütün yabancı savaş güçlerinin Adadan çekilmesini, emperyalistlerin Kıbrıs’ın iç işlerine karışmalarına son verilmesini, Kıbrıs halkının yazgısını kendisinin serbestçe çözümlemesini istediler.Soru: Kıbrıs sorunuyla, olaylarıyla ilgili Sovyet hükümetinin önerisini nasıl değerlendiriyorsunuz?Yanıt: Kıbrıs sorununa karşı Sovyetler Birliğinin tutumu, tâ baştan acık ve seçiktir. Kıbrıs devletinin toprak bütünlüğünü, egemenlik haklarını, bağımsızlığını Sovyetler Birliği savuna gelmiştir.
Sovyetler Birliği, yasal Kıbrıs hükümetinin geri getirilmesini, bütün yabancı silâhlı güçlerin Adadan çekilmesini ve Güvenlik Konseyi’nin 20 Temmuz 1974 günlü kararının eksiksiz, eylemsel uygulanmasını istiyor. Kıbrıs sorunu NATO kulislerinde değil, ancak Birleşmiş Milletler çerçevesi içinde çözümlenmelidir. Sovyet önerisi, Akdeniz’in Doğusu’nda gerginlik ocağının kaldırılması için biricik doğru, adaletli bir öneridir, biricik çıkar yoldur.
Sovyetler Birliği’nin önerisini Türk ve Yunan halkları iyi yürekle karşıladılar. Bu öneri, bütün dünyada demokratik, ilerici güçler, çevreler arasında geniş yankılar uyandırdı.
Sovyet önerisine karşı çıkanlar, onu desteklemeyenler ancak Türkiye’de gerici, serüvenci çevrelerdir. Kıbrıs’ta bunu istemeyenler, Adada Türk toplumunun çıkarlarını, sözüm yabana savunduklarını söyleyen, böylesi bir rol oynayan Denktaş gibi madrabazlardır. Denktaş bir cellâttır. Elleri yurtseverlerin kanlarıyla boyalıdır. Eski bir Entilijans Servis ajanı olan bu adam, şimdi ClA’ye çalışır. O, zalim, büyük bir toprak beyidir. Sovyet önerisine karşı çıkanlar emperyalistlerdir, NATO’dur, onların ajanlarıdır.
Bir kez daha belirtmeliyim ki, Kıbrıs sorununda Türkiye ve Yunanistan komünist partilerinin görüş ve politikaları birbirine uyumludur. Partilerimiz, ortak düşmana karşı ulusal bağımsızlık, demokrasi, sosyal ilerleme, barış uğrunda iki halkın, ülkelerimizin yürüttükleri savaşta birbirlerine enternasyonalizm, dostluk, kardeşlik bağlarıyla kenetlenmişlerdir.
Yunanistan halkına, Yunan komünistlerine yürüttükleri yüce savaşlarda yeni yeni başarılar dilerim.
Bütün Yunanlı yoldaşlara yürekten, ateşli selâmlar!