Adalete hepimizin ihtiyacı var ama önemini ancak şamarı yiyince bağırarak dile getiririz. Adil bir düzen kurmak için elimizdeki malzeme ne ise onu kullanmaktan başka seçeneğimiz olmadığını söylemek gereksiz. Nasıl kullanacağımızı ise bilenler yazıp duruyor.
Birisi de vergi adaleti için yasaların uygulanmasını denetletmek için bir vergi tahkim veya tribunal denilen bir özel kurum oluşturulmasını öneren eski vergi müdürüdür. Adalet gene de sağlanmaz ama hiç değilse mevcut yasaların adil uygulanması için önlem alınmış olur. Herkesin yargıya başvurma hakkı var ama yargıdan sonuç çıkması için yıllarca beklenmesi ağır bir sorun olarak hem devleti hem de vergi yükümlüsünü caydırıyor. İtiraz edenler sadece zaman kazanmak için yargıya gidiyor. Zaman kazanmak değil sonuç alıp vergisini vermek isteyen yasaya saygılı insanlar söve saya haksız vergiyi ödemeyi tercih ediyor.
Geciken adalet, adalet değildir diyenlerin yazılarını da okumaktan gına geldi.
Ücret ve haksız işten çıkarmalardan canı acıyanlar da adaletin gecikmesinden çok çekerler ama bir türlü ihtisas mahkemesi olarak bir yargıç görevlendirilmez.
Yolsuzluk iddialarına bugün gene yenileri eklendi. Başbakanlık teftiş kurulu oluşturuldu oluşturulalı yolsuzluk duyuruları da günün gündemine göre yayımlanmaya başladı. Amma yayımlananlar ya savcılıkta ya da poliste uyumaya terk edildi. Hâlbuki yolsuzluk ancak halkın mücadeleye katılması sağlanırsa önlenir ve sınırlanır. Yoksa yaşamın bir parçası olur ve ne yolsuzların iktidar olduğu ve muhalefetiyle de yolsuzluk yarışıyla tahtaravalli kurulduğu bir rejim işlemeye devam eder.
Yazarın biri verginin bir tehdit ve baskı aracı olarak kullanıldığını anlattı.
Cengiz han atasözlerimizin arasında yer alan düşmanı öldüreceğine korkut deyişine uygun hareket eden bir kanun yapmıştı. Saldıracaklarına önce dehşet saçmayı kanunlaştırmış ve girdiği yerleri yerle bir edip insanlarını işkence ile öldürtür, kellelerden piramitler yapar ve kafataslarından şarap içirirdi. Fırat nehrinin attırdığı kitaplarla köprü yapıp üzerinden askerlerini geçirdi anlatılır. Terör son zamanların moda deyimi oldu. O da bunu kanunlaştırmış ve daha önüne ulaşır ulaşmaz Orta Asya Türk devletçiklerinden birinin teslim olmasını sağlayıp diğer devletçiklerin de işgaline yardım etmelerini sağlamıştı.
Cengiz han tarihin en büyük imparatorluğunu kurmuş ve göçebe halkların medeniyet adaları Halide olan yerleşiklerin küçük devletçiklerini egemenliği altına almış hatta imparatorluk olan Çin’i bile egemenliği altına alan oğullarıyla İngiltere imparatorluğunu bile kıskandıracak iş yapmıştı.
En büyük zararı gören Türk toplulukları da Araplar da hala daha Moğol başbuğlarının adlarını çocuklarına verirler. İnsan böyledir işte.
UBP ve sair benzerleri de Cengiz han kanununu uygulayıp terörle ülkeyi yönetmektedir. Tabii onun tümenleri yok. O daha değişik terör uygulamasıyla meşgul.
Vergi müfettişlerini başınıza yollarım diyerek sindirmek, bir gecede KDV oranlarını değiştirip iflas ettiririm diye korkutmak, partiye para vermezsen kotayı kaldırırım verirsem kota ile desteklerim diye sopa ve havuç tatbik etmek her zaman gazetelere yansıyan haberlerde sergilenmektedir. Götürü vergi oturtup süründürmek ve sair önlemler de hazırdadır. İhalelerde kayırma ile partiye üye yaptırıp seçimde etkili yerlerden oy çıkarttırılanlar da dilden düşmez.
Nerelerdesin partiyi unuttun galiba diye serzenişi duyup da titremeyecek kaç kişi var acaba!
Bu kadar seçim geldi geçti ama hala daha seçilmeme korkusu ile edepli davranıldığını söyleme olanağı yok. Çünkü Baba Denktaş’ın da dediği gibi seçilmek için Türkiye’nin izninin şart olduğu bir rejim temizleme yapamaz. Temizleme de bir kerelik bir iş değil sürekli temizleme mekanizmalarının kurulup işlemesini sağlamak gerekli.
İlk seçime 1976’da girdim. O günden beri hep Türkiye ile iyi geçinme ve halka Türkiye ile aramın bozuk olduğunu göstermeme nasihati dinledim. Belli ki Türkiye burada Cengiz han kanununu uygulayıp sindirerek oy sandığından çıkma becerisini göster de ne olursa olsun kazanırsın. Türkiye kendin itirazı olmayanı belirler ve oy alabilecek Cengiz han kanununa bağlı olanları kucaklar.
Aksi halde seçimi adil bir düzen için kazansa Türkiye’ye kuzeydeki denizde üç milin dışındaki tüm sahalarda münhasır ekonomik alanı teslim eder miydi? Adaların kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik alanı yoktur diyen iddiasını kabul eder miydi? Bunu kabul ettikten sonra Rum uyuşmazlığından bahsedip “bizimle Ada’nın egemenliğini paylaşmak istemezler yani barış istemezler” diye konuşan durumuna düşmeyi kabul eder miydi?
O nedenledir ki seçimler çare olamadı.
Halk sadece seçimle değil her an mücadele etmeli ki yolsuzlukla savaş olabilsin. Yolsuzlukla savaş olmazsa tabii ki ekonomik refah da olmaz. Türkiye ne verirse o kadar ilerleme olur ama şimdi paylaşacak yeni sakinler de var. Bağırıp duruyorlar.
Halkın savaşımı için kurumlar gerekli. Siyasi iktidar rolünde olanlar yetkilerini Türkiye’ye aktardılar ve onun çizdiği çerçevede oynuyorlar. Hâlbuki bu çerçevede bile halkın denetim yetkisi olması gerekir şayet sözde var olan çağdaş uygulamalara göre. Örneğin iş mahkemeleri, vergi tribünalı, polisin mali denetim şubesi ve yargının bilinçli çalışması yargı watchdog’u, Sayıştay’ın bulgularının kovuşturulması için polise görev düzenlemesi ve tabii yüksek ve ast memurların yasal yetkilerine müdahalenin yargı denetimine alınması ve memuru da dava etme hakkı gibi bir dizi önlem ülkemizde yoktur. Ombudsman kuruldu ama yetkisi kuşa çevrildiği gibi bulgularına kulak asan da yok. Kamu Hizmetleri Komisyonu var ama üçlü kararnamelerle yetkisi kısıldığı gibi yasal veya değil müdahalelerle güdük hale getiriliyor.
Çok daha önemli ve hatırlanmayan bir şey de memur ve diğer çalışanların iş tanımları hiç yapılmadı, liyakat göstergeleri tespit edilmedi ve hatır gönül işi atama, ödüllendirme ve terfi işleri keyfi yapılabilir halde tutuldu.
Kıbrıslı iyi bile mücadele ediyor. Kutlarım.