TC devleti kuruluşundan bu yana, toplumuyla olan ilişkisinde hiçbir zaman öncelik vermediği bir tarz vardır. O da; toplumuyla olan ilişkisinde var olması gereken olan göreceli bağımsızlığı.
Kuruluşunda kurmuş olduğu ilişkide; kendisini topluma dayatıcı bir konumda tutarak, yaratmış olduğu nizam ve uygulamalar ile kendisini hep öncelikli konumda tutmuştur. Onun bu öncelikli tutma tarzı toplumun günlük hayatında daima ileri boyutlarda hissedilmiştir.
Şüphesiz ki, bu öncelik olma durumunu yaratırken ilkesel öncelikler getirmiştir.
Argümanlar ve aygıtlar kullanarak etnik tekleştirme yaratmak.
Dini; inanış biçimi başta Diyanet olmak üzere kurumlar aracıyla tekleştirerek, iktidarına inanç algısından güç aktarmak ve paralelinde olarak da din ve siyaset iktidarını birbirine payanda tutmak.
Türkiye toplumunun; her toplum gibi sınıflı bir toplum olduğu ve dolayısıyla toplumu oluşturanların üretim araçları karşısındaki konumuna ilintili olarak demokrasi ve siyaset talep farklılıkları olacağı nesnel gerçekliğini bir tarafa koyup “sınıfsız ve bölüntüsüz toplumuz” nidalarıyla, sürekli olarak dayatmacı olmuştur. Onun bu dayatmacı hali, sosyal hayat içerisinde siyaset olarak örgütlenme olarak karşılık bulmadığı koşullarda çizdiği “yeni” koşullarda da kendisini tek söz söyleyici konumda tutmuş ya da tutmaya çalışmıştır.
Varoluşundan başlayarak gelinen bugüne kadar ki başat politikası olan bu yöntem; Türkiye sorunlarının çözümcü bir yöntemi olamayacağını, çözer gibi olduğu zamanlarda ise; sorunun halının altına sürüldüğü gerçekliğidir.
Dolayısıyla, devlet; bünyesindeki toplumuyla olan ilişkilerini mutlak hakimiyetten, mota mot hakimiyetten göreceli bağımsızlığa zorunluluğu noktasına gelmiş durumdadır.
Onun bu göreceli bağımsızlığı:
Toplumun türdeş olmadığı tespitini yapması başlama noktası olmalıdır. Devletteki toplumların türdeş olmadığı; bunların farklı sınıflar halinde bölüntü karakterleri olduğu, etnik olarak tek etnik halin olmadığı, tam da aksine, imparatorluk bakiye olmasından kaynaklı olarak çok etnikli halde olduğu. İnanma da dinsel ve mezhepsel farklılıkların olduğu, olacağı hakikati.
Kendisini bu tespitler üzerinden şekillendiren ve nizamını bunun üzerinden yürüten bir devlet, göreceli bağımsızlığı yaratmış olur.
Türkiye yaşanmışlıklarının pratik sonucu, Türkiye’nin her nokta da tıkanmışlığıdır. Bundan çıkmak için, ortada, heba edilmiş yıllar ve tarumar edilmiş/olmuş toplum kalmıştır.
Türkiye ve uluslar arası konjuktürün üst üste düşmesi sonucu olarak yeni yol almaların başlangıcı noktasında olması halindedir. Bu halin ortamında egemen siyasal aktörler ve güç odakları yeniyi, eskinin yeniden üretilmesi algılamaları ve pratikleriyle öne çıkma halleri içerisineler.
Eski, yaşanmışlıkların toplam sonucu olarak değiştirilmesi gereken olarak duruyorsa; eskiden muzaffer olarak çıkan güç odakları eskinin üzerine oturarak, eskinin yeni halini kendi iktidarları yapamazlar.
Çeşitli vesilelerle eskiye karşı duran siyaset odakları bu duruşlarını yeni bir dil ve yeni bir kurgu temeli üzerinden yapmışlardı. Böyle bir skalada ana değer; sosyal, siyasal, kültürel ve inançsal çoğunlukçu tespitiydi. Dolayısıyla, yeni, bunun üzerinden yürümek yükümlülüğü ile ancak yeni olabilme karakterini kazanabilir.
Kısa süre pratiği ise; toplumsal yaşamda ana siyasal odak konumuna gelen ve buradan da yönetme erkinde belirleyici olan siyaset anlayışı, eskinin kötü bir tekrarını yapma pratiklerini sergilemeye başlamış bulunmaktadır.
Kendi siyasal anlayışı ve hükümet etme biçimine karşı olan muhalif özne ve odakları; farklı düşünmelerin doğal sonucu olduğunu tespit etmesi gerekirken, o, kendisine muhalif özne ve odakları kanunların müeyyideleri ile karşılaştırmakta ve kendisini, geçmiştekilerin yaptıkları gibi eleştirilemez noktasında tutmaktadır.
Bugün gelinen nokta, eskinin yeni olarak tekrar edilmesine cevaz vermemektedir.
Gelinen nokta, yenin kendisinin ortaya konulması zorunluluğudur.
Yeninin adı “demokratik egemenlik” ifadesidir.
Demokratik egemenlik; devletle olan ilişkisinde toplumun, kendisini ifade etme imkanlarının yaratılması ve bunların hukuk mevzuatı içerisinde güvenceye alınmasıdır.
Demokratik egemenlik; devletin göreceli bağımsızlığının olmazsa olmazı olduğu, bugünü yeni olarak kurmanın anahtarı olduğudur.